Secdede Biten Bir Ömür: Prof. Dr. Babanzade Ahmed Naim-2

Babanzâde, felsefi ilimlere vakıf olduğu kadar İslami ilimlere de vakıf bir düşünürdür.

Siracettin Aslan / ARAŞTIRMA/doğruhaber

Babanzâde, felsefi ilimlere vakıf olduğu kadar İslami ilimlere de vakıf bir düşünürdür. Hadis alanında yapmış olduğu çalışmalar bunun bir göstergesidir. Babanzâde, batı felsefesi coşkun bir sel gibi Osmanlı topraklarına aktarılırken dini ve kültürel değerinden hiçbir şekilde taviz vermeksizin batı düşüncesini araştırmış, öğrenmiş ve çeşitli makaleler ve kitaplar yazmıştır. Babanzâde, batının ilim ve tekniğinin öğrenilmesine taraf olduğunu, kültür ve değer yargılarının öğrenilmesinden yarar görmediğini, doğunun yani İslami değerlerimizin ve kültürel geçmişimizin yeterince parlak olduğunu hararetle savunan ender âlimlerimizdendir.

İlmi Şahsiyeti ve Batı Düşüncesine Karşı Tutumu
Ahmed Naîm Bey, medrese eğitimi görmemiş olup modern eğitim kurumlarında öğrenimini tamamlamıştır. Ancak O, medrese eğitimi görmemiş olmasına rağmen modern bilimlere vakıf olduğu kadar geleneksel medrese ilimlerine ve İslam felsefesine vukufiyeti olan birisidir. Naîm, bu medrese müfredatındaki ilimleri ve İslam felsefesini çoğunlukla kendi bireysel çabasıyla öğrenmiştir.

Ahmed Naîm’in ilmi birikimi ve feraseti, dönemin entelektüel İslam aydınları tarafından her zaman itibar görmüştür. Nitekim dönemin Diyanet İşleri Başkanlığı’nca “Kur’an Tefsiri ve Tercümesi”nin yapılması için M. Akife Ersoy’a gidildiğinde o da Elmalı Hamdi’yi önerir ve bunun üzerine “Hamdi ve Naîm, bunlar ehl-i sika’dandır; ne derlerse öyledir, sözleri senet teşkil eder” (İz, 1990, 144) diyerek ilimlerine olan güvenirliğini dile getirir.

Arapça, Farsça, Kürtçe ve Fransızcayı çok iyi bilen Ahmed Naîm, Doğunun düşünsel birikimine ve batının felsefesine hâkim bir mütefekkirimizdir. Ancak o, batının bilim ve tekniğine muhabbet duyduğu kadar, pozitivist ve materyalist eğilimlerin amansız düşmanıydı. Bu bağlamda Ahmed Naîm, batı uygarlığının düşünsel havzasında türeyen sözde bilimsel doktrin olarak ileri sürülen pozitivist, materyalist, evrimci ve analitikçi akımlara karşı sürekli temkinli davranmış olup ilmi düzeyde bunlarla mücadele etmiştir. Bu bakımdan Naîm’e göre, batı felsefesi, düşüncesi, hukuku ve tekniği bizi Avrupa’ya ne kadar yaklaştırırlarsa yaklaştırsın aramızdaki mesafe doğu ile batı kadar uzaktır. Çünkü batı batıdır, doğu doğudur. Bu nedenle ilmi araştırmalarda bir Müslümanın yapacağı ölçüsü şudur: “Avrupa’nın ilim ve fennini sevmeli, adeta ona tutkun olmalı, fakat bu sevgi bizi bize unutturmamalı, kültür ve değerlerimizi gözümüzde küçültmemelidir.”(Hansu, 2007, 28)

Ahmet Naîm Bey, Kur’an’a ve Hz. Peygamberin sünnetine ve hadislerine çok sıkı sıkıya bağlı bir Kürt âlimidir. Nitekim Batı düşüncesi ve kültürünün İslam toplumlarına kâbus gibi çöktüğü, aydınlarının çoğunun kurtuluşu batıda aradığı, ezilmişlik psikolojisinin aydınlar arasında yaygın olduğu ve medresenin işlevsel fonksiyonunu kaybettiği bir dönemde Ahmed Naîm; sünneti ve hadisi kurtuluş reçetesi olarak sunan bir aydın olarak karşımıza çıkar. Kendimizi kendi kaynaklarımızdan öğrenmemiz gerektiği tezini savunan Naîm, bireylerin ve aydınların kendi özlerine dönmesini sağlamak için Sebilürreşad ve Sırat-ı Müstakim gibi dergilerde makaleler yayınlamış ve kitaplar neşretmeye çalışmıştır. Bu bağlamda eğer bir şey nakil edeceksek tedbirli olmak gerektiğini ve bu nakillerin bizim temel dini yargılarımız ve kültürel unsurlarımızla çelişmemesi gerektiğini hararetle savunur. Bu demektir ki İslam’ın değer yargıları ve parametrelerini değişen dünyanın dinamiklerine uyarlamaktan ziyade değişen dünyayı İslami sabiteler üzerinden okumak gerekir. Ancak Osmanlı Devleti’nin çöküş döneminde özellikle de I. Meşrutiyet sonrasında batılılaşma yanlısı aydınlar, (Ali Rıza, Tevfik Fikret, Şinasi vs.) kurtuluşu ve aydınlığı doğrudan batı birikimini tevarüs ederek kendimizi onlara benzetmede aramışlardır. Bu duruma ilişkin Ahmet Naîm, Avrupa’dan gelecek ithaller konusunda, “Daima en kötü şeylerini almak, iyi şeylerini bozmadıkça tatbik etmek bizim için en çekici felaketlerden bir şey” (Naîm, 1991, 28) olduğunu ifade ederek o dönemin batılılaşma algısını ortaya koymaktadır.

Şahidlerin Dilinden Ahmed Naîm
Ahmed Naîm, derinlikli ilminin yanı sıra karakter olarak mütevazı bir yapıya sahipti. Bu bakımdan onu tanıyanlar ve bilenler, onun karakterini ve ilmi derinliğini her zaman takdire şayan olarak görmüşlerdir. Şimdi bunlardan bir kaçının dilinden Ahmet Naîm’i tanımaya çalışalım.

0smanlı Devleti’nin yıkılışını konu edinen “Üç İstanbul” (1938) romanının yazarı olan Mithat Cemal Kuntay (1885-1956), Naîm’in batı düşüncesi karşısındaki aktif duruşunu şöyle ifade eder: “Başı iki kısımda: Doğu ve Batı! İkisi birbirine karışmayarak yan yana duruyordu. Ve Naîm’i Avrupa’nın filozofları değiştiremediler. Bu filozoflara Naîm şaşılacak derecede nüfuz ediyordu, fakat bu filozoflar şaşılacak bir acizlikle Naîm’e nüfuz edemiyorlardı.” (Kuntay, 1990, 205) İslami ilimlerdeki ilmi derinliği sayesindedir ki batı felsefesi kendisini bir türlü değiştirememiştir. Hatta denilebilir ki bunun esas nedeni, Mevlana pergel misali gibi bir bilgilenme metodolojisini takip etmesinden kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte bilgilenme sürecinde Naîm, kadim ile modern disiplinleri mukayese eden bir metodolojiyi her zaman ön planda tutmuştur.
Bu konu bağlamında M. Cevdet (1883-1935) şunları söyler: “Ahmed Naîm, birçok Arapça esere mesela Elbistani’nin Dairetu’l Maarifi’ne, Ekrabu’l-Mevarid gibi meşhur kamuslara, Avrupa felsefesinin ana kitaplarına göz gezdirmekten usanmaz; Fârâbî, İbn Sîna, Seyyid Şerif gibi İslam düşünürlerinin eserlerini baştanbaşa okuyarak bunların görüşleriyle Batının felsefe anlayışı arasında karşılaştırmalar yapardı. Bir kavramı bir kelimeyi ayrıca inceleyip benzerleriyle karşılaştırdıktan sonra kafasının içine alır ve Arapça, Türkçe terimlerle Batıdaki felsefi terimlerin delaletleri arasındaki uygunluk ve ayrılıkları uzun bir analiz sonucunda tayin ederdi.”(Hansu, 2007, 107)

Darülfünun(İstanbul Üniversitesi)’dan öğrencisi olan Macit Gökberk (1908-1993), kendisiyle dünya görüşleri yüzde yüz farklı olmasına rağmen Ahmed Naîm’e olan saygısını ve onun ilmi şahsiyetini şu ifadeleriyle dile getirmektedir: “Naîm Bey, dünya görüşlerimiz birbirine büsbütün karşıt olduğu halde çok saydığım bir hocamızdı. Genel Felsefe ve Metafizik derslerini verirdi. İslam kültürüne hayrandı. Değişen toplum koşulları içinde düşüncelerini değiştirmedi ve kişiliğinden hiç ödün vermedi. Geçmişe bağlı ve görüşlerinde tutarlı bir Müslüman aydın idi. Cumhuriyetin en coşkulu en parlak günlerinde bile geçmişe bağlılığını bir bütün olarak korudu. Kişiliğindeki bu bütünlük onu ister istemez saygı konusu yapıyordu.” (Hansu, 2007, 104)


Devam edecek

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.