Keramet, şer'i delil olabilir mi?

Mehmet ŞENLİK

Keramet, bazı Salih insanlara ya da bir kısım Allah dostları veli kullara cüzi miktarda ilham edilen bir bilgidir. Ancak bu bilgi, çok cüzi ve nisbi olduğundan şer'î hüküm veya delil olamaz. Kerametle başkalarına karşı bir hüküm koymak şöyle dursun, sahibi dahi ona dayanarak şeriata aykırı hareket edemez.

Bu bilgi peygambere gelen vahiy karşısında çok cüzi bir işaretten öteye geçmez. Bunun anlaşılması için yine nebevi vahye ihtiyaç vardır. Yani Kur'an ve Sünnetin yardımıyla bunun doğru olup olmadığını belirlemeye ve doğruluğunu belirttikten sonra da yönünü ve amacını tespite ihtiyaç vardır.

Kerameti başlı başına bir bilgi kaynağı, bir hidayet yolu sayan ve buna kitap ve sünnet ölçüsüyle doğruluğunu tesbit etmeksizin uyan veya başkalarının uymasını isteyen kişinin icraatları şeriat açısından merduttür. Kur'an-ı Kerim'de bu hakikat, Cin Suresi'nin son ayetlerinde çok açık bir tarzda beyan edilmektedir:

"Gaybı hakkıyla bilen ancak Allah'tır; hem gaybına hiç kimseyi muttali kılmaz. Ancak peygamberlerden (gaybın bir kısmını bildirmeye) razı olduğu kimseler müstesnadır. Çünkü O, (o peygamberin) önünden ve arkasından gözetleyiciler gönderir."

“Ta ki Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini ortaya çıkarsın; çünkü Allah, onların yanında bulunan (her) şeyi (ilmi ile) kuşatmış ve her şeyi bir-bir kaydetmiştir." (Cin: 26-28)

Salihler ve evliyanın kerametini vahiy bilgilerine karşı bir değerlendirmeye tabi tutarsak şunu söyleyebiliriz:

1- Keramet ve keşifler, peygamberlerin ilhamı ve mucizeleri gibi değildir. Bunlar, ikinci derecede verilen bir takım cüzi ikramlardır. Şayet birinci derecede bir ilham olmuş olsaydı peygamberler ile ümmetleri arasında bir fark kalmazdı.

2- Peygamberlerden sonra hidayet silsilesini sürdürmektir. Peygamberlerin ardından onların davalarını sürdüren mürşit ve âlimler, doğru yolu izleme konusunda Allah'ın yardımına muhtaçtırlar. Bunlar, ilham ile çeşitli engelleri aşarlar.

3- Veliler, Allah'ın kitabına ve Resulüllah'ın sünnetine sadakatle ve samimiyetle bağlı kaldıkları nispette bu lütfa mazhar olurlar. Birine Allah (c.c) tarafından bir lütuf verilmiş, bir bilince erdirilmişse bunu Allah tarafından verilen bir ikram olarak görmek gerekir. İşte bundan dolayı buna 'keramet' denmiştir.

Bazılarının yanlış anladığı gibi keramet, sınırsız bir bilgi kaynağı veya sahibinin elinde hazır beklenen, istendiği zaman kullanılabilen bir silah değildir. Bu tür bilgilere dayanarak insanları suçlamak, yargılamak asla doğru değildir. Nitekim gerek tarihte ve gerek günümüzde bu tarzdan atılan adımlar, verilen kararlar nice fitnelere, sıkıntılara neden olmuş ve olmaktadır.

Bu gün kendini bilmez kimi insanlar, verdiği kararların çoğunu rüyada Hz. Peygamberle görüştükten sonra verdiğini söylemekteler. Kimileri de peygamberi de baypas ederek saçmaladığı şeylerin doğrudan Allah tarafından kendisine bildirildiğini iddia ederler. Ona bağlanan müritler veya talebeler de söylediği her şeyi vahiy gibi telaki ederler.

Şeriatın nasları asla bu gibi iddiaları kabul etmez. Böyle iddialarda bulunanlar, İslam Şeriatının hükümlerine aldırmadan kendini şari'in yerine koymakla, büyük bir fitne kapısını açarak İslam'ı itibarsızlaştırma çabasındalar. Son zamanlarda öğrencileri tarafından ortaya atılan F. Gülen'in bu türden mülahazaları, bu fitnenin en iğrenç örneğini teşkil etmektedir.

“Bu dinin (İslam'ın) sahibi Allah'tır. Onu gönderen Allah (c.c), kulları için onu kemale erdirmiş, onlara nimetini (Resulünün sünnetini) tamamlamış ve din olarak da İslam'ı seçip beğenmiştir." (Maide, 3)

Bu ayet, Kur'an'ın en son indirilen ayetidir. Bundan sonra hiç kimsenin ne ona bir şeyler ilave etmeye, ne de eksiltip kısmaya hakkı vardır. Yapanlar veya yapmaya kalkışanlar varsa Allah'ın dinini bozmaya çalışan fitneciler, bozguncular ve mülhitlerdir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.