28 Aralık 2011 tarihinde yaşanan elim Roboski katliamının yıldönümünde, mazlumların yanında olduğumuzun bir nişanesi olarak sabah namazından sonra Amed’ten bir grup avukat arkadaşla yola koyulduk.
Nusaybin’den sonra askeri kontrollerle karşılaşmaya başladık. Merak ettikleri “Nereye gittiğimiz”di. Bir-iki gün öncesinden İçişleri bakanlığının talimatıyla Roboski’ye gidişlerin yasaklandığına ilişkin bilgiler kamuoyuna yansımış, katliam gününden önce Roboski’ye gitmek isteyenlere zorluklar çıkarıldığı, engellendikleri sosyal medyada yer almıştı.
Bizler de Nusaybin’den Roboski’ye varana dek kısa aralıklarla onun üzerinde askeri kontrolle karşılaşacak, her bir kontrol noktasında bir süre bekleyip bir şeyler söylemek zorunda kalacaktık. Elbette kontrol noktalarıyla katliam yıldönümünde Roboski’ye gideceğimizi söyleyecek ve gereksiz tartışmalara girecek değildik.
Seyahat özgürlüğünün, fikir özgürlüğünün esas olduğu iddia edilen bir ülkede insanın kendi topraklarında sırf bir katliamın yıldönümüdür diye tam teşekküllü, zırhlı askeri kontrollerle karşılaşması ne acıdır.
Ne yani? Dağ, taş ve topraktan başka bir şeyin olmadığı Roboski’ye varanlar orada nereye saldırıp kimi rahatsız edecekti? Yasakların anlamsızlığı ya da “bizler için ne anlama gelmesi gerektiği”nin altını çizmek lazım burada…
Kadim medeniyet merkezlerinden, Hazret-i Nuh aleyhisselam’ın ve aşkın şairi Mela’nın da medfun bulunduğu Cizira Botan’dan sonra, Qasrik boğazını geçip Şırnak yönüne doğru tırmanmaya başladık. Şırnak’a girmeden, Qileban/Uludere tarafına yönelip yolumuza devam ettik.
Güneşli bir gün, dorukları karlı dağlar ve de ardı sıra gelen kömür madenleri bizleri karşılamaktaydı artık. Bir de mazlum coğrafyamızın dağlarına tepelerine kurulmuş askeri birlikler ve Toki’nin yeni yaptığı askeri nöbet/gözetleme kuleleri…
Roboski’ye varmadan yol üzerindeki bir köyde mola verip, soğuk suyla abdest aldıktan sonra, mermerden namazlığın üzerinde namazlarımızı eda ettik.
Namaz sonrası devam ettiğimiz yer yer patika sayılabilecek, dağlar arasında akıp giden yolda şaşırtıcı bir manzarayla karşılaşacaktık. Tonlarca beton yığınıyla yapılmak istenen baraj inşaatları… Yüksek dağlar arasındaki bu daracık geçitlerde bu barajların ne işi diye soracak olursanız, tabi ki sözümona güvenlik… Doğanın yapısını bozmanın ve bölge insanının hayat düzenini değiştirmenin yanında ekonomik bir katkısı olacak mı? Hiç sanmıyorum…
Dağları ve doruklarındaki karı gördükçe Roboski mazlumlarını hatırlamamak ve bu yalçın dağların karlı doruklarını aşmak suretiyle geçimlerini sağlama uğraşılarına şaşırmamak elde değil.
Qileban/Uludere’ye giden yol tabelasının önünden geçtikten sonra kurulu köylerde geleneksel giysileriyle Kürd köylüsüne ve sürülere rastlıyoruz.
Bir yerde yolüstü bekleyen ilkokul öğrencilerini arabamıza alıp tatlı yüzlerini yakından görme bahtiyarlığına erişiyoruz. Kimisinin ismi Farıs, kimisinin Barzan… Okuldan çıkmış, evlerine gidecekler… Tatlı Botan şivesiyle güzel Kürdçe’leri duyulmaya değerdi.
Çocukları evlerine yakın bırakıp yolumuza devam ediyoruz… Zorlu yol adeta bitmek bilmiyor… Ve nihayet Roboski’yi görüyoruz. Bir dağ yamacına kurulu şirin bir köy… Önünde bulunduğu pencereden minibüsümüzü gören küçücük bir çocuk, Filistin’den dünyaya yayılan zafer işaretiyle bizi karşılıyor gülümseyerek…
Roboski’den geçip hemen yanındaki, bitişik denebilecek Bêjuh Köyü’ne varıyoruz… Park halindeki farklı şehir plakalarını taşıyan yüzlerce araç, insan kalabalıkları, TV ve ajans arabaları dikkatimizi çekiyor. Bir de yükseklere çekilmiş 34 siyah/yaslı bayrak…
Duhok’tan gelenler de var, Avrupa’dan gelenler de… İnce, uzun ve dönemeçli yoldan araçla Roboski kabristanına doğru yola koyuluyoruz. İnsanlar öbek öbek ya gidiyor, ya dönüyor…
Ve doruğu karlı bir dağ eteğindeki bir tepede bulunan kabristana varıyoruz. Gelip gidenlerin yanısıra yüzlerce insan toplanmış, yapılan konuşmaları dinliyor. Kürdçe ve Türkçe konuşmalar…
Mazlumların mezarlarına ulaşabilmek mümkün olmuyor. Biz de genel olarak Fatihalarımızı okuyoruz.
Ülkenin batısından gelen ve kendi coğrafyalarında hiçbir karşılık bulamayan marjinal sol gruplar Roboski’de konuşmacı olabiliyor, siyasi parti temsilcileri konuşmalar yapıyor… Ve mezar manzarasına uymayan alkışlar… Bu tür yerlerin belli fraksiyonların propaganda yeri olmadığının, olmaması gerektiğinin altını özellikle çizmek lazım… Elbette vicdanı olan her fikirden insanın mazlumların yanında durmak ve zalimlere dur demek için burada bulunma hakkı vardır…
Ve nihayet okutulan fatihayla konuşmalar son buluyor, insanlar yavaş yavaş dağılmaya başlıyor… Bizler de mazlumların kabirlerine varıp ellerimizi açıyor, Fatihalarımızı ruhlarına takdim ediyor, mezarları başlarında kimisi gözü yaşlı, kimisi öfkeli bir şekilde bekleyen yakınlarına, vefat edenler için rahmet, kendilerine de başsağlığı ve sabır diliyoruz.
Şal-şapik giysileriyle yaşlı bir amca elindeki resmi gösteriyor ve resimdeki hanımının iki çocuğundan bir süre önce vefat ettiğini söylüyor… Ardından iki çocuğu bombardımanla katledilmiş… Mekânlarının cennet olması dileğinde bulunuyoruz.
Ve diğer şehidlerin kabirleri… Halen gözü yaşlı anneler, kadınlar…
Çocuklarının mezarlarına çerçeveledikleri resimleriyle gelmişler…
Acılarını anlayabilmek, paylaşabilmek mümkün değil… Katiller deşifre edilip cezalandırılsaydı belki bir nebze rahatlarlardı. Ama ne çare… Bir sene geçmiş, arpa boyu mesafe alınmamış… Üstüne üstlük hakaretlere maruz kalmışlar… Ama onurlu duruşlarını korumuş, sus payı olarak verilmek istenen parayı -miktarına bakıp- almamışlar.
Roboski Kabristan ziyaretinin ardından görüntülerde cenazelerin taşındığı ince, uzun dönemeçli yoldan yürüyerek dönüyoruz bu kez bir arkadaşla… Hissedelim istiyoruz biraz…
Yolda karşılaştığımız iki çocukla kısacık tatlı bir konuşmamız oluyor, namaz kılıp kılmadıklarını soruyorum. Kılıyoruz diyorlar… Allah sizleri muhafaza eylesin deyip devam ediyoruz…
Taziye yerine doğru iktidar aleyhine sloganlar atarak yürüyen küçücük çocuklara rastlıyoruz…
Ve taziye yeri diyebileceğimiz meydanda basın açıklaması yapan gruplar…
Yakub Aslan Ağabey’i ve başka bir kısım dostları orada görmek yüreğimize su serpiyor…
Ve dönüş vakti…
Akşama doğru yola koyuluyoruz geldiğimiz yöne doğru… Roboski madden geride kalıyor; ama bir halkın topyekün maruz bırakıldığı zulümler tamamen son bulmadığı müddetçe taze bir sembol olarak hep yüreğimizde…
Dönüş yolu, akşam da olduğundan olsa gerek bir hayli uzuyor…
Cizre’ye vardığımızda bir-iki gün önce vefat eden Kürd siyasetinin emektar ve yapıcı isimlerinden merhum Şerafeddin Elçi’nin taziye evine varıyor, fatihamızı sunuyoruz.
Bu şekilde katliamın birinci yıldönümünde Roboski’de olmuş olmanın, mazlumların tarafında saf bağlamanın gönül huzuru içerisinde dönüyoruz…
Hamdolsun, mensubu olmakla şeref duyduğumuz inancımız insanların sadece ve sadece âlemlerin rabbine kul olması, yeryüzünden zulüm ve fesadın bertaraf edilmesi için sunulmuştur insanlığa… Zulme sessiz kalanı dilsiz şeytan olarak niteleyip, zalim sultana hakkı haykırmayı cihadın en büyüğü olarak görmüştür… Adaleti ayakta tutmaya çağırmıştır Rabbimiz…
Adalet bayrağının imanla nurlanmış neferlerce dalgalandırıldığı, Roboski’lerin son bulduğu ve hesaplarının sorulduğu, aralarına sınırlar çekilmiş mazlum bir coğrafyanın mazlum çocuklarının tamamen özgürleştiği günlere hep beraber kavuşmak dileğiyle…
Bir sembol haline gelen Roboski şehidlerinin ruhları şad olsun…
(Bangaheq)