Ne istiyor bu Batı?

Dr. Abdulkadir TURAN

Meselenin üç yönü vardır:

İlki tarihidir:

Batı'nın İslam'la uzun ve zorlu bir öyküsü vardır. İslam, Miladî 7. yüzyılda zuhur ettikten hemen sonra yüzyılların dünya düzenini alt üst etti; Resul-i Ekrem (S.A.V.)'in Hendek Günü'ndeki mucizesi gerçekleşti. İslam orduları, Sasanî İmparatorluğu'nu tarihe karıştırdı; Bizans'ın ise güneydeki geniş istila coğrafyasını elinden aldı, Batı'nı kadim Roma İmparatorluğu'nun doğu kalıntısını Batı ve Kuzey Anadolu'ya sıkıştırdı.

İslam, Hıristiyanlığın Ortodoks tarafını siyasi olarak bitirme noktasına getirirken Katolik tarafını Endülüs üzerinden fena yaraladı ancak Katolik cemaatleşmenin sık örgüsü ve Batı Avrupa'nın kendine özgü koşulları yüzünden Katolik dünyanın ana yurdunu fethedemedi. İslam'ın elinden yaralı kurtulan Katolik Avrupa, güç bulabildiği her anda İslam dünyasına hücum etti, bu hücumların ilk dalgası Eyyûbîlerin en zayıf oldukları günlerde, Yedinci Haçlı Seferinin düzenleyicisi IX. Louis'i 1250'de esir almaları ile son buldu.

Katolik Batı, İslam dünyasına yönelik bazı küçük saldırılarla birlikte kendi dünyasına çekilmişken 14. Yüzyıldan itibaren Osmanlı orduları üzerinden Doğu Avrupa'da zorlanmaya başlandı. 15. Yüzyılda Endülüs, vahşiyane katliamlarla Katolik Batı'nın eline geçti ama Batı hem İtalya yarımadası hem Doğu Avrupa'daki Osmanlı akınları ile sonunun yaklaştığı hissine kapıldı.

Katolik Batı, bu sıkışmışlığın verdiği korkuyla denizlerde keşiflere yönelerek kendisine dünyada bir yer aradı, Afrika'yı dolanıp Hindistan'a vardığında karşısında bir kez daha İslam'ı buldu. Ne var ki Batı, İslam'ın girmediği Hindistan kesiti ile keşfettiği tamamen İslam'sız Amerika'da aradığını buldu. Hindistan'ın bu kesitinde bir süre beslenme imkânına kavuşan Batı,  Amerika'nın keşfiyle aradığı soluğa kavuştu. Batı, Hindistan'da bir türlü rahat edememişti çünkü orada İslam vardı; Amerika'da dilediği gibi at koşturmuştu, çünkü orada İslam yoktu.

Amerika'da bulduğu solukla İslam'dan intikam almaya yönelen Batı, kendi hayranı İttihatçıların yanlış I. Dünya Savaşı kararı ve savaş sürecindeki kepazeliklerinden yararlanarak Müslümanları ağır bir siyasi yenilgiye uğrattı, İslam'ın en mukaddes beldeleri Batı tarafından istila edildi.

israil'in Tel Aviv'in ana caddesine adını vererek kutsadığı İngiliz General Allenby, Dımaşk'a varıp “Kalk Selâhaddîn! Biz yine geldik!' dediğinde Batı, İslam için sonun geldiğine inanmıştı. Ama Müslümanlar, Batı II. Dünya Savaşı'nda ağır bir darbe alınca toparlanmaya başladı; savaştan sonra Batı'da doğan insan boşluğunu dolduran kesimler arasında yer aldı, güçlüyken giremediği Batı'ya en zayıf olduğu günlerde sirayet etti, ataları Müslümanlara karşı savaşan Batılılar İslam'la tanıştı. Bunun Batı'da yol açtığı bir şaşkınlık var. Bu şaşkınlık, Batı siyasetine yansıyor.  

İkincisi Suriye iç savaşı ile ilgilidir:

Suriye'deki iç savaş, İslam dünyasında ağır yaralar açarken Müslüman Batı'ya da ağır bir darbe indirdi. Dünyanın insan unsuru bakımından en yoğun bölgelerinden biri olan Suriye'nin savaş için dışarıdan bir insan unsuruna ihtiyacı asla söz konusu değilken birileri ahmakça bir tutumla ya da şeytanî emellerle Batı'daki nadide Müslüman gençleri Suriye savaşının içine çekti. Müslüman gençleri, İslam'ın en çok gence ihtiyaç duyduğu bir alandan hiç ihtiyacının olmadığı bir alana sürükledi. Bu felaketle Müslüman Batı'nın gençlik enerjisi zarar görürken Batı'daki İslam düşmanları “Gençleriniz Müslüman olursa sonları böyle olur!” deme fırsatı buldular, bu fırsatla güçlendiler, siyasette söz sahibi olacak konuma çıktılar, şimdi bu konumları ile Batı siyasetini etkileyerek fiili olarak İslam'la mücadeleye zorluyorlar.

Üçüncüsü Türkiye odaklıdır:

Batı, I. Dünya Savaşı'ndan sonra İttihatçı subayların rütbe yarışından iyi yararlanmış; en alt rütbedekilere yükselme umudu vererek onlarla fena bir ilişki geliştirmişti. Bu ilişkinin Osmanlı mirasçısı Türkiye'yi mutlak bir şekilde Batı'nın içinde eriteceğine hatta İslam aleminin erimesine de yardımcı olacağına inanmıştı. Bu hesap tutmadı.

Türkiye resmi kurumlar bağlamında İslamî ilimlerden tamamen uzaklaştıysa da İslam dünyasındaki uyanışı kendi gerçekliği içinde yaşayarak köklerine dönme sürecine girdi, Batı'yı ağır bir hayal kırıklığına uğrattı.

15 Temmuz, Batı için büyük bir umuttu. Mısır, el-Sisî gibi bir generalle kontrol altına alındığı gibi Türkiye'nin de kontrol altına alınabileceğini düşünmüştü Batı'nın derin aklı.

Batı, Türkiye toplumu ile Mısır'daki selefi nitelikli kitle arasındaki farkı göremeyince kötüce bozuldu 15 Temmuz'da.

Entelektüel olarak biten Batı, belli ki 15 Temmuz darbe girişiminin başarısızlığa uğraması karşısında ikinci bir plan yapamamıştı, şimdi çaresizlik hâlinde içindeki faşist yapıların arkasından sürüklenip gidiyor.

Batı ülkelerinin, Almanya veya Hollanda'nın, 16 Nisan konusunda takındıkları her tutum, 15 Temmuz darbe girişimindeki paylarını deşifre ediyor. Ama aynı zamanda Batı'nın demokrat yüzüne de ayna tutuyor. Artık ilginç değil herhalde: Darbeci General el-Sisî'yi kırmızı halılı törenlerle karşılayan demokrat Batı, darbeye karşı koyan Türkiye'ye yaptırım uyguluyor.  

Türkiye, Avrupa'nın bu hâlini deşifre edecek hamleleri atarken aynı zamanda bugüne kadar “çağdaşlaşma” adına Batı'ya bağlanan ve üstelik bağımsızlık marşlarıyla gösteriler yapan modern yaşam tarzındaki kitlesiyle Batı arasındaki mesafeyi artırmanın hatta dikenlemenin yolunu da arıyor.

Türkiye, Batı Avrupa şaşkın, Amerika karışık, kendi toplumu 15 Temmuz üzerinden geçmişe göre daha bütünleşmişken süreci Batı'ya karşı bağımsızlaşma yönünde değerlendirmek istiyor. Batı da buna karşı 15 Temmuz'da başaramadığını yeni hamlelerle başarmanın, Türkiye'yi ne olursa olsun kendi ekseninde tutmanın hesabını yapıyor.

Türkiye;

1. Batı demokratlığı aşınırken İslam'ın istişaresine günün koşulları içerisinde işlerlik kazandırırsa

2. Batı faşizmi kızışırken, Batı'nın İslam dünyasına yaydığı en ağır musibet olan milliyetçiliği kontrol altında tutabilirse

3. Batı ayrımcı köklerine dönerken İslam'ın Müslüman toplumlara karşı eşitlik esasını ihya edip toplumun her kesiminin ülkenin yönetiminde söz sahibi olabileceği bir zemin oluşturabilirse

4. Batı İslam'a karşı öfkesini bilerken bütün dinlerle bağı kesilmiş gruplar da dahil, içindeki gayri müslim ya da gayri müslimlere inançta dahi benzemiş azınlıkların yaşam hakkı ve yaşam tarzı konusunda sağlam durursa

5. Batı sosyal adalet programlarını sorgularken İslam iktisadını canlandırma yönündeki arayışı hızlandırırsa

bağımsızlaşma çabasını başarıyla sonuçlandırabileceği gibi, büyüme olanağını da katlayacaktır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.