Siyonizm Soytarılarının Yeni Hedefi Lübnan mı?

Said Çınar

Suudi-Lübnan hattında birbirleriyle ilintili ilginç gelişmeler yaşanıyor.

Suriye ve Irak'ta epey zamandır oynanan uluslararası ve bölgesel oyunun kuralları değişince piyasaya yeni  senaryolar sürülmeye çalışılıyor. Amerika yorgun, İran ve müttefikleri hareketli, Suudi ve israil ekseni panik yaşıyor. Yeni oyun senaryosu için bu kez Lübnan sahası önem kazanıyor. Tahran'dan Beyrut'a ve Gazze'ye uzanan zincirin halkaları ne Irak ne de Suriye'de kopartılamadı. Doğal olarak iki hedef nokta kalıyor. İran ve Lübnan! İran'ın Suudi/israil eksenince dize getirilmesi zor göründüğünden zayıf halka olarak Lübnan seçilmiş gibi görünüyor. Suriye'nin karıştırılması süreci boyunca rahat bir nefes alan israil, Lübnan'ı da karıştırabilirse çok daha rahat bir nefes almayı hedefliyor.

Lübnan'daki toplumsal doku karıştırılmaya müsait. Çünkü başlıca iki siyasal kutba ayrılan dinamik ve aynı zamanda birbirlerinden kuşku duyan bir toplumsal yapı söz konusu. Karıştırmanın önündeki en büyük engel ise etkili askeri gücüyle Hizbullah duruyor. Yine de bu durum belirli dönemlerde Lübnan'da siyasal istikrarsızlıkla başlayan toplumsal çalkantıların önüne geçmeye yeterli olmayabiliyor. Hele ki israil ve batılıların Suudi kanallar üzerinden Lübnan'a yaptıkları müdahaleler genelde sancılı dönemler doğuruyor.

Suriye'de oyunun kurallarında yaşanan belirgin değişimler, yaşanan iç çatışmaların seyrini “uluslararası toplum” denen ucubenin beklentilerinin aleyhine çevirmiş görünüyor. Yaşanan gelişmeler, israil ve Hizbullah arasında belirgin restleşmelerle yer değiştirmiş bulunuyor. israil'in Hizbullah'ı, Suudi'nin İran'ı, İran'ın Suudi ve israil'i kötülüklerin anası olarak gösterdiği sıcak ortamda Lübnan başbakanı Saad Hariri Suudi Arabistan'da istifa ettiğini açıklayarak yaşananlara yeni bir boyut katıyor.

Saad Hariri ve temsil ettiği blok, Suriye meselesinde silahlı gruplardan yana ve Hizbullah'ın karşısında pozisyon almasıyla biliniyor. Ancak geride kalan yaz aylarında Hizbullah'ın Arsel bölgesinde Nusra ve İŞİD güçlerini yenilgiye uğratmasından sonra Hariri ilginç bir pozisyon değişikliğine giderek Saad Zahya'yı Şam'a büyükelçi tayin ederek diplomatik ilişkinin startını veriyor. Şam ile ilişki kurmasını eleştirenlere Saad Hariri'nin verdiği cevap ise şu şekilde oluyor: ‘Esed'in Suriye'de devam eden varlığını ve terörün Suriye'de yenildiğini bir gerçeklik olarak kabul etmeliyiz'

Ve ilginçlikler…

Geçen Cuma günü Seyyid Ali Hamaney'in danışmanı Ali Ekber Velayeti Lübnan ziyaretinde Başbakan Saad Hariri ile görüşüyor. Saad Hariri, “Lübnan'a verdiği destekten dolayı İran'a teşekkür” ediyor. Hemen akabinde Suudi'nin Körfez İşleri Bakanı Semir el Sebhan zehir zemberek açıklamalarda bulunarak uluslararası bir koalisyonun kurularak İran ve Hizbullah'ı yok etmesi, ayrıca Hizbullah'ın derhal Lübnan parlementosundan atılması gerektiğini açıklıyor. Bunun üzerine Saad Hariri apar topar Riyad'a uçuyor. Kapalı kapılar ardında el Sebhan ile yapıldığı söylenen görüşmeden sonra Suud televizyonunun canlı yayınına çıkarak Lübnan başbakanlığından istifa ettiğini açıklıyor.

Hariri istifasını özetle şu gerekçelere dayandırıyor;

İran'ın Lübnan üzerindeki tahakkümü… Hizbullah'ın Suriye savaşına müdahil olması… Lübnan'ın babası Refik Hariri'nin öldürüldüğü şartlara dönüşmüş olması… Ve kendi can güvenliğinin kalmamış olması!

Bu minval üzere yapılan açıklamasının Semir el Sebhan tarafından kaleme alındığı yönünde ciddi iddialar mevcut. Ancak kendi ülkesinde prosedür gereği Cumhurbaşkanına istifasını sunmak yerine Suudi Arabistan'da, hemen ve televizyon kanalının canlı yayınında istifa ettiğini açıklaması, bunun yanında can güvenliğini gerekçe göstermesi Lübnan'da şaşkınlık oluştururken uluslararası çevrelerde de ilginç bulundu.

Şam ile diplomatik ilişki kuran, bir gün öncesinde “Lübnan'a katkılarından dolayı İran'a teşekkür eden” Hariri, ne oldu da aniden ağız değiştirip istifa etmekle kalmayarak Lübnan ve Mısır istihbaratının yalanladığı suikast planını gerekçe göstermek zorunda kaldı?

İstifaya giden süreç üzerindeki sır perdesi henüz aralanmamışken konuyla ilgili açıklama yapan Hasan Nasrullah'ın yönelttiği şu üç soru dikkat çekici bulunmuştu:

1- Suudiler istifa için Hariri'nin ülkeye dönmesine neden izin vermedi?

2- Suudi Arabistan'da yolsuzluk suçlamasıyla tutuklanan prensler ve üst düzey yetkililerle aynı otelde bulunan Saad Hariri de tutuklu mu?

3- Lübnan emniyetinin yalanlamasına rağmen el-Arabiya'nın Hariri'ye başarısız bir suikast yapıldığına dair haberi, Suudiler tarafından Hariri'yi Lübnan'a göndermeme gerekçesi olarak mı kullanılacak?

Suud kaynaklı manevralarla Saad Hariri'de yaşanan bu ani değişim ve Hariri'nin sert açıklamasıyla aynı dilde yayınlanan Netanyahu'nun konuyla ilgili tehditkar açıklamaları göz önüne alındığında, önümüzdeki süreçte Lübnan'da Suudi/israil kaynaklı ciddi olumsuz gelişmelerin yaşanabileceğini öngörmek zor değildir artık.

İstifayı takip eden ilk üç gün boyunca Saad Hariri'nin derdest edilip malvarlıklarına el konulan prenslerle aynı muameleyi gördüğü iddiaları analizlerin konusu olmaya başlamışken Hariri'nin Kral Salman'la görüştüğü ve ardından siyonizmin çiftliğine dönen BAE'ye geçtiği haberleri gündeme gelmeye başladı.

İstifa ile birlikte hiçbir resmi sıfatı kalmamış olmasına karşın önce Kral Salman'la, ardından da BAE'nin karanlık prensi Zahid el Nahyan ile görüşmek için bu ülkeye gittiği yönündeki haberler en az rehin alındığı iddiaları kadar dikkat çekici görünüyor.

İyi de Saad Hariri, istifa etmek de dahil, neden israil/Suud/BAE'den oluşan “Şeytan Üçgeninin” Lübnan'ı hedef alan kirli planlarının figüranı olmayı bu denli kolay kabul etti?

Burada ilk kuşku çeken nokta, Hariri'nin şirketleri ile ilgili senaryolar olmaya başlıyor. Esad'la yakınlaşarak Suriye'nin imarından pay kapmak için Şam ile diplomatik ilişki kurmaya çalışan Hariri'nin aynı dönemde Suudi'de birçok alanda faaliyet gösteren OGER firmasının Suudi yönetimince alacaklarının ödenmeyerek iflasın eşiğine getirilmiş olması, Hariri için ilk ciddi uyarıydı. Bilindiği üzere Türkiye'de TELEKOM'u alan konsorsiyumun önemli hissedarlarından birisi de OGER firmasıdır. Suudi'de de telekomünikasyon hizmetleri başta olmak üzere inşaat alanında da faaliyetler yürüten “Suudi OGER” var ve bu firma Hariri ailesine ait. Geçen Ağustos ayında Suudi OGER firmasının Arabistan'da iflasın eşiğinde olduğu yönünde haberler yayınlanmıştı. İflasın sebebi de Suudi yönetiminin firmaya yapması gereken ödemeleri yapmaması olarak belirtilmişti.

Saad Hariri'yi bu denli rehin tutan sebep, acaba batmakta olan aile şirketi OGER ile bağlantılı mıdır?

Prenslerin mal varlıklarına el koyan kraliyet, OGER'e tamamen el koymakla mı tehdit etti, yoksa istifa ve planlanan siyasal istikrarsızlık karşılığında gerekli ödemeleri yapıp şirketi iflastan kurtarma sözü mü verdi?

Ya da daha basit bir şekilde sorarsak;

Hariri, OGER firması karşılığında mı Lübnan'ı sattı?!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.