Kürt sorunu neden çözülemiyor?

Dr. Abdulkadir TURAN

Uluslararası sistemde “sabit politikalar” ve “günlük politikalar” vardır. “Sabit politikalar”, genellikle birden çok gücün çıkar birliğiyle belirlenir; gizli veya açık anlaşmalarla “Dokunulmaz” sınıfı içine alınır.

“Günlük politikalar” ise sürecin imkân ve zorlukları içinde, günün ihtiyaçları doğrultusunda sakinleştirme-kışkırtma; destekleme-safdışı etme taktikleridir.

*Günlük politikalar”, ne kadar radikal bir görünüm alırsa alsın, “sabit politikaları” değiştirecek bir yoğunluğa ulaştırılmaz. Bu politik taktikler, günün koşulları içinde umut verir-korkutur; görünme imkânı oluşturur-söndürür ama sabitin değişmesine yol açmadan konuşulup gider. Birkaç yıl, hatta kimi zaman birkaç ay içinde sanki onlardan hiçbiri konuşulmamış gibi olur; sorun ise yerinde kalır. Bu yönüyle “günlük politiklar”, “sabit politikalara” karşı büyük bir dalganın oluşmasını, o politikaları değişmeye zorlayacak bir ortamın doğmasını engelleme işlevi görür. Uygulama imkanı varmış gibi sürekli yeni yollar önerir; asıl yola karşı kuşku uyandırır, yoldan çıkarır; umut vererek kitlelerin enerjisini boşaltır; kışkırtarak küçük grupların büyüyüp bir tehdide dönüşmesini engeller.

ULUSLARARASI SİSTEM, ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜ DAYATIYOR

Uluslararası sistemin Kürt sorunuyla ilgili herhâlde en sabit politikası “çözümsüzlüktür.” Ulusal sistem de bu doğrultuda davranıyor; bu sabit politikaya duyduğu güvenle günlük politikalar geliştiriyor.

Uluslararası sistem, “vekil krallara” bırakılan yerler dışında, “kurucu unsur” olarak ulusal solu belirledi. Ulusal sola karşı siyaset hakkını, kominizmin güçlü olduğu dönemde milliyetçi muhafazakârlara; kominizmin çözülmesinden sonra ise liberal franksiyonlara verdi. Günlük politikalar içinde zaman zaman bazı farklılıklara yol verdiyse de genel anlamda İslami kesimlerin İslami bir siyaset anlayışıyla aktif siyaset içinde yer almalarını istemedi. Özellikle toplumların “çağdaşlaştırma (uygarlaştırma –dinin  etki alanı dışına çıkarma) sürecinin devam ettiği dönemlerde, bütün imkanlarını kullanarak bunu engelleme yoluna gitti.

Ulusal sistem ise 1925’ten geriye doğru 1880’lere kadarki süreçte yaşananlardan çıkardığı dersle yörenin sosyal ve siyasi sorunlarına İslami bir yaklaşımı kendi kıyameti gibi gördü. Yörede entellektüel mahiyette küçük yapıların İslami yaklaşımı konuşmalarına bir tepki vermezken yörenin sosyal ve siyasi yapısına yön verecek İslami bir yapının oluşmasına -gerek okumuş kesim (elit sınıf) gerek halk anlamında- asla hoşgörüyle yaklaşmadı. Bu yönde hem uluslararası destek bulmak için hem de halk nezdinde bir sakınma ortamı oluşturmak için baskılar, propagandalar geliştirdi. Buna karşılık solu, yörenin bir türlü tamamlanamayan “çağdaşlaştırma” (dinden uzaklaştırma) sürecine hizmet edecek bir unsur, bir gizli müttefik gibi gördü. “Bölme” gücüne ulaşmayacak bir yöresel solu, hangi eylemleri yaparsa yapsın, pek çok politikası için korunması gereken bir yapı gibi kabul etti.

Bu arada, çağa ışık tutan bilgiler karşısında artık uluslararası sistem ile yerel sistemleri ayırmak da hatalı gibidir. Bu iki yapı arasındaki ilişki, gövdeyle el arasındaki ilişki ya da sopa ile onu tutan el arasındaki ilişki gibidir. Dolayısıyla uluslararası sistemin bir sorunla ilgili yaklaşımının doğru tahlili, ulusal sistemlerin yaklaşımının da doğru tahlili anlamına gelmektedir.

Uluslararası sistem, I. Dünya Savaşı’nın ardından Kürt sorununu ileride yararlanmak üzere çözümsüzlük zemininde bırakmayı kararlaştırdı. Kürtlerin 1. Batının çıkarları doğrultusunda topluca kullanılamayacağını. 2.Kürtlerin “Çağdaşlaştırma” sürecinin kendilerine bırakılmayacağını düşündü. Kürtlerin çağdaşlaştırılmasını çevre toplumları idare edecek ulusal sistemlere bırakarak diğer toplumların modernize sürecinde yüzyüze kaldıkları bunalımı onlar için ikiye katladı.

Son dönemde bu “çağdaşlaştırma (dini etki alanı dışına çıkarma)” sürecini doğrudan kendisiyle; Kürtler arasından bu işe istekli olan ya da Kürtler arasında özel bir çalışmayla seçilen kişiler arasındaki bir ilişkiye dönüştürdü. Kürt sorunu konusunda uluslararası sistem açısından değiştiği kesin olan budur. “Çözümsüzlük” sabiti ise hâlâ korunuyor.

“Kürt sorunu çözüldü çözülecek” derken son dönemde niye daha grift bir hâl aldı, sorusunun asıl cevabı budur. Bu grift görüntünün yerel kısmının ise iki yanı vardır.

DANIŞMANLAR HÜKÜMETİ YANLIŞ YÖNLENDİRİYOR

Son dönemde İslam dünyasında diktacı ulusalcı sola karşı, milliyetçi muhafazakâr ve liberal siyaset için daha geniş bir zemin oluşturuldu.

Başbakan Erdoğan ve yakın arkadaşları günlük siyaset içinde kendilerini nasıl tanıtırlarsa tanıtsınlar, gerçek anlamda bu iki sınıfa dahil değiller. (Uluslararası sistemin sözcüsü olan basın da onları bu sınıflar içinde tanımlamıyor.) Ancak yetişme tarzları, ideal olanı zorlamak yerine uygulanabilir olanı kaçırmamayı tercih ediyor. Bu, onların çözüm politikasına da yansıyor.

Söz konusu olan “uygulanabilir olanı bulmak” olunca,  liderlerin idealistliği atıl duruyor ve iş siyaset danışmanlarına kalıyor.

Türkiye’de siyaset danışmanlarının bakış açılarına yön verecek derin bir İslam tarihi, İslam coğrafyası tarihi bilgisi yok. Siyaset danışmanları, uluslararası sistemin imkânları içinde onun dayattığı kriterler ve terimlerle yetişmişler.

Bu yüzden sorunların İslami çözümü konusunda zihinsel bir kısırlık içindedirler; dönüp dolaşıp uluslararası sistemin penceresinden bakıyorlar, onun öngördüğü, yol verdiği öneriler getiriyorlar.

Bu önerilerin bir bölümü milliyetçi-muhafazakâr bir özdeyken, diğerleri liberal özlüdür. Bu iki zıt öz, uluslararası sistemin “çözümsüzlük” sabitini kendi yörüngesinde bırakan müthiş bir gel-git ortamı oluşturuyor.

Uluslararası sistem bu ortamı herhâlde keyifle izliyordur. Çözüm önerileri, kendi üretimi olan bu çerçevede kalınca “sistem içinde” sayılır. Onun ağır müdahaleler yapmasına gerek kalmıyor.  Zıtlaşmalar, birbirini dengeliyor, yörüngenin kaymasını engelliyor, sistemi koruyor.

SOL ÖRGÜT ÖN YARGILIDIR

Sol örgüt, kendisini Kürtlerin dinin etki alanı dışına çıkarıp çağdaşlaştırma rolünde görüyor. Bu rolün ona uluslararası sistem içinde bir yer sağladığının fazlasıyla farkında. Yıllarca “Kurtuluş Sol’dadır. “Sosyalizm gelecek, halklar kurtulacak, “Din yüzünden geri kalıyoruz” sloganları attı. Şimdi çözümün solun dışındaki bir güçten, üstelik İslami köklere sahip bir yapıdan gelmesini kendi ideolojik yapısının iflası kabul ediyor. Örgüt, varlık nedenini, Kürtleri İslam gerçeğinin, o mümkün değilse, ümmet gerçeğinin dışına çıkarmak olarak görüyor. İslami köklerden gelen dar kapsamlı rahatlatıcı uygulamaları dahi, kendi varlığına kast  olarak değerlendiriyor.

Bunun için zaman zaman ortamı kurtarıcı açıklamalar yapsa da işin gerçeğinde, hükümetten gelen bir öneriye peşinen karşı duruyor. Önerinin kendisine değil, öneriyi getirene bakıyor. Hükümeti zora sokmak, hükümetin güçlenmesini engellemek, onun için Kürt sorununa çözüm bulmaktan daha çok önem taşıyor. Zira sol anlayış içinde ideoloji daima halklardan önemlidir. Örgüt, Başbakanı kast ederek “Onu ancak biz durdururuz ve durduracağız” diyor. Bunu Türkiye’deki eski yapının kalıntılarına da uluslararası sistemin “sabit politika” bekçilerine de bir vaad olarak sunuyor. Buna karşılık onların siyasi denklemi içinde kendisine “sabit” bir yer buluyor. Hangi katliamı yaparsa yapsın ne uluslararası ne ulusal yapıdan köşeli bir kınama dahi almıyor.

HÜKÜMET “SİSTEMİ” AŞMIYOR

Hükümet, örgütün kendisine yönelik tutumunun altındaki ideolojik nedeni hiç görmedi veya görmek istemedi. Soruna uluslararası sistemin imkân ve kriterleriyle yaklaştı. Yörenin sosyal ve siyasi sorunları konusunda hep Solu muhatap aldı. Solda olmayanı insan haklarını savunanlar arasında saymadı. Bir ara örgüte alternatif aradığında,

1. Önce Kemal Burkay gibi daha Solcu birine gitti. Bunun ne kadar anlamsız olduğu ortaya çıktı.

2. Örgütün seçimlerine katılan kanadını (BDP’yi) örgüte alternatif yapmak istedi. Olmadı.   

    3. Örgütün seçimlere giren kanadının bir bölümünü (L. Zana örneği) diğerine alternatif yapmak istedi. Örgütün bir dizi sivilin canına kıydığı günlerde bile bu arayışını sürdürdü. Etkisiz kaldı.

    4.Bu arada açıkça dillendirmese de örgütün bizzat silahlı kanadı içinde dahi “Suriye kökenli” gibi dışlamalar ve ona karşı bazı imalar içeren bir arayış içine dahi girdi. Bir sonuç yok, eylemler artıyor.

Bu arayışların neticesi, danışma mekanizmasının ne kadar doğru tespitler yaptığını göstermeye fazlasıyla yetiyor. Bu danışmanların iflasını ilan etmesi gerekiyor. Ama öyle olmadı. Aynı danışma mekanizması hâlâ iş başında.

SOL ODAKLI ARAYIŞLAR BOŞ ÇIKTI

2009’daki girişimlerin başarısız olmasından sonra, söz konusu danışmanların bir kesimi, basın üzerinden açıkça, yaygın tutuklamalar önerdi. Hükümet, yöre cezaevlerindeki hükümlüleri Karadeniz illerine sürüp o önerilerin gereğini yaptı. Ama gerek sürgünler gerek yaygın tutuklamalar, örgütün hükümete karşı propagandası için tam anlamıyla “can simidi” oldu. Acı vererek hizaya getirme düşüncesinin ürünü olan bu önerinin sahibi olan danışmanlar, şimdi yeni öneriler peşindeler.

Öte yandan hükümet, uluslararası sistemin ve ulusal yapının tepkisini bir arada çekmemek için yöreyi çağdaşlaştırma projelerine son vermedi. Uluslararası sistem hesabına çalıştığı bilinen güvenlikçi akademisyenlerin “Yöre henüz yeteri kadar çağdaşlaşmadı (dinin etki alanı dışına çıkmadı)” tespiti fiili olarak kabul gördü. Ulusal solu bu çağdaşlık projesi doğrultusunda müttefik gibi görme (işbirlikçi sayma) eğilimi de aktifliğini hep korudu. Bunun en açık örneği geçen yıl, Ş. Said vakası ile ilgili iki basın açıklaması hakkında takınılan tutumdu. Sol örgütün basın açıklaması, hakkında hiçbir işlem yapılmazken dindar kesimin basın açıklaması soruşturma konusu yapıldı.

Hükümet, her ortamda BDP ile görüşürken yörenin dindar kesimlerine yönelik taziye ziyaretleri bile yapmaktan çekindi. Sol örgüt sistem dışında alternatif eleştirisinden korktu, danışmanların çizdiği çerçeve içinde kaldı. Netice ortada… sorun, sol örgütün aldığı dış destekle veya yakın coğrafyadaki olaylardan yararlanmasıyla günden güne daha da çıkılmaz bir hal alıyor. Dolayısıyla uluslararası sistemin “Çözümsüzlük” sabit politikası dört dörtlük yerini buluyor.

İki toplum, Bizans’a karşı birlikte savaştı, Haçlıları birlikte etkisizleştirdi. O süreçte Kuzey Afrika Müslümanları Endülüs’e gitmiş, Hıristiyan saldılarına karşı korkuyorlardı.

İki toplum, Suriye ve Mısır’dan Arap kardeşleriyle birlikte Moğolları bitirdi.

İki toplum, Kuzey Afrika’daki Arap kardeşleriyle birlikte I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesindeki ve sonrasındaki emperyalist girişimlere karşı fiili olarak savaştı. O fiili savaş en büyük desteği Pakistan (Hint) Müslümanlarından ve Suriye Müslümanlarından aldı.

Bugün Kuzey Afrika’nın da (Libya), Suriye’nin de Pakistan’ın da durumu ortada, kindar emperyalizm adeta yeni bir intikam süreci başlattı.

Böyle bir intikam sürecini ulusalarası sistemin kriter ve imkanlarıyla yetişenler, onun terimleriyle düşünenler doğru tahlil edebilir mi, ona kaşı doğru bir direniş süreci geliştirebilir mi? Soldan kim hâyır gördüki çözüm arayanlar hâyır görsün.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.