Yazı namusu

Hüseyin KAYA

Mahmut Alınak (Oda tv)

“Halk ayağa kalkarsa Tayyip Erdoğan gider.”

Bu sözler İzmir milletvekili Ertuğrul Kürkçü'ye ait; geçenlerde Van'da gazetecilere söyledi.

Madem halk ayağa kalktığında Tayyip Erdoğan gidecek, öyleyse ne duruyorsun Ertuğrul Kürkçü? Buyur halkı ayağa kaldır, biz de seninle omuz omuza halkın önü sıra yürüyelim.

Ama…

Ama sen halkın önünde yürümezsin Ertuğrul Kürkçü, çünkü bulutlu havaları sevmezsin. Yaptığın tek şey, faşizme ve sömürgeciliğe karşı canları pahasına yiğitçe direnen insanları devrimcilik kisvesi altında sömürmek ve laf tüccarlığı yapmaktır.

Ve…

Öyle iş bilen bir tüccarsın ki, geçmişte arkadaşlarını sattın, bu gün de Kürtlerin özlemlerini haraç mezat satıyorsun.

Sen keser gibi hep kendine yontarsın, tüm hayatında bir defa bile kendinden bir şey vermedin, hep siyasi rant avcılığı yaptın.

Kafan devamlı ne kâr ederim diye çalıştığı içindir ki, milletvekilliğinde hiç risk almadın, hep kaçak güreştin. İnsanlar vahşet bodrumlarında cayır cayır yakılırken, sen kapandığın fildişi kuleden burnunu bile dışarı çıkarmadın.”

Doğrusu Alınak'ın bu kadar sözünden sonra bir şeyler söylemeye gerek duyulmaz; ama yine de birkaç vurgu yapalım diyoruz.

Alınak'ın sözleri içeriden olduğu için önemli ve müthiş bir Kürkçü profili çiziyor.

“Devrimcilik kisvesi altında direnenleri sömürmek” diyor; ama keşke bir örnek de verseydi.

Alınak, Kürkçü'nün çıkarcılığına ve siyasi rant avcılığına vurgu yapıyor.

Kürkçü bunlara karşı bir şey söyler mi? Hiç sanmıyorum.

Eleştirilere rağmen böyle iyi, eski defterlerin açılması hoş olmaz.

Murat Yetkin (Hürriyet):

“Gelişmeler hakikaten gerçek-üstü bir seyir izliyor. Geçen sene bugünlerde inanılması zor bir askeri darbe girişiminin travmasını atlatmaya çalışıyorduk, bu sene Türkiye'yi üçüncü dünya ülkelerinden farksız gösterecek şekilde ana muhalefet liderinin tutuklanıp tutuklanmayacağı tartışması içindeyiz. Üstelik bir başka muhalefet lideri, HDP eş-genel başkanı Selahattin Demirtaş aylardır terörizm suçlamasıyla hapiste hala yargı karşısına çıkacağı günü bekliyorken.”

Bu aralar sanki “üçüncü dünya ülkesi gibi görünme” sendromu çıkmış.

Olağanüstü hal ilan edilir, “üçüncü dünya ülkesi mi oluyoruz?” çığlığı.

Almanya imamları yakalar, Fransa durmadan olağanüstü hali uzatır bir sorun olmaz.

Onlar herhalde “birinci dünya ülkesi” oluyor.

Bir de şu var:

Murat Yetkin ezber mi konuşuyor, çarpıtıyor mu, anlamadım.

Demirtaş, tutuklandığından beri birçok kez yargı karşısına çıkıyor.

Levent Gültekin (diken.com):

“Siz “Bir davamız var” deyip, o dava için yaklaşık bir asırdır mücadele edin.

Bu amaçla vakıflar, okullar, TV'ler, gazeteler kurup siyasi organizasyonlar yapın.

Yaşadığınız ülkeyi beğenmeyin, “Daha iyisini yapacağız” diye bir iddianız olsun.

Sonra medyada, akademide, eğitimde… Bütün ülkede tek yetkili siz olduğunuz halde yapıp edeceğiniz en esaslı, en artistik işler müftüye nikah kıyma yetkisi vermek, müfredata cihat dersi koymak, başörtülü hakim, başörtülü büyükelçi, namaz kılan genelkurmay başkanı, Kur'an okuyan cumhurbaşkanı…

Başka? Cumhuriyete yönelttiğiniz onca itiraz, onca yerme, onca burun kıvırmanın karşılığı bunlar mıydı?

Eğitim çökmüş.

Çocuklara matematik, fizik, kimya öğretemiyorsunuz. Eğitimde bütün dallarda dünya sıralamasında en geri ülkelerden biri haline gelmişiz.

Bırakın matematiği, kendi dilinizi, Türkçe'yi bile öğretemiyorsunuz.”

Levent Gültekin'e bakan da on yıl öncesine kadar çok iyi işleyen, durmadan mucitler çıkaran, uluslararası alanda hep birinci olan bir eğitim sistemine sahip olduğumuzu sanacak.

Geçmişten bugüne tek başarılan şey okuma yazma oranındaki yükselme, başka bir şey yok!

O yüzden ey Levent Gültekin!

Mahalle değiştiren eski İslamcılardan biri olarak eğitimin bozukluğu üzerinden hükümete yüklenme! Onun yerine hükümet bu süre içerisinde neden “bozukluğu düzeltemiyor” diye eleştiride bulun!

Böyle yap ki biz de maksadının bağcıyı dövmek değil de üzüm yemek olduğuna inanalım.

Saygı Öztürk (Sözcü):

CHP, nasıl bir cumhurbaşkanı istiyor? Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanı adayı olarak görmek istediği kişilerde aradığı özellikler şöyle:

1- İlke olarak cumhurbaşkanı adayları tarafsız ve partisiz olmalı.

2- Cumhurbaşkanı adayları, demokratik, özgürlükçü parlamenter sistemi savunmalı, bu sisteme saygı duymalı.

3- Kuvvetler ayrılığına inanmalı, buna uygun anayasa yapılması için mücadele etmeli.

4- Seçilecek cumhurbaşkanı yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlamalı.

5- Cumhurbaşkanı, yemininin arkasında durmalı.

Anayasa değişmiş, “partili cumhurbaşkanı” sistemine geçilmiş, başbakanlık ve parlamenter sistem kalkmış; ama Kılıçdaroğlu böyle bir aday istiyormuş.

Yani…

2019'da bir cumhurbaşkanlığı seçimi olacak ve biri seçilecek. Bundan sonra anayasa değişikliğine gidilecek ve yeni cumhurbaşkanı bütün yetkilerini bir tarafa atarak eski sisteme dönülmesine karar verecek.

Sonra mı?

Kılıçdaroğlu ve müttefikleri yine “Ekmeleddin” gibi birini bulup aday yapacaklar. Bu arada Kılıçdaroğlu da “parti içi demokratik ayak oyunlarından” birine kurban gidip koltuğunu kaybetmese başbakan bile olabilir.

Artık hedef 2025 mi yoksa 2035 mi bilemem.

Meriç Velidedeoğlu (Cumhuriyet):

“Bugün, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”nin başında olan Recep Tayyib Erdoğan, İstanbul Belediye Başkanı'yken, “demokrasi”yi nasıl tarif ettiği, bilmem anımsanır mı?

Kısaca, “Demokrasi bir tramvaydır!”, yani “istenilen bir durakta binilip, inilen” bir “araç” olarak...

Bu durumda -zaman zaman-“Demokratik, sosyal bir hukuk devletiyiz!” dediğinde, “takıyye mi” yapıyor acaba? İnsan, ister istemez bunu sormaktan kendini alamıyor.

Üstelik dahası da var; anımsanacağı gibi, “Elhamdülillah şeriatçıyım!” diyor; böylece, üstelik “Allah”ın da adını anarak, “şükür” ederek, “şeriatçı” olduğunu söylüyor...

“Şeriat” ve (büyük harfle) “Demokrasi”, birbirine taban tabana karşıt iki kavram”; ilkinin “eşitsizliğe”, ötekinin de “eşitliğe” dayandığı, hep Erdoğan'ın - yemin billah -“şeriatçı” olduğunu haykırıp, ardından da “demokrasi”den dem vurması “takkıye”yi aşmıyor mu?”

Meriç Hanımefendiye demokrasinin tanımını yapacak değilim tabii; ama “şeriat” ve “takiyye” kelimelerinin ne anlama geldiğini bildiğini sanmıyorum.

Özellikle “Şeriat” kelimesi…

Şeriat, “hukuk” demektir. “Meşru” şeriata yani hukuka uygun demektir.

Memlekette 80 yıl boyunca bir “Kemalist şeriat” sistemi vardı; ama Meriç Hanım bunu da bilmez.

Sanırım Meriç Hanımın karşı olduğu şey “İslam şeriatı” ancak kendileri bunu ifade edemiyorlar.

Bu arada “tramvay” kelimesine neden itiraz ettiğini anlamadım.

Bu ülke kurulurken “demokrasi” yoktu. İlk serbest seçimlerin 1946'da, cumhuriyetin kuruluşundan 23 yıl sonra olduğu söylenir.

Yani tramvaya ilk biniş…

60, 70 ve 80'de darbelerle tramvaydan indiğimizi herkes kabul eder. 28 Şubat'ta kimi yolcular “biletli” olmasına rağmen indirildi.

Her şey bir yana kendileri tramvay yerine hangi aracı düşünüyorlar merak ettim.

Muharrem Bayraktar (Yeni Mesaj):

 “Mustafa Kemal'in içkisinden girip annesinin namusundan çıkan ahlaksızlar, yakalandığı sirozun sebebi alkol olmamasına rağmen 80 yıldır O'na içki üzerinden iftira atanlar, hayran oldukları padişahların alkolikliklerini neden gizliyorlar?

Abdülmecit'e göre Allah'a isyan eden, halifelik makamına ihanet eden bu kişileri neden yazmıyorlar?

 “Yazı namusu” bu mudur?”

Haydar Baş taifesinden Muharrem Bayraktar diye biri Yeni Mesaj Gazetesinde Osmanlı padişahlarının içki içtiğini yazmış. Hatta Fatih, Yavuz ve Kanuni için de “içki içiyorlardı” diye yazmış. Sonra yazısını yukarıdaki şekilde bağlamış.

Muharrem Bayraktar için ne diyeyim bilemiyorum. Garip bir serüven yaşadıkları kesin.

Yüz yıl, iki yüz yıl hatta neredeyse beş yüz yıl önceki kişilerle ilgili yapılan değerlendirmeler ne kadar sağlıklıdır, gelen bilgilerin ne kadarı dedikodudur bilinmez. Ama ben Bayraktar'a çok yakın tarihten bir alıntı yapayım. Kendisine Cemal Granda cevap versin.

“Din konusunda Atatürk'ün tam anlamıyla laik olduğu söylenebilir. Kimsenin inancına karışmaz, dindar kişilere saygı gösterir, yobazlara, softalara çok kızar, din kavramının sömürülmesine izin vermezdi.

Cumhuriyetin ilanından sonra din ve devlet işlerini birbirinden ayırınca rahat bir nefes almıştı. Laikliği çevresindekilere aşılamayı başarmıştı. Benim, yanında bulunduğum süre içinde hiç namaz kılmadı. Oruç da tutmadı.

Ramazanlarda içki içer, fakat kadir geceleri sofra bile kurdurtmazdı. Saygısı büyüktü.” (Atatürk'ün Uşağı Cemal Granda Anlatıyor/Kristal Kitaplar, 2. Baskı, Sayfa: 222)

“Yazı namusu” dediğiniz şey bu konuda da bir şeyler söylemenizi gerektirir mi?

Cevap vermez; ama olur da cevap verirse sanırım “Bak Kadir gecesinde içmiyormuş” diye savunmaya geçer.

Bu kadar yani.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.