İttihadın bir atağı daha!

Mehmet ŞENLİK

 Âlimler ve Medreseler Birliği “İTTİHAD”, büyük bir etkinliğe daha ev sahipliği yapıyor. Önümüzdeki cumartesi günü, Diyarbakır'da “Kürdistan Ulemasının Buluşması” adlı geniş çaplı bir konferans düzenliyor. Konferansa, Kürdistan'ın dört parçasından büyük oranda Kürt âlim ve akademisyenlerin katılması bekleniyor.

Kürdistan tarihinde belki ilk olarak bu nitelikte bir toplantı yapılacak. Toplantıda –büyük bir ihtimalle- İslam ümmetinin bugünkü durumunun yanı sıra dindar olan Kürt Halkı'nın, her dört tarafta maruz kaldığı zulüm, ezilmişliği ve dağınıklığı üzerinde durulacak; bundan kurtulmanın çıkış yolları aranacak ve çözüm önerileri sunulup istişareler yapılacak.

Bununla alakalı görüştüğümüz kimi çevreler, âlimler veya kanaat önderleri, bunun çok geç kalınmış bir adım olduğunu söylerken kimileri de bunun olanaksız olduğunu, Kürtlerin bir araya gelmesinin imkânsız olduğunu söyleyip biraz garip karşılıyorlar.

Aslında garip karşılanacak bir şey varsa o da ilk günden beri dinine, mukaddesatına bağlı olan ve hiçbir zaman dinine, kutsal değerlerine ihanet etmemiş bir halkın âlimlerinin hala böyle bir mesele hakkında toplanmamış, ilgisiz kalmış olmalarıdır. Eğer halkın böyle bir beklentisi varsa âlimlerin buna ilgisiz kalmaları belki affedilmeyecek kadar büyük bir vebaldir.

Müslüman Kürt halkı, eskiden beri Âlimlerine, Şeyhlerine, Seydalarına ve Üstazlarına değer vermiş, sözünü dinlemiş ve gerektiğinde yollarına baş koymuştur. Bu halkın bu özelliğinden dolayıdır ki, dünya müstekbirleri tarafından hala cezalandırılmaktadır. Hatta bu özelliğinden uzaklaştırmak için çeşitli hile ve entrikalarla hala kandırılmakta, oyalanmaktadır. Bundan soyutlandıklarını görürlerse belki o zaman bir devlet hakkını vermeyi düşünebilirler.

Batılı emperyalistler, Osmanlı imparatorluğunun dağılmasından sonra her etnik unsura ulus devlet hakkını tanımışlardı. Çünkü buna ihtiyaçları vardı, bütünü böldükçe, büyüğü küçülttükçe daha rahat yönetebilir, yutabilirlerdi. Hatta Arapları birçok devlet ve emirliklere bölebildiler. Ancak Kürtlere gelince durum farklıydı. Çünkü kendilerine uşaklık edecek birilerinin bulunması gerekiyordu.

Ogün İngilizlerin bölge başmüfettişi merkez avam kamerasına sunduğu raporda aynen şunları söylüyordu: “Bu halkın içinde sözü dinlenen din bilginleri vardır, bunlar halkın üzerinde etkindirler. Bunları etkisiz kılmak için de zamana ihtiyaç vardır. Bu nedenle Kürtlere devlet hakkını vermek henüz erkendir” demişti.

Batı Emperyalizmi, Kürtler arasından Mustafa Kemal gibi kendilerine yarayacak birini bulamadıkları için Kürdistan'ı periyodik olarak dörde bölerek etkisiz hale getirdiler. Çünkü hem cesur, hem de dini değerlere bağlı olan bu halk, onlar için tehlikeli bir potansiyel olarak ortada duruyordu. Eğer böyle yapmamış olsalardı Kürtlerin dinen kutsal bildikleri “İslam Hilafetini” geri getirme tehlikesi vardı.

Bundan dolayı Kürdistan'ın büyük bir kısmını Türkiye'ye, az bir kısmını İran'a, önemli bir kısmını Irak'a ve bir kısmını da Suriye'ye dâhil ederek dört parçaya böldüler. Böylece koca bir halkı acımasızca bir birinden koparıp böldüler ve aralarına sınırlar çizerek farklı çoğunlukların mahiyetine verdiler.

Bu gerçekten büyük bir zulümdü. Akrabaların bir kısmı sınırın bu tarafında, bir kısmı da öte tarafta bırakarak sılayı rahmi bile kestiler. Sınır boylarına komple tel örgüler çekmekle kalmayıp mayın tarlalarını döşediler. Dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş tarzda sınırları sıkı tuttular. Sanki sınırın öbür tarafında çok tehlikeli ve saldırgan bir düşman vardır da ondan korunmak için buna ihtiyaç duyulmuştu. Oysaki her iki tarafta da yaşayan insanlar tek bir halktı. Bunların dini bir, mezhebi bir, ırkı bir, rengi bir, dili ve kültürü de birdi.

Dinimizce bu sınırların hiç anlamı ve kutsi bir değeri yoktur. Zira bu sınırları Allah koymamış, Müslümanlar da istememiştir. Bilakis İslam düşmanları batılı kâfirler tarafından aramıza konulan engellerdir. Onlar bu sınırları bize kutsayıp uymamızı istiyorlar. Ama onlar hiç uymuyor, belki canları istediği zaman başka dünyalardan kıtalardan gelip bütün bu sınırları aşabiliyor, istediği yerlere girip işgal edebiliyorlar.

O halde aramızdaki bu sınırlar sembolik olarak kalabilir, ama bizi bir birimizden koparacak nitelikte olmamalıdır. Ümmetin bütünlüğü için asla engel olmamalıdır. Avrupa devletlerinin kendi aralarında bunu sembolik hale getirdiği gibi biz Müslümanlar niye yapmayalım. İşte bu ufku inanlara verecek olan âlimler olmalı, âlimler artık görevinin bilincinde olmalı ve tarihteki yerini almalıdır. Sınırsız ve âlemşümul bir ümmet olmak dileğiyle...
 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.