Mazlumun adına konuşabilmek

Mirali YILDIRIM

Acı gerçeğimizdir; herkes “mağdur güzellikleri” sahipleniyor.

Bu mağdur ama güzel değerleri sahiplenenler iki türlüdür. Kimisi “Hakk'ın hâkimiyeti” adına, kimisi de “hakka hâkim olma” adına sahiplenir.

Hakk'ın Hâkimiyeti Adına güzellikleri dillendirenler; Peygamberler ve bunların öğretisi olan vahye uyanlardır. Bunlara; “gerçek akıl sahipleri” de denir.

Müslüman'ım diyen her Hakk'ın kulu bunu ölçü almalıdır ama nerde? Akif'in deyimiyle;

“Kuru dava değil bu ilm ister/ Ben o kudrette ADAM(!) görmüyorum. Sen göster!”

Ümmet olarak bir garip olduk! Nefsini kınayanlar azaldı; bir güç sahibinin, kendini kınamasını sağlayacak nasihati yapacak BİLENLERİMİZ eridi.

Ümmet olarak “zalim türetiyoruz; despot, dayatmacı türetiyoruz.

Bir mazlum, bir yanlış yapmaya dursun; bu mazlumun bir yanlışına bin ceza ve yargısız infazları vermeye dünden hazırlanmış nice etkili ve yetkili kişi ve kurumlar; yazar ve çizerler hatta ulema(!?).

İşin aslına bakılırsa; yeryüzündeki tüm “Firavun, despot..” liderler; kendilerini topluma sunarlarken, güzel gelecekleri vaat ederek birinci kimliklerini sunmuşlar. İkinci ama asıl kimliklerini ise gücü ellerine geçirdikten sonra sunarlar, dayatırlar.

Mazlumlar adına çıkıp yükselmiş kimi liderler de zamanla despotlaşabilirler. Şeraiti'nin deyimiyle; “Firavun iman ederdi ancak Haman bırakmamış.”

Nasıl olur demeyin!

Hakk'ı hatırlatma konumunda olan bir saray âlimi olan Haman; Firavun'un her dediğini tasdik, her yaptığını en doğru iş olarak işliyor. Bile bile zulmün, cehaletin yalancı şahidi ve tercümanı oluyor.

İlahlığa doğru giden firavun'un her söz ve fiiline; tartışmasız doğrular olarak bakıyor ve işliyor. Bunu da “zer u sîm, mera ve çayırlarda otlamak için” yapıyor. Derken, Firavun da gerçekten “rızık veren, insanları öldürüp yaşatan bilen bir güç” olduğuna inanıyor. Bunun son adımı olarak da “ilahlığa” yelteniyor.

İşin asıl failleri; ilmi, bile bile şeytanlığına kullanan saray hocalarıdır.

Batı'da Hitler,  Mussolini ve emperyalizm böyle türedi. Bunların bizdeki aveneleri olan Saddam, Milli Şefler, Esed, Petrokral Şeyhleri de yine aynı sebeplerden peydahlandı.

Peygamber(sav), bu yüzden; “Bilmeyene bir kere, bilip de yapmayana yedi kere yazıklar olsun!” demiş.

İlahî fermanıdır; “Biz istedik ki dünyada zayıf düşürülmüşlere lütfedelim, oları yeryüzünde Firavunların (zorbaların) varisi kılalım.”

Bu ilkenin bizdeki tecellisi nerde ve hani?

Her fırsatta bir vesileyle dövülen ve son olarak Barzani üzerinden mükerreren dövülen şu Kürt halkının düştüğü trajikomik haline bakın!

Kürt ve Kürdistan'ın hukukunu dillendirmek zor ve riskli bilirim ama bunun için de “Şintoist, komünist, PKK, YPŞ, XYZ..” olmaya gerek yok. Ehl-i iman olarak; bizim olan mazlum haklarını savunma vazifesini, bir başka zalimin insafına çook terk ettik.

Yüz yıldır, Haçlı işbirlikçisi olan seküler-faşist sistemlerin “red ve inkârlarını” seyrettik. Bir halk; imanımızın hatırına bize bakarak Yunus misal inledi:

“Ben yürürüm yane yane/Aşk boyadı beni kane/Ne akilem ne divane/Gel gör beni aşk neyledi?”

Çevredeki tüm kardeş halkların; katlettiği hilafetin, helal ve haramların faturasını en çaresiz bir kardeş halktan sormak; bununla da yetinmeyerek en ağır cezalar kesmek mi adalet? Hukukun dini olan İslamiyet'in bizdeki karşılığı sadece bu mu?

Ey iman edenler! Bu halk,  isyan diyarlarında “Şeyh Said'e döndü; Said Nursi'ye döndü; Osmanlı dedi, hilafet, şeriat, kardeşlik dedi. Tüm dedikleri ağır suçlardan sayılarak “sürgün yedi, müebbet hapisler, kalebentler yedi, idam oldu. Bu halka sırtımızı döndük!

İnancında kararlıyıydı. Yılmadı, yıkılmadı; yüzde yüzlere varan oylarıyla muhafazakar tüm partilere döndü; sağa döndü, sola döndü; açık döndü, gizli döndü.. Sonunda başı döndü ve sersemleyerek toprağa döndü.

Baygın yattığı yerden uyandığında; öz yurdunda, dağbaşı yalnızlıklarını, gurbeti gördü.

Kıble için Güney'e dönmüş; derdini anlatmak için “heyyealel felah!” seslerini beklediği yerin Kuzey(!) istikametinde, mazlumları konuşan(!) Devrimci Yoldaşların, “dayan yettim!” serabını duydu; oraya yöneldi.

Birileri, başka şekilde örümcek ağı örüyordu ama denize düşmüştü; yorgundu! Yumdu gözünü, açtı ağzını; Şeytan'a uydu! Yılana sarıldı.

Rabbi'ne karşı suçlu; boğulmasını seyreden kardeşlerine(!?) karşı ise mazurdu. İslami camialar; işte bu mazereti anlayamadı; ağır suçlardan saydı.

Irak'taki H.Şa'bilerin cinayetlerini anlatan muhafazakâr TV ve yorumcuların yorumlarını dinliyorum. İslamcısından gayrısına kadar; yaklaşan seçimlerden dolayı, kimisi vekilliğe, kimisi cülusiyelere hazırlanmış gibi..

Camiaların ekseri; “Hakk'ı” düyuna bırakmış; habire “nefret, kin, öfke dilini” kullanarak hükümeti tahrik ediyor. Ortadoğu'nun kanayan yarası olan Kürtlerle Ümmetin liderliğine yükselecek bir Erdoğan'ın sakin bir ortamda düşünmesine fırsat olmasın diye hamaset diliyle “asil kan gazı(!?)” veriyorlar.

“Söylenenleri, 40-milyonluk Kürt halkı da duyabilir..” demeden; bir “Saddam veya Esed” türesin istiyorlar! “Hüseyn” dururken “Yezid” istiyorlar.  

Hülasa; mazlum edebiyatı ve İslami değerlerden baka buluyorsak; Rabbimizin dediği gibi; “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol”-malıyız; şerme lo! Vesselam!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.