Ya Rabbi! Sen Benden Din ve İmanı Al, Bana Dünyayı Ver! Diye Dua Etmek

Siz hiç kimsenin namaz kıldıktan sonra elini açarak; “Ya Rabbi! Sen benden din-imanı al, bana dünyayı ver. Ya Rabbi bana mal-para lazım.

Siz hiç kimsenin namaz kıldıktan sonra elini açarak; “Ya Rabbi! Sen benden din-imanı al, bana dünyayı ver. Ya Rabbi bana mal-para lazım. Bana din-iman lazım değil” diye dua edenleri hiç gördünüz mü? Veya duydunuz mu? Eğer “Bir Tebessüm Bir Tefekkür” isimli kitabımızı okumuşsanız, duymuşsunuzdur.

Evet, işin ilginç tarafı şu; namazdan sonra böyle bir dua etmek…

Bir komşumuz vardı, namazların ardından böyle dua ederdi. Birçok ortamda yeri geldiğinde bu meseleyi anlatmışımdır. Dinleyen, duyan hemen hemen herkesin, kiminin az kiminin çok tüyü diken diken olmuştur. Böyle sıra dışı bir duada tüyler nasıl diken diken olmaz ki?

Dualarda hal dili ve qal dili olduğunu biliyorsunuz. Hal dili, kişinin isteklerini düşüncelerini sessiz bir şekilde davranışlarına yansıtmasıdır. Qal dilinin ise, istek ve düşüncelerini sesli bir şekilde dile getirmesidir, diyerek her iki dua şekline de böyle küçük bir tanımlama getirelim.

Bizim komşumuz qal diliyle böyle dua eder, Allah’tan içinden geçenleri diline akıtarak dünyayı isterdi. Allah’ınızı severseniz çevrenizde birçok kişinin dünyaya dadandığını görmüyor musunuz? Dünyaya üşüştüklerini görmüyor musunuz? Ve bunlar bizim komşumuzdan biraz farklı olarak hal diliyle “Ya Rabbi! Sen bize dünyayı ver! Bizden din-imanı al” demiyorlar mı? Din-imanı adeta beşinci plana atıp kalplerini dolduracaklarına, dünyanın deposuna-bodrumuna doldurdukça doldurmuyorlar mı? Heva ve heveslerini sağlam, kopmaz bir iple dünya ağacına bağlamamışlar mı?

Bizimkisi lafı eveleyip gevelemeden net ve qal diliyle: “Ya Rabbi! Sen bana mal-mülk ver, benden din ve imanı al” diyordu. Günümüzde birçok kişi de lafı saklayıp hal diliyle; “Ya Rabbi! Sen bana dünyayı ver, ahiret bana lazım değil” demiyor mu?

Kur’an-ı Kerim böyle bir ticaretin iflasa götürdüğü konusunda bizi uyarmaktadır. Şöyle ki:

Kim yalnız dünya hayatını ve onun ziynetini isterse, biz onlara yaptıklarının karşılığını orada tastamam öderiz. Orada onlar bir eksikliğe uğratılmazlar.(Hud: 15)

Kim ahiret kazancını isterse onun bu kazancını arttırırız; kim dünya kazancını tercih ederse ona da bundan veririz; ama onun ahirette hiçbir nasibi olmaz. (Şura: 20)

Kim ahiret sevabını (ve ticaretini) isterse onun sevabını artırırız. (Dünyada da izzeti ve bereketi tattırırız.) Kim de (sadece) dünya (menfaatini ve) ekinini ister(dinini bile dünyevi beklentileri için istismar eder)se, ona da ondan veririz. Fakat ahirette ona hiçbir nasip yoktur (eli boş kalacaktır).

Bizim komşumuz yanlış bir hedefe kilitlenmişti. Hedefi de tutturmuştu…

Oysaki dinimiz denge diniydi. Allah’u Teala nasıl dua etmemiz gerektiğini bize bildirmişti; “Onlardan öylesi de vardır ki: “Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru” diyerek (yalvarmakta ve dengeli davranmaktadır). (Bakara; 201)

Sahabeden üç kişiden birisinin hiç evlenmeyeceği, diğerinin ömür boyu oruç tutacağı, üçüncüsünün sürekli gece namazını kılacağı kararını almasından sonra Peygamberimizin onlara dengeyi nasıl anlattığını, “sünnetimden yüz çeviren benden değildir” dediğini biliyorsunuz.

Geçenlerde annem o komşumuzun vefat ettiğini söylediğinde bunu bir kez de yazıya dökmek istedim. Bunu duyunca içimden şöyle dedim; iflasın net tarifi bu olsa gerek…

Komşumuz Allah daha iyi bilir ama zahiren hiçbir zaman toparlanmayacak şekilde iflas etmişti.

Şu ayetin korkutuculuğu dikkatinizi hiç çekti mi? “Kendisine ayetlerimizi verdiğimiz, fakat ayetlerimizi bir kenara atıp şeytanın peşine düştüğü, nihayet azgınlardan olan kişinin haberini anlat… O dünyaya takılıp kaldı. Hevesinin peşine düştü.” (Araf 175)

Ayetin anlatmak istediği temel nokta şu: Allah’tan, Allah’ın ayetlerinden haberdar birisi var ve o bunları bir kenara bırakıyor, geçici olan dünyayı tercih ediyor. Bu şuna benzer; şeytanın yönetmeni olduğu sonu kötü sonla biten bir filmde oynamak gibidir. Neuzubillâh…

Bir zamanlar şu ayeti kerimeyi ne kadar da çok okuyor ve ezberliyorduk değil mi? “(Ey Habibim) De ki: “Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeş ve arkadaşlarınız, hanımlarınız, kavminiz-kabileniz, hısım-akrabanız, kazanıp yığdığınız mallarınız, bozulmasından ve azalmasından korktuğunuz ticaret ve tezgâhınız (memuriyet ve meslek sahanız), pek hoşlandığınız evleriniz (ve villalarınız) … Şayet (bütün bunlar) size Allah’tan ve Resulünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevgili ve kıymetli ise (bütün bunları kaybetmeyeyim korkusuyla cihadı ve Hakk davayı terk ediyorsanız); o halde Allah (zillet ve esaret) emrini getirinceye kadar bekleyip gözleyin bakalım… Çünkü Allah (cihadı terk eden) fasıklar topluluğunu asla hidayete (ve selamete) ulaştırmayacaktır.” Belki de bu ayeti en son ne zaman okuduğumuzu hatırlamıyoruz.

Evet, komşumuz vefat etmişti. Eşi onun ölümünün ardından tanıdıkları eş-dost, akrabaları dolaşıyor, helallik istiyordu. Bizim eve de gelmiş, bizden de helallik istemişti…

Helallik istemek durumunda olmak, bu da acı bir durum…

Allah’ım hak üzere ayaklarımızı sabit kıl! Dünya ve ahirette güzellikler ver. Amin.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

İslam Ve Kuran Haberleri

Kunut duasının me’sûr olması şart mıdır?
Yere yapışık olan halılar necis olduğunda nasıl temizlenir?
Kesê ku rojîya qeza negirtibe û bimre dibe şûna wî rojî bêgirtin?
Kaza orucunu tutamadan vefat edenin yerine oruç tutulur mu?
Kazası geciktirilen oruçlar için fidye veya ceza var mıdır?