'Yol'un sonu ateş çukuru

Nurullah AY

Çukurlaşan insanlar ya bu dünyada ya da öte dünyada mutlaka hak ettikleri yeri bulacaklardır.

Kimi bu dünyada aşağılıklar grubuna dâhil olacak kimi de Cehennem çukurunu boylayacaktır. Buna amiyane tabirle İlahi adalet de denilebilir.

***

"Beni yakın, küllerimi de Boğaz Köprüsü'nden Marmara Denizi'ne atın" demişti bir röportajında beyaz Türklerin solcu artisti.

Ve nihayet YOL'un sonu geldi.

Her son, yeni bir başlangıca gebe…

“Küfürbazdı” dedi bir arkadaşı, “yakışıklıydı” dedi bir başka seveni.

Mezarındaki kalabalığın tamamı,  YOL'unun yolcusu olduğunu iddia eden oğlu da dâhil, herkes ama herkes, ona ihanet etti.

Dolayısıyla geride tek bir sadık dost bırakmadan gitti.

Üstelik hesapları alt üst olmuş bir halde.

Hatırlanacağı üzere "97 yaşında, yatağımda ve birden öleceğim"  demişti yine bir başka röportajında.

Ancak Azrail'in şakası yoktu ve façasını fena çizmişti.

Yatağında ve birden öleceğini umarken her solcunun kara bahtı gibi Coni'nin kucağında, yani emperyalist gördüğü Amerikan Hastanesi'nde son nefesini vermişti.

Tek sadık dostu yoktu, derken arkasında vasiyetine ihanet eden bir SÜRÜ insandan söz ediyorum.

SÜRÜ filmi belki de daha bir anlam kazandı, o kabalalık sonrası.

Bu kadar hainin bir arada olduğu ilk cenaze töreni de denilebilir.

Beni yakın diyen birini toprağa vermek, ihanet değil de nedir?

“Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganları atan bunca sahtekârı bir araya getiren güç, mevtaya sadakat değil, tedavülden kalkmış ruhların mezada çıkma seremonisiydi.

Zira “beni yakın” diyen birini toprağa verip laiklik şovu yapmak sarsılan ruh halinin terapisinden başka ne olabilir.

Onca zamandır toma önünde duran adam edebiyatı yap, sonra tankları bedeniyle durduran adamlarla karşılaş. Durana karşı durduran adamlar, elbette kuduran güruha neden olacaktı, oldu da.

***

Tarık Akan'ın ağabeyi Turgut Üregül'ün sözleri şamar gibiydi, sararıp solan zihniyetin yüzüne.

“Komünistleri sevmiyorum” sözleri üzeri üzerine bir an sendeleyip ikilik içinde kaldılar ve imdatlarına Kemalistlerin sıkıştıklarında maymuncuk olarak kullandıkları laiklik yetişti.

Oğlu, amcasını yalanladı ilkin, babasının vasiyetine uyup uymama arasında bir ikilik yaşadı ve kestirmeden gidip laiklik diye bağırdı.

Diyarbakır cezaevinde insanlara dışkı yedirilirken, Mamak'takiler son nefeslerini işkence altında verirken beyaz Türklerin solcusu, Cihangir-Nişantaşı arasında devrim hayalleri kuran YOLdaş Tarık kafasındaki biti yazmaktan başka bir bedel ödememiş ve bu bedelden de ziyadesiyle nemalanmıştı.

Sinekten yağ çıkarmak deyimi adeta bitten yağ çıkarılan bir durum olarak vücut bulmuştu.

Saçındaki biti, solun kutsanan bir miti gibi sunan solun yakışıklı çocuğunun bu topluma bıraktığı yegâne eser, arkasında vasiyetine ihanet eden bir SÜRÜ insandı.

Ses dergisiyle başlayan serüven cumartesi günkü son nefesle son buldu.

Her şeye rağmen vasiyetine uymayanların belki de haklı bir gerekçeleri vardı.

Boğaz Köprüsü'nün adının 15 Temmuz Şehitleri Köprüsü'ne dönüşmesi, vasiyeti alt üst etti.

Öyle ya, mevta “küllerimi Boğaz Köprüsü'nden atın“ demişti ve bu isimle anılan böyle bir köprü yoktu görünürde..

Kalabalığın içinde “Boğaz Köprüsü”nün gerçek adının “Atatürk Köprüsü” olduğunu bilen olsaydı, eminim o slogan için harcadıkları nefesi içlerinden hapsetmeyi yeğlerlerdi.

Bir SÜRÜ insan arasında Atatürk Köprüsü'nün ruhuna okunan Fatiha'dan habersiz güruhun sloganı neydi?

“Türkiye Laiktir, Laik kalacak”

Neyse uzatmadan son temennimizi yapalım, “ışık içinde kalsın”.

Hem benimki sadece kuru bir temenni de değil, TEDAŞ yetkililerine de haber saldım.

Ancak önce direkleri gönderdikleri haberini aldım.

BEDDUA TUTUNCA

15 Temmuz FETÖ darbe girişiminde darbe projesini çizen FETÖ örgütünün emlakçısı Adil Öksüz'ün hocası Mehmet Türk, Fransa'ya kaçmak isterken havaalanında İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü ekiplerince kıskıvrak yakalandı.

FETÖ kapsamında tutuklanan Gülen'in yakın dostu olan Mustafa Said Türk'ün oğlu ve FETÖ'nün şifresini bilen Cemal Türk'ün ağabeyi olan Mehmet Türk aynı zamanda Gülen'in yeğeni ile evli.

Yakalanır yakalanmaz; " FETÖ'nün Allah belasını versin" sözüne canı gönülden “amin” diyoruz. Ancak şahıs “Örgüte küfrün dozu, örgüte bağlılığın derecesidir” istihbarat bilgisinden bihaber.

Örgüt liderinin “küfredebilirsiniz” fetvasının tavandan önce tabana gelmeyeceği hepimizin malumu.

Öyleyse en okkalı ve sinkaflı küfrü tepedeki kişi savurabilirdi ve öyle de oluyor.

Babası Mustafa Said Türk'ün cemaat televizyonunda Fetullah Gülen'in elinde büyüdü diye ifade ettiği Mehmet Türk; "Fotoğrafımı iyi çekin, bütün FETÖ'cülerin Allah belasını versin" sözleri dünya örgütleri listesinde en adi örgüt ünvanını kazanan bir örgütün ne ilk ne de son elemanının sözleriydi.

Mehmet Türk'ü diğer elemanlardan ayıran en önemli özelliği, belki de sözünün bir anlam ifade etmediğini bilmesidir.

Zira FETO ve elemanlarının içinde bulunduğu durumdan daha büyük bir bela mı olur?

Toplumun içinde dolaşamaz bir halde bulunan; toplumda vebalı, cüzzamlı muamelesi gören tabanı görünce FETO'nun beddualar silsilesi aklıma geldi.

Ne diyordu FETO zamanında?

"Eğer bu mevzuda bir kısım arkadaşlar kendilerine verilen imkânlarla, onlar nisbet yapıyorlar, falan filan diyorlar, f diyebilirler, g diyebilirler, ç diyebilirler, d diyebilirler, diyorlar. Bulaştı bulaşmadı mülahazasıyla, belki cinayet sayılabilecek bir kısım icraatta bulunuyorlar. Şöyle demek geliyor yani içimden. Demeden kendimi alamayacağım. Hiçbir zaman da demek istemediğim bir şeyi demek geliyor içimden.”

Sözleri içindeki gaz sıkışmasının başlangıcıydı. Havanın bir yerlerden çıkması gerekiyordu ve basınç oranı oldukça yüksekti.

“Fakat eğer hakikaten bu olumsuz şeylerin üzerine giden arkadaşlar. Kimse onlar tanımıyorum, binde birini bile tanımıyorum.  Bu işin üzerine 'Hukukun ve aynı zamanda sistemin, dinin ve aynı zamanda demokrasinin gerektirdiği şeyler bunlardır.'  deyip arınma adına, yıkanma adına, temizlenme adına, kirlerin öbür tarafa kalmasına meydan vermemek adına bir şey yaparken dinin ruhuna aykırı bir şey yapmışlara, bize de nispet ediyorlar, dolayısıyla ben bizi de onların içinde görerek diyorum, dinin ruhuna aykırı bir şey yapmışlarsa, yaptıkları şey Kur'an'ın temel disiplinlerine aykırıysa, Sünnet-i Sahiha'ya aykırıysa, İslam'ın hukukuna aykırıysa, modern hukuka aykırıysa, günümüz demokratik telakkilere aykırıysa, Allah bizi de onları da yerlerin dibine batırsın, evlerine ateş salsın, yuvalarını başlarına yıksın.”

Sen kalk binde birini tanımadığını iddia ettiğin birileri adına o kadar iri laflar et, elbette birliğin dağılır, Erzurum ili Pasinler ilçesi Korucuk köyündeki evine ateşler salınır.(Olaylardan sonra köylüleri köydeki evini ateşe vermişlerdi.)

Devam ediyordu Gülen:

“Ama öyle değilse, hırsızı görmeden hırsızı yakalayanın üzerine gidenler, cinayeti görmeyip de masum insanlara cürüm atmak suretiyle onları karalamaya çalışanlar, Allah onların evlerine ateşler salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun, duygularını sinelerinde bıraksın, önlerini kessin, bir şey olmaya imkân vermesin."

Ateşgedenin bedduasına “amin” diyen saftirik, o “amin” ucuz bir kelime değil. Çektiklerin o kirli tezgahtan habersiz “amin” dediklerinin karşılığı…

Tezgahtan haberi olana gelince, bu daha başlangıç…

Adam hızını alamayıp bütün toplumu kuşatacak sözler sarf etmeye başladı.

"Bunları yapan ve bu yapılanlar karşısında dilsiz şeytan gibi susan ne kadar insan varsa, evlerine ateşler sal, yerin dibine batır, en yakın zamanda kahr u perişan eyle. Kim olursa olsun, zırvasından zirvesine kadar hepsini yerin dibine batır Allah'ım"

****

FETÖ örgütünün profesörü Osman Özsoy: “Altı milyon AKP'linin mal varlığına el konmalı” dediğinde susan FETÖ mensubu, keramet beklediği sahte Mehdi'nin bedduasının tuttuğunu anlamıştır umarım.

Bu da bağlılığını bir kat daha arttırır.

Değil mi yani?

TERS BAKIŞ

Ertuğrul Kürkçü, Kürtlere rol biçiyor; sonra sahil ve plajlarda “şerefe” deyip içiyor.

Öz savunma ve özyönetim, son yıllarda PKK medyasının sürmanşetinden inmeyen janjanlı iki kavram.

Birileri örgütün gözüne mi girmek istiyor, sihirli sözcükler hazır kıta bekliyor.

Kadri Ahmet Bey'i çoğumuz bilmeyiz.

Özyönetimden Ahmet Kadri Bey'e nereden geçildi diye düşünen okuyucum, azıcık sabır!

Kadri Ahmet, 1. mecliste görevli bir milletvekili, ancak Kürt tarihi açısından sıradan bir vekilden öte ayrı bir özelliği var:

Özyönetim talebinde bulunan Kürt isyanını bastırmak için meclisten özel izin isteyen Kadri Ahmet Bey doksan altı Kürt'ün idamına karar verecek kadar yetkili bir isim.

Bir vekil ve isyanı bastırmak için meclisten özel izin istiyor.

İçindeki militarist ruha bakın!

İstiklal Mahkemeleri'nde üye olarak görev yapan Kadri Ahmet Bey, Cemilé Çeto ve üç oğluyla beraber Koçgiri isyanına katılan 96 Kürt hakkında idam kararı verdi.

Tarihteki bu olayın günümüzle ne ilgisi var, diyorsanız sıkı durun ve satırlarda ilerleyin!

Ertuğrul Kürkçü'nün Kadri Ahmet Bey'in torunu olduğunu söylesem bir işaret fişeği beyninizde çakılır sanırım.

Biraz daha ileri de gittik mi puzle parçalarını birleştirirsiniz.

Dedesiyle torunun ne alakası var, diye mırıldandığınızı duyar gibi oluyorum.

Adam yıllarını mücadelede geçirmiş, dedesiyle ilişkilendirilemez ki, diyen dostlar Kürkçü'nün Kızıldere katliamında Mahir Çayan ve arkadaşları öldürülünce sağ kalan tek kişi olduğuna da muhtemelen takdir-i ilahi diyeceklerdir.

Takdir-i ilahi olduğu da muhakkak...

Ancak samanlıkta gizlenip bugün Kürtlere "Bu açıdan öz savunmaya hem önem vermek hem de ciddiyetle yerine getirmek çok önemlidir. Çünkü bizleri savunacak bir kamu güvenliği mekanizması yoktur. Sayın Öcalan'ın da belirttiği gibi kendi öz savunmamızı oluşturmalıyız” şeklinde konuşmaları Kürtlere yeni bir rol biçmekten başka bir şey değildir.

Ve bu rol, ihanet kokan, sinsi bir planın parçası gibi görünmekte…

Tıpkı şehrin ortalarında kazılan çukurlar gibi…

Tıpkı çarşı ortalarında patlatılan tonlarca bomba gibi…

Öz savunma adına gencecik çocuklar hendeklerin arkasında, Cizre'de bodrumda can verirken Ertuğrul Kürkçü, Bodrum sahillerinde gencecik kızlarla güneşleniyordu.

İkisi de bodrum der geçer aymazın biri.

Ancak öz savunmada Kürtlerin payına hendek arkasında ve oksijensiz bodrumda ölüm düşerken Kadri Ahmet Bey'in torununun payına neden kumsalı, güneşi ve oksijeni bol olan Bodrum düşüyor?

Burnuma gelen pis kokular, olayın sanıldığı kadar masum olmadığını gösteriyor.

Öz savunmaya evet denilecekse kumsaldaki Ertuğrul'a "nöbete!" demek gerekir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.