Zındıkların sevdiği Sahtekarlık

Özkan YAMAN

Sahtekarlık, yeryüzünde kan dökecek bozgunculuk yapacak insanın, melekleri tiksindiren her yanlışında hesabında biriken dolar gibidir. Her türlü sahtelikten pak ve münezzeh olan Efendimiz(sav)’in; “Allâh’ım! Gerçek hayat ancak âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Cihad 110) diye niyaz edişi de bu sahteliğin asla bulunmadığı bir alemin hasreti gibidir.

Azılı/apaçık düşmanımız olan şeytanla ve ona her daim kulak veren nefs-i emmaremizle kısa bir süre misafir edildiğimiz şu yeryüzünde, fazilet; herhalde ikrar ve itirafta verilen sözde, bakışta, gülüşte, geliş gidişte, alış verişte, kalışta, yapışta, oluşta, duruşta, bulunuşta sahteliği azaltmaktır diye tarif edilebilir.

İhlas da bunu anlatır, takva da, ihsan da, yakin de.

Sahte paraya kalp, bu işi yapana da kalpazan denmesinde meselenin kalple alakasına ince bir telmih de vardır.

Bugün Araplar,Bugün Araplar, meğşuş(onunla aldatılan) paraya müzeyyef diyorlar. Bu ise aynı zamanda damardaki kanın süratle dışarı akması için kullanılıyor. Burada da sanki parası sahte olanın bünyesindeki bozulmaya bir ima var.

Tabi sahtekar için kullanılan “gayr-ı şerif” tabiri de hayli zengin bir çağrışıma sahiptir.

Şerefi olmayan ehl-i zındıka, kafirler ve münafıklar için sahtekarlık vasfının pek bir kıymeti harbiyesi yoktur. Çünkü şirkleri nedeniyle zulümleri zirvede olanlar, “kendilerince Allah’ı aldatacak” (Nisa 142) kadar ultra sahtekardırlar. O yüzden Müslüman için en selametli veda, “bizi aldatan bizden değildir” (Müslim, Îmân 164) ferman-ı Nebevisindeki “biz” zamirinin dışına çıkmadan son nefesini verebilmekle mümkündür.

Seçimlerden önce allı pullu vaadler verip de, kazandıktan sonra kayış yaranların ve adalet soslu sitayişleri, yollar çatallaştığında şikeste olan beyzadelerin ‘biz’denliği elbette ki vicdanlarda ağırlaşacaktır.

Yönetirken, ortaklık kurarken, üretirken, satarken yapılan sahtekarlıkların sayısız çeşidi ve seviyesi de biraz mevzu dışındadır. Zira “tencere dibin kara seninki benden kara” kabilinden çaresizliğin alıştırdığı yozlaşmalar, bir yere kadar umursanmamaktadır.

Dünyada da ukbada da cezası en ağır olan sahtekarlık, hiç şüphesiz hislerle, kabul ve kanaatlerle ilgili olandır. O yüzden yalancı peygamberlere asla müsamaha edilmemiştir.

Sahte mehdilerin, şeyhlerin, hocalar/hocaefendilerin mantar gibi bitmeye devam ettiği günümüzde Müslüman topluma düşen sorumluluk, en azından balın vasat düzeyde hakikisini almak için gösterdiği hassasiyet kadarını dinlediği şeyh ve hoca için de göstermesi değil midir?

Haliyle “bir delikten iki defa sokulmaz” (Buhârî, Edeb 83; Müslim Zühd 63) diye vasfedilen Mü’min de aldanmamaya gayret ederek sahtekarın vebaline kendini ortak etmeyecektir.

Hocanın sahtekarı denilince hemen, dini bilmemesi veya, yanlış anlatması anlaşılmamalıdır. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de ismi tasrih olunmayan Bel’amın ism-i azamı dahi bilecek kadar geniş bir ilmi vukufiyetinden bahsedilir.

Hocalığın edebine, makamına, haysiyetine, vakarına yakışmayan her akval, ahval ve efal o zatlar için ayarın düşmesi demektir. Kefereyi sevindirmek, onları bir şekilde memnun etmek, zaten alim diye bilinenlere sahtekarlık olarak yeter.

Öne düşmüş sahtekarlardan çok ağzı yanmış bir toplumun bu zaafını kullananları en çok umutlandıran ise, her ferdin diğerinde sahtelik tevehhüm ederek, aradaki güvenin yerle bir olmasıdır.

İşte vazife onların bu umutlarını kırmaktır.

Ve “ya Hak” deyip hakiki olmak, hakikatli olmak, sahtelik etmekten de sahteliğe maruz kalmaktan da Allah’a sığınmaktır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.