Vicdan rahatlatma terapisi

Nurullah AY

"Bugün bir pazar günü, maalesef biraz canınızı acıtacağım. 15 Kasım sizler için ne ifade eder? Hatırlayanınız var mıdır? Yahut hatırlayanlarınız için ne kadar önemlidir bunu bilemeyeceğim." diye başlıyor Reha Çamuroğlu, Zaman gazetesindeki 15 Kasım tarihli yazısına.

Sanırım Zaman gazetesinin Fethullah GÜLEN'i kutsadığını bilmeyenimiz yoktur.

Reha ÇAMUROĞLU da pekala bunun farkındadır.

GÜLEN'in Seyyit Rıza için: "Ne seyyidi, o tam bir haydut!" dediğini de Reha ÇAMUROĞLU dışında tüm Zaman okuyucularının bildiğini sanırım.

Haydut diye tanımlanan birine Zaman okuyucusunun canının acıyacağını düşünmek, biraz saflık olur.

Yani yazıdan dolayı o gazete okurlarından kimsenin canının yanmayacağını Reha Bey de biliyor.

Yaptığı sadece bir vicdan rahatlatma terapisi.

Vicdanını rahatlatırken görevini ifa etmek ve köşe parasıyla köşe olmak da cabası.

Belki de Dersim üzerinden iktidara karşı intikam duygusu.

Reha ÇAMUROĞLU, yazının devamında Dersim'in talihsizliğini Alevi oluşuna bağlamaktadır.

Dersim'in en büyük talihsizliği Alevileri Müslüman kabul etmeyen Gülen medyasından medet ummaktır.

Sen en iyisi  başka bir Vicdan Rahatlama Terapisi'ni dene!

ÜÇ DERDİM VAR!...

"Üç derdim var birbirinden seçilmez

Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm " diyor Karacaoğlan.

Üç Bülent var birbirinden seçilir.

Bir Ecevit, bir Arınç bir de Ersoy.

Birincisi yıllar yılı lirik şiirler yazdı.

İkincisi lirik nutuklar çekti kürsülerde.

Üçüncüsü, boş ver, kalsın!

Birincisi kadın haklarının savunucusu sanıldı.

İkincisi sulugöz bir siyasetçi.

Üçüncüsü, neyse kalsın.

Birincisini Merve KAVAKÇI için "Bu kadına haddini bildirin" sözü, toz duman etti yıllar yılı oluşturduğu algıyı.

KARAOĞLAN'ın KARA yüzü belirdi. OĞLAN kısmı kimsenin ilgisini çekmezdi artık.

İkincisinin, İHYA DER baskınında Filistinlilere kermes düzenleyecek kadar ileri giden(!) protez ayaklı bayan, güneydeki otoritenin muhiplerince götürülürken beleş biletle seyreden seyirci gibi bakışına şahit olduk.

Üçüncüsünü es geçelim kalsın.

Manisa'da bileklerine kelepçe vurulan bayanların tesettürlü veya açık olması bir anlam ifade etmez. Bu şovu yapanları kınamak gerek, hem de en üst perdeden.

Ancak İHYA DER'e yapılan saldırının mağdurlarına Fransız kalan ARINÇ'ın evdeki paralelci damadının tahrikleriyle akıttığı gözyaşları, hiç ama hiç kimse için bir anlam ifade etmiyor bugün.

ÖZGÜR BASIN(mış)

O kadar özgür ki yazı yazmaları birinin izniyle…

Yazdıklarını yayımlamaları birinin izniyle…

Ne kadar para almaları gerektiği aynı kişinin izniyle…

O kadar özgür ki evlenmeleri, birinin izniyle…

Hangi esprinin neresinden gülecekleri, birinin izniyle…

Bıraktıkları top sakal birinin izniyle…

Maça çıkarken ayağına geçirilen çorap bile aynı kişinin izniyle… (Hakan Şükür'ün Torino'da giydiği çorabın Pansilvanya'dan gönderildiğini hatırlayın.)

Ve Özgür Düşünce gazetesi yayında…

Manşette “Özgür Düşüncenin Cesur Kalemleri”

Hepsi bilindik, tanıdık…

Hepsi göbekten bağlı…

Bağlılık  ve özgür düşünce?...

Şen olasın Türkiye'm…

AYARLARINA DÖN HOCA!

Hangi ayardan söz edersin diye merakla baktığınızı görür gibiyim.

“Sövene dilsiz gerek”ten sövgüsüz sohbeti olmayan Hoca'ya dönüş…

Ayarları mı bozuldu, gerçek ayarlarına mı döndü, orası tam bir muamma.

Hükümete, yani mevcut otoriteye(!) çakarken her fırsatı değerlendiren, belden aşağının her yolunu deneyen GÜLEN, son sohbetinde: ”Hatta bir dönemde Maocu olan insanlarla anlaşmak ve onlara “Tam bizim çizgimize geldiler” yani din iman düşmanlığı çizgisine geldiler (!) dedirtmek suretiyle usûl-i hamsenin canına okumuşlardır.” diyecek kadar ileri gider.

Sanırsınız ki MAO'cu Şahin ALPAY'ı yıllardır Zaman'da çalıştıran o değilmiş gibi.

Şahin ALPAY'ın yazdığı gazeteye “On abone bulan, Uhut şehidi sevabı kazanır.” diyen yapı elemanları değilmiş gibi.

Beddua, sövgü, hakaret, nefret, Yezit, Tiran, Firavun, alçak, gübre … sözlerinin dışında GÜLEN'in konuşmalarında güzel ifadeler de yok değil.

SAF'ları sık tutmak için, isim vererek Cennet'e pasaport kesmeye de başladı. Üstelik bunda öyle vize mize sorunu da yok. Direk Kırmızı Pasaport.

“Hocaefendi'nin bir gülümsemesine tüm servetimi veririm.” diyen Akın İPEK'e methiye düzme sırası Muhterem Hocaefendi'de. Hem de bir iş adamı cümlelerinin yalınlığıyla değil, tasviri Kur'an'dan, bedduayı Tevrat'tan, Cennet vaad etmeyi İncil ve Kilise'den alan bir üslupla:

“Akın Bey dedikleri insan melek oğlu bir melektir. Yani Türkiye'de bin tane mizandan geçerken, kırmızı pasaportu sen de geç geçebilirsin lüzum yok seni sigaya çekmeye diyecekleri insanlardan birisi varsa odur.”

Dikkat edin sigaya çekilmeden, Cennet'e Kırmızı Pasaport'la geçmenin yolu GÜLEN'e tabi olmaktan geçer.

Bin kişiden biri İPEK'se, geri kalan dokuz yüz doksan dokuzu siz sayın:

Önder AYTAÇ, Emre USLU, Mehmet BARANSU, Zekeriya ÖZ, Ekrem YALVAK, Faruk ARSLAN, Şahin ALPAY…

Kiminin kumarbaz kiminin eşcinsel savunucusu olması hiç önemli değil.

Önemli olan, GÜLEN'e muhabbet derecesi.

Ve bu derece pasaportun rengini belirler.

HDP'nin Seçim İptali Başvurusu
Eskiden köylerde aileler arasında çıkan kavgalarda, korkak ancak cazgır olanlar, kavga anında ortalıkta görünmezlerdi.
Ne zaman ki kavga yatışır, taraflar evlerine doğru yol alır; hatta bir kısmı evine geçerdi, o zaman sözünü ettiğim tribüne oynayan korkak cazgırlardan biri boş alanda esip gürlemeye başlardı.
Amaç, korkaklığını bir kılıfla örtmek ve birkaç gün içinde köy odasında konuşulmaktı.
bu davranış, eyleme değil de söyleme prim verenler tarafından ciddi anlamda bir karşılık bulurdu.
HDP de seçim sonucunu tabana izah edemeyince, reddedileceğini bile bile seçimin iptali için YSK'ya başvurdu.
Tabanın "He vallah, hakkımızı yemişler" demesi içindir, bu beyhude çaba.
Söyleme önem verenler ve analiz yapmaktan yoksun, nakıs beyinlerce bir karşılığının olacağı da muhakkak.
Ancak kazılan hendeklerin su almaya başladığı bir vaka.
Seçime en yüksek katılımın % 90'la Şırnak'ta olduğu da bilinen bir gerçek.
Cizre'de sadece üç okulda güvenli oy kullanıldığı herkesin malumu.
Analiz yeteneği olmayanları es geçelim, sağlıklı bir kafayla HDP'nin bu adımı niçin attığını anlamak için filozof olmaya gerek yok.

BİR YEMİN ETTİM Kİ…

Leyla ZANA'nın “Türk milleti” yerine “Türkiye milleti” sözünü kullanması ve AK Parti Bursa Milletvekili Bennur Karaburun'un Meclis'teki yemine Besmele ile başlaması, yeminin içeriği ve şekli ile ilgili tartışmaların gündeme gelmesini sağladı.

Leyla ZANA'nın yeminini, Figen YÜKSEKDAĞ gibi şova dönüştürmemesi de yerinde bir davranıştır.

Umarım Leyla ZANA ve Bennur KARABURUN'un bu çıkışı yemin metninin değiştirilmesi için önemli bir adım olur.

*******************************************************

Ters köşe

SOYSUZ ZİHNİYET!

Ağanın biri lüks bir araba alır.

Buna gıpta eder, biraz da kıskanır maraba.

Ağaya arabanın güzelliğinden söz edince duyguları kabarır, ego tatminine yeltenir ağa:

-          Bu …'u yersen arabayı sana veririm, der.

Maraba; ağzını yıkamayı, dişlerini fırçalamayı, dahası takma dişlerini değiştirmeyi düşünür ve ağanın dediği …'u yer.

Ağa verdiği sözden, maraba kırılan gururundan nedamet duygusuna kapılır.

Ağa:

-          Beleşten araba sahibi oldun, der.

Maraba bunu fırsat bilip:

Sen yediğim ….'u yersen, arabayı sana veririm, der.

Ağa, marabanın duyguları gibi, ağız, diş, fırça… gibi düşüncelerle yer ve arabayı geri alır.

Karşılıklı otururlarken maraba:

-          “Ağa! Sen ağa, ben maraba; araba senin araba. Peki, biz bu …'u niye yedik?” der.

Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşlarından ve genç Türkiye Cumhuriyeti'nin hukuki temellerinin atılmasında büyük katkılarda bulunmuş bir devlet adamıdır.

Türkiye Cumhuriyeti'nin hukuk temellerini ırkçı ve faşist kodlarla bezediğinden, Cumhuriyet kuruldu kurulalı üzerine oturtulan necasetten temizlenmedi. Su yetmeyince kan ve gözyaşıyla yıkamaya çalıştı faşist zihniyet.

İnkâr ve ret politikası üzerine kurulan devlet, 1937'de Alevilerin üzerinden bir silindir gibi geçti. Kurtuluş savaşları diye tabir edilen I. İnönü, II. İnönü, Eskişehir-Kütahya Muharebeleri, Sakarya Savaşı ve Başkomutanlık Meydan Savaşlarının toplamında on üç bin kayıp veren ordu, 1937'de Dersim'de on üç bin vatandaşımızı katletti. Hedef basitti: “On yılda on beş milyon genç yaratmak yeni baştan”

Yeni neslin yaratılması için, eskinin imhasını elzem gördü sakat zihniyet. Bakışında sakatlık olan zihniyet her şeyi ters gördü ve ters gördüğü her şeyi ters yüz etmeye çabaladı.

Sakat zihniyetin mimarı Esat Sabri, soyadı kanunuyla birlikte “Bozkurt” soyadını aldı.

20 Nisan 1924'te kabul edilen anayasanın hazırlayıcıları arasında yer alan SAFKURT'u yakından tanımak için şu sözlerine bakmak yeter:

“Türk, bu ülkenin yegâne efendisi ve sahibidir. Saf Türk olmayanların bu memlekette tek hakları vardır, hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Bütün cihan bunu böyle bilsin.”

“Türk devleti işlerini Türklerden başkasına vermeyelim, Türk devleti işlerinin başına öz Türklerden başkası geçmemelidir.”

Tekçi ve retçi politikalarından dolayı oluşumuna zemin hazırladıkları PKK'nın kan kaybettiğini gören Bozkurt'un enikleri, Silvan sokaklarında yaptıkları eylemlerle PKK'ya adeta kan bağışında bulundular.

Son on yılda olumlu yönden ciddi mesafe kat edilen devletin Doğu politikasında başa sarması, doğal olarak akıllara ağa maraba misalini getirir.

Sivrisineklerle uğraşıp bataklık oluşturmaya çabalayan bu sakat zihniyetin; bu sefer ne ağzın yıkanması ne diş fırçası ne de takma dişin değiştirilmesi pisliğin temizlenmesine yetmeyecektir.

Duygu ve düşüncelerindeki ifrazat, kusmuk olarak ağızlarından dökülmektedir.

Kısacası kurdun dişine bulaşan, sanıldığı gibi kan değil, ağa maraba düellosundaki …'tur.

Ağa ve marabanın birbirlerine ikram ettikleri  …'un kokusundan bölge halkı oldukça rahatsızdır ve bunun paralel veya kirli el tarafından yapılmış olması bir şeyi değiştirmez.

Her ne sebeple olursa olsun sonuç koca bir hiçtir, ırkçı zihniyet de bu topraklara yabancı, kirli ve soysuzdur!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.