Meydanların siyaseti

Hasan SABAZ
Siyaset, meydanlarda şekilleniyor. Meydanlar bazen savaşlara, bazen öfkelerin deşarj olmasına zemin hazırlıyor.
 
Geçen hafta Taksim Meydanı’na cevap, Kazlıçeşme meydanında verildi.
 
Başbakanın meydanlara hâkimiyetinin tartışılacak bir tarafı yok.
 
Bir dönem ana akım basının tüm saldırılarına karşı kendini sadece meydanlarda savundu ve ciddi anlamda başarılı oldu.
Sonraki süreçte basının bir kısmı ona taraf oldu.
 
Erdoğan’ın öfkeyi hitabet sanatı ile birleştirip halkla iyi bir diyalog dili geliştirdiği söylenir.
Bazen milliyetçi damara temas ediyor bazen de İslamcı bir dil kullanıyor.
 
Farklı kesimlere seslenebiliyor.
 
Geri adım atmamasıyla da siyasetin kaypak zemininden bıkmış insanlar için “gerçek lider” profiliyle teveccühe mazhar oluyor.
 
Bunlar yerinde ve zamanında uygulanırsa politikanın pragmatik kuralları içerisinde bir siyasetçi için avantaj sayılan şeyler.
Erdoğan bazen bu zamanlamayı karıştırıyor.
 
Uluslararası bir tezgâhın ürünü olan protesto eylemlerine, eylemlerin yanlışlarına bakarken o da yanlış yapıyor.
Eylemciler bayrak taşıyormuş, ama taşıdıkları bayrak mevzuata uygun bayrak değilmiş. Çünkü üzerinde resim varmış.
Bu yüzden kendisini dinleyenlere “Bayrakları kaldırın” diyor.
 
Bununla yetinmeyerek kendisini dinlemeye gelenlerden evlerine bayrak asmalarını istiyor.
 
Böylece bayrak asmayanlar, bayrak ve vatan düşmanı olarak orta yerde kalacak.
 
Vahim bir tepkisellik ve vahim bir yanlış…
 
Bir dönem ulusalcılar bu işe öncülük ediyorlardı.
Hatta Hürriyet Gazetesi gazeteyle beraber bayrak veriyordu, evlere asılsın diye.
Ulusalcıların bayrak fetişizmine karşı çıkacak, istismardan söz edeceksin; ama yeni bir istismarın kapısını aralayacaksın. 
Üstelik sen de bir dönem bu kampanyalara karşı çıkmışsın!
 
Bakın Erdoğan, Mart 2005 tarihindeki bir konuşmasında neler söylemiş:
“Bir zamanlar hatırlarsanız, bazıları işgal edeceği bir arsayı garantiye almak için, gelir oraya bakarsınız bir Atatürk büstü dikerdi. Bu noktaya taşınmamalı, bu noktaya taşınırsa çok yanlış olur. Bunlardan kaçınmamız lazım. Şehidimizi, şehitliği, bayrağımızı, bu şekilde istismar etmek çok yanlıştır. Çünkü bizim bayrağımız, oy avcılığı yapacak kadar ucuz değildir.”
 
Aradan sekiz sene geçince ne bayrak değişti ne de bayrak istismarı.
 
İstismarın önüne geçmek için bulunan tek yol daha fazla istismar mı?
 
Tabii Başbakan’ın Kazlıçeşme’deki konuşmasının tek problemli kısmı “Bayrak” konusu değildi.
 
Başbakan resmen ulusalcılara seslendi ve “neden ulusalcılığınızın gereğini yapmıyorsunuz?” imasında bulundu.
 
Aslında ima da değil, birebir böyle seslendi:
“Cumhuriyet Anıtı’nda ne vardı gördünüz. Bölücü başı, yanında Atatürk’ün resmi, yanında Türk bayrağı… Şimdi buradan ulusalcılara sesleniyorum. Ey CHP ve yandaşları, terörist başıyla Atatürk ve Türk bayrağına nasıl bunu yaptınız? Niye gidip de bunları indiremediniz?”
 
Tümüyle sorunlu bir dil…
 
Bir taraftan övünerek çözüm sürecinden söz edecek, öte yandan çözüm sürecinin bir tarafını yani muhatap aldığınız tarafı ulusalcılara şikayet edeceksin!
 
Nereden tutsan elinde kalacak bir konu.
 
Birilerini övmek zorunda değilsin, ama sürece zarar gelmemesi için en azından söz etme? Eğer bu söylemler sürece zarar verirse Başbakan halkın karşısına çıkıp hangi başarıdan söz edebilecek? 
 
Kaldı ki Gezi Parkı olaylarının uluslararası bağlantılarından söz eden de kendisi.
 
Ortada kaşımaya müsait bir yara var ve açıkta kaldığı sürece birileri o yarayı kaşıyacaktır.
 
Önemli olan tedavi etmek ve bu süreçte üstünü örtmektir.
 
Tedavi edilmeden üstü örtülen yara ise kangrene bile dönüşebilir.
 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.