Zevklerde mümin ile kâfir

Said BURAK

Zevk; maddi veya manevi herhangi bir uyarıcının kişinin derununda estirdiği haz rüzgârı, coşku yeli. Bu esintiyle kişinin kendini şen hissetmesi,yüzünün güleç olması… Zevklerdir ki insanı zinde tutar, ona yaşama sevinci verir. Eğer zevkler olmasaydı dünya insanın gözünde anlamsızlaşır, yaşamak onun sırtında ağır bir yük olarak kalırdı.

Yüce Allah kâinatın en güzide varlığına bunları elbette reva görmezdi. Bu yüzden insanı dünyadaki bin bir zevki tadabilecek şekilde bin bir cihazatla donatmıştır. İslam nazarında dünyanın en büyük zevki, ahretin en küçük zevkinin binlerce perdeden geçmiş sadece çok zayıf bir huzmesidir. Allah, mümin kullarına dünyevi zevkler için afiyet olsun derken “Rabbinizin mağfiretine ve eni yerle gök kadar geniş olan cennetine koşunuz.” İlahi fermanıyla da onu cennetin zevklerine “buyur” etmektedir. Peygamberimiz de nefsini dünyevi zevklerden alıkoyan kimi Müslümanları şiddetle kınamış, kendini de bu zevklerden istifade etme noktasında örnek olarak göstermiştir.

Dinimiz temiz, pak zevkleri olabildiğince yüceltmiş, öyle ki ibadetten saymıştır. Hatta eşler arasındaki sevgiyi yüce Allah kendi varlığına delil kılmıştır. Kur'an'dan okuyalım: “Onun varlık delillerinden biri de size eşler yaratması ve aranıza sevgi ve şefkati yerleştirmesidir.” İnsanın en büyük zevki olan sevginin, aşkın Allah'ın varlık delili olması bir taraftan ilginç ama diğer taraftan kelimenin tam anlamıyla muazzam! Şimdi sormak lazım… Cana can katan o sıcak duyguları meydana getiren unsur nedir? Kalp mi, mide mi, beyin, kan, dalak… hangisi? Hangisi derseniz deyin onu tepside size sunarlarsa tiksinir, haftalarca yemekten içmekten kesilirsiniz. Bu hayali deneyden sonra dudaklarınız gayri ihtiyari: “Hayır, bu işte kanın ve etin dahli yoktur. Onu gerçekten Allah yaratıyor.” sözünü mırıldayacaktır. Hem söylemek gerek ki insanın diğer tarafı, yani onun duygu âlemi insanın bu gördüğümüz madde kısmından çok daha büyük ve acayiptir. İşte geldiğimiz son nokta itibariyle zevkin zirvesi: Aşk! Ve aşk da Allah'ı şakırdayan bir bülbül-ü Şeyda!

Yüce Allah insan için zevkler yaratıp böyle yüceltirken bunların temiz kalması, bulandırılıp kokuşturulmaması için de bazı sınırlar koymuştur. Ardından da defaatle: “İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Sakın Allah'ın sınırlarına yaklaşmayın.” Tembihinde bulunmaktadır. Ta ki zevkler zevk olarak kalsın, sahibinin başına dert olmasın. Çünkü tecrübelerle görülmüştür ki dünyanın en iyi ilacı dahi doz aşımı ya da yerli yersiz kullanımı sebebiyle, en öldürücü zehre dönüşebiliyor.

Şimdi de zevklerin dünyasına, onların yekdiğerinden ayrıldığı yol kavşağına gelelim. Doğrudur, zevkler ve renkler tartışılmaz. Yani ben maviyi, sen yeşili bir başkası laciverdi sever. Ya da ben yüzmekten, sen ata binmekten, diğeri diyar diyar gezmekten zevk alabilir. Ama görüldüğü üzere bütün bunlar, uçsuz bucaksız zevk atlasının dâhilinde olan zevklerdir. Bunları tartışma konusu yapan sadece sığlığını söz konusu etmiştir. Ama örneğin birisi şu mavi gök kubbe altında, yeşil vadilerde dereler siyah siyah aksa ne güzel olur dese buna ne diyeceğiz. Bu adam zevkini, bahsi geçen darb-ı mesele dayandırıyor diye zevkini tartışmayacak mıyız? Evet, burada da bir tartışmazlık söz konusudur, ama bu zevkler değil, söz konusu zevkin bozulduğu hususudur. Belki çok uç oluşu sebebiyle bu örneğe karşı çıkabilirsiniz ama yörüngesinde çıkmış beğeninin, zevk adına ne çirkefliklere mübtela olduğunu görünce bu uç örneğe bile rahmet okuyacaksınız.

Aslında bugün yörüngesinden çıkmış zevkleri yazacağımızı söylemiştik. Ama İslam'da zevk konusunu işledikten sonra buna geçişin uygun olacağını düşündüm.  Zevklerin bozulması böylece bir sonraki haftaya kaldı.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.