PKK’nin merkez koordinatlarından Demokrasi-3

Mustafa CANAN


Allah’ın adıyla

Beşeri izimler içinden sıyrılıp günümüze gelen ve fakat kendisine yöneltilen güçlü beş eleştiriden birincisi ve ikincisini önceki yazımızda açtığımızdan şimdi de üçüncüsünü açalım.

“Üçüncüsü: Aslında genel bir kavram olan demokrasinin tek başına kullanılması” meselesinde PKK bir adım öndedir. Genel olarak demokrasiyi tek başına kullanmaz. Daha çok; “demokratik toplum, demokratik konfederalizm, demokratik duruş, demokratik eylem, demokratik örgütlenme” olarak veya PKK’nin merkez koordinatlarının diğer ayaklarıyla beraber zikredilir.

Kendine göre de olsa içini doldurmaya çalışır. Tabii “demokratik”li argümanları PKK, kendisine göre yorumlaması bu eleştirinin etki alanına PKK demokratlığı da girmekten kendini kurtaramıyor. Örneğin genel geçer demokrasi anlayışında farklı görüşleri yaşatma ve hoşgörüyle yaklaşma anlayışının aksine PKK’nin farklı ve muhalif görüşlerle ilgili demokratik yaklaşımı(!) farklı görüşleri “demokratik” mücadele adı altında imha etme şeklinde olabiliyor. Burada yine ortaya çıkan; demokrasinin lastik gibi bir buraya bir şuraya çekiştirildiği, herkesin kendisine göre kullandığıdır.

Demokrasinin yanlış tanımlandığını belirten ve demokrasiye kendisine göre yeni bir tanım getirmesinden sonra izahata ihtiyaç duyulan PKK’nin programında geçen “Halkların demokrasisinde kölelere, serflere ve işçilere yer yoktur. Demokrasilerde yönetilme olmaz, kendini yönetme vardır. Demokraside birey kendi iş komününün üyesi olarak çalışır” cümlelerine eğilelim isterseniz.

PKK, bireyin değil toplum demokrasisinden yanadır. PKK, altın kural olarak sunduğu “ne kadar devlet o kadar az demokrasi, ya da ne kadar demokrasi o kadar az devlet” esasını önceliyor. Devlet olamamanın verdiği kuyruk acısıyla devletleşmeyi hedef tahtasına oturtmasıyla aslında arkasına sığındığı toplum veya halk demokrasisiyle bilmem bindiği ağacı kestiğinin farkında mı? Hâkim devlet mantığının despotluğunu, vatandaşı görmemesini, devletin bekası uğrunda vatandaşından geçmesini eleştirmek iyi güzel de halk demokrasi adına bireyin hakkını görmemek neyin nesi? Birey demokrasisi yerine neden halk demokrasisi? Bireyi halka kurban etmenin manası nedir? Kürdistan’da soyunduğu devletçilik provalarında hâkim devlet anlayışını aratmaması da “bu ne perhiz bu ne lahana” dedirtiyor.

Yine teorisini yukarda verdiğimiz halk demokrasisinde PKK pratiği nasıldır? Pratiği mümkün mü?

Örneğin “halkların demokrasilerinde işçilere yer yoktur” cümlesinden yola çıktığımızda PKK ve türevlerinin elindeki onlarca belediyede işçilerin olmaması lazım ve belediye başkanlarının sokakları temizliyor olması gerekirdi; ama tüm belediyelerinde işçiler var. Olmasından da daha doğal bir şey yoktur. “Halkların demokrasisinde işçilerin olmama” meselesi ayağı yere değmeyen pratiği olmayan ve olmayacak olan sözden öte hiçbir değeri olmayan bir meseledir. Çünkü işçi de doktor, mühendis, öğretmen, asker, aşçı vesaire gibi bir toplumda hayatın idamesi için olmazsa olmazlardandır. Yeter ki; iş alanları, rızık kapıları tahkire sebep olmasın.

Pratiği olmayacak bir “halkların demokrasisinde işçilere yer yoktur” yerine emeğin hakkının verilmesine, işçinin sömürülmemesi gerektiğine, iş kollarının toplumu ayrıştırmamasına vurgu yapılabilirdi. Yine işveren ve işçi, amir ve memur, devlet ve tebaa arasında bir sıcaklığın olması gerektiğine, her insana insan olmasından dolayı değer verilmesi gerektiğine değinilebilirdi. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “işçinin alın teri kurumadan emeğinin karşılığını verin” hadisi de ölçü alınabilecek düsturdur.

Böyle olsaydı, alın teri kurumadan emeğinin karşılığı alan bir işçi görürdük. Yeri gelince temizlik işçisiyle beraber sokakları temizleyen bir belediye başkanı; yeri gelir işçisiyle beraber kazmasını vuran bir belediye başkanı profili karşımıza çıkardı. Keşke böyle olsaydı.

Önerilerimizin paralelinde bir yaklaşım şüphesiz belediye başkanı olduğu şehrin sokaklarının çöpünü işçisiyle beraber toplayan bir belediye başkanı profili ortaya çıkarır. O da eksi değil artıdır. Beşeri sistemle yönetilen devletlerde bunun örneğini bilmiyorsak da hem ordu komutanı hem de devlet başkanı olan Hz. Peygamber (s.a.v.) ‘in Mescid-i Nebevi’nin inşaatında bizzat çalıştığı, hendek kazma işinde bulunduğu, bir sefer sırasında -piknikte gençlere veya çocuklara yaptırılan- çalı çırpı toplama işinin kendisinin yaptığı sizin de malumunuzdur. Yine zamanın devlet başkanı olan Hz. Ömer’in fakire götürmek üzere sırtında un taşıdığı da öyle.

Garip olan ise sınıfçılığa karşı olduğunu belirten PKK’nin hemen sonraki cümlede “Demokraside birey kendi iş komününün üyesi olarak çalışır.” Şeklinde bir cümle geçiyor olmasıdır. Maalesef burada da “Kendi iş komünü”yle bir sınıflandırmaya kapı açarak kendisiyle çelişiyor.

Kölelik meselesine gelirsek köleliğin tüm versiyonları bir insanlık ayıbıdır. Kölelik sisteminin bir versiyonu tarafgir ve partizan bir yönetimle yönetilen belediyelerde bugün varlığını koruduğunu da görmek gerekir. Maalesef bu belediyelerin başında teoride köleliğe karşı olduğunu belirten PKK ve türevlerinin elindeki belediyeler geliyor. PKK uğruna bedel ödememişleri işe almamak, PKK eylemlerine iştirak etmeyenleri ta ’zir etmek, işten çıkarmak, işten alamadığı kadroluları işlevsiz bırakmak onlardan bir tür kölelik beklemek değil de nedir? Kendilerine iş istihdamı sağlananların fikirlerine, zikirlerine, özel hayatlarına varacak şekilde müdahil olunmayı kabul edenlere “demokrat köle”ler onlardan bunu bekleyenler de “çağdaş efendiler” veya “demokrat efendiler” olsa gerek. Bu durum da haktan ve halktan dem vuranlar adına büyük bir handikaptır. Bu handikabın görülüp, bu hastalığın nüfus ettiği yerlerde farklı siyasi, dini görüşlere karşı en üst perdeden bir müsamaha ve hoşgörünün sağlanması elzemdir. Devam edecek... Allah’a emanetsiniz.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.