Özel Eğitim Üzerine…

Hasan YILMAZ

Eğitimin alt dallarından biri özel eğitimdir. Özel eğitim dediğimiz birim daha çok özelde çaba gösterip, eğitime destek verip gerçek kişi veya tüzel kişilerin programını takip eder. Yazışmaları yapar, bir eksiklik varsa düzeltme adına çeşitli uyarılarda bulunur.

Bu birim her ne kadar basit gibi görünse de bütün kurumların kahrını çeken bir birimdir. Halden anlayan kurumlar arasında resmi yazışmalara vesile olup içten, samimi, gizli kahramanlardan oluşan bir birim olarak da tanımlayabiliriz. İhtiyaçları bilmeleri öğrenciyi, veliyi, kurumları idare etmeleri ve öğeler arasında köprü vazifesi görmeleri aynı zamanda bir rehberlik hizmeti verdiklerine işarettir.

Özel eğitim birimleri bu kadar işlevsel olmalarına rağmen neden özel eğitim kurumları ciddi sorunlar yaşamakta?

Hepimiz çok iyi biliyoruz ki özel eğitim kurumları ihtiyaca binaen ortaya çıkarlar ve zaman içinde farklı şartlardan etkilenirler. Özellikle son zamanlarda gündem olması ya da birçok kurumun zorda kalması veya kapatılması bunun en güzel örneğidir.

Neden böyle bir tablo ortaya çıktı?

Özellikle teşviklerin kaldırılması, isim hakkı verenlerin isim hakkı alanlardan daha kötü yönetmesi. Kurumları idare edenlerin plan ve stratejilerini mantıklı bir şekilde ortaya koyamamaları, mevcut kurumların göz ardı edilerek finans kaynaklarının başka sektörlere kaydırılması kısacası bir elde iki karpuz taşıma düşüncesi bugünkü özel sektörü bu hale getirmiştir.

Yöneticilerin ayaklarını yorganlarına göre uzatmayarak ölçüsüz kredi çekmeleri, helal, haramı düşünmeyerek haksız kazançla zengin olma düşüncesi, insanların temiz duygularından faydalanarak aldıkları emanetleri vermemeleri, saf temiz insanlar nezdinde güven kaybı, bugün bu kurumları ve benzer sektörleri sekteye uğratmıştır.

Emanet denildiğinde iki şey akla gelmelidir: Birincisi kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’dir. Bu konuda bizleri yaratan kudret: “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, sorumluluğundan korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalimdir, çok cahildir.”

Tarihi gelişim içinde insanı incelediğimizde çoğu zaman nankör olduğuna şahit oluruz. Kendi rabbinin emanetine sahip çıkmayan insanın, insanların emanetine sahip çıkması ne kadar mantıklı? Duyuyoruz birçok kuyumcu insanlardan para alarak çoğu insanı mağdur etmiş, bir gece de ansızın şehri terk etmiştir. Bu tür örneklerden yola çıktığımızda şunu söyleyebiliriz: Allah’ın emanetine sahip çıkmayana emanetlerimizi vermek doğru bir yaklaşım değildir.

Peki, emanetlerimizi kime teslim etmeliyiz?

Emanetlerimizi Allah’ın emanetine sahip çıkan, insanların emaneti için ölümü göze alan Ali’lere vermeliyiz. Bakın: Mekkeliler, "Muhammedü'l-Emîn" lâkabını verdikleri Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) son derece güvenirler ve en kıymetli eşyalarını, saklayamamaktan korktukları için ona teslim ederlerdi. Kureyş ileri gelenlerinin, hakkında ölüm kararı aldıkları sırada da kendilerinde emanet olarak birçok kıymetli eşya vardı. Ama o, bu karara rağmen, emanetlerin sahiplerine verilmesini Hz. Ali (ra)’e verdi.

Hz. Ali ne yaptı? Teslim edilen emanetleri ölümü pahasına hak sahiplerine vererek tarihte görülmemiş bir örneğe imza attı. Bir emaneti bir yere bir insana teslim ederken mutlaka iyice düşünüp öyle hareket etmek gerekir. Gelişigüzel, araştırılmadan yapılan her iş zamanla insanı çok yoracaktır. Rabbim; emanetlere sahip çıkan kullarından eylesin.

Selam ve dua ile…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.