Ağıtlar ve Şehr-i Ku'an

Ağıtlar ve Şehr-i Ku'an

Ramazan ayı insanlara doğru yolu göstermek ve hidayet ile Furkan (hak ile batılı ayıran hükümlerden) apaçık deliller olmak üzere Kur’an onda indirilmiştir. Sizden kim o aya erişirse, onda oruç tutsun

“Ramazan ayı  insanlara doğru yolu göstermek ve hidayet ile Furkan (hak ile batılı ayıran hükümlerden) apaçık deliller olmak üzere Kur’an onda indirilmiştir. Sizden kim o aya erişirse, onda oruç tutsun….”[1]

Bizi bu rahmet ve bereket ayına eriştiren, bu ayın feyiz ve bereketinden istifade etme fırsat ve imkânını bahşeden Cenab-ı Mevla’ya sonsuz hamd-ü senalar olsun. Bu aydan hakkıyla yararlanma anlayış ve gayretini lütfetsin. Bizi bir an olsun nefislerimizle baş başa bırakmasın ve ümmetin kurtuluşu için, birçok hayırlara vesile kılsın!

Bu ayın feyiz ve bereketini anlamak, gerek Allah (cc) katındaki ve gerekse insan nezdindeki kıymet ve değerini fehmetmek için dünyanın, Kur’an indirilmeye başlandığı Ramazan ayından önceki durumuna ve insanlığın ahvaline bakmak gerekir. Bunun için bir tayy-ı zaman edip seyr-ü sefer etmek yararlı olacağı kanaatindeyim.

İsa (as)’dan sonra altı asırlık bir fetret dönemi, vahyin kesildiği, peygamberlerin gönderilmediği bu zaman kesitine baktığımızda, bütün yeryüzünü baştan başa bir karanlığın bürüdüğü, insanların şirk, küfür ve cehalet içinde tebindiği, ilahi menşeli dinlerin tümüyle tahrif edildiği ve ‘Allah birdir’ diyen insanların hemen hemen yok denecek kadar az olduğu bir dünya manzarası karşımıza çıkmaktadır. Zulmün, haksızlığın, tuğyanın, fuhşiyatın, din bezirganlığının, ceberrutluğun ve köleliğin kol gezdiği, hak, hukuk, adalet, insani değerler, Allah’a kulluk ve vahyin asıl nefhasından ve ziyasından eser kalmadığı bir dünya tablosunu müşahede etmekteyiz.

İnsanların ilahlarını razı etme ve onların hoşnutluğunu kazanma adına çocuklarını dahi katlettikleri ve diri diri gömdükleri, insani duyguların köreldiği ve tüm değerlerin dumura uğradığı, insanlığın vahşileştiği ve hiçbir sınır tanımadığı, nefsin arzusuna ve tağutların emrine amade olduğu bir insanlık manzarası karşımıza çıkmaktadır. O günün dünyasının ve insanlığının ahvalini tasavvur etmek adına, sanırım bu kadarlık bir malumatı serdetmek yeterli olacaktır.

İşte dünyanın ve insanlığın iç burkan, dehşete sevk edici ve yürekler yakıcı manzaralar ve haller arz ettiği bir zaman kesitinde, bütün bu manzarayı ters yüz edecek ve bu kapkaranlık dünyaya ziyalar saçacak o nur-u ilahinin ilk hüzmeleri, miladi yedinci asrın ilk başlarında, bir Ramazan ayının kadir gecesinde Arş-ı Ala’dan dünyaya doğru akmaya başladı. Bu nurun ilk kıvılcımları, yeryüzünün en mübarek mekânı olan Beytullah’ın bulunduğu yerde parlayıverdi. Bütün insanlığın efdali, Enbiyanın Serveri ve hatemi Muhammed (sav)’in gönlünden ve şahsından, kıyamete dek bütün insanlığın gönlüne ve hayatlarına ışık saçacak bir nur-u ilahinin ilk ziyaları belirmiş oldu.

“İnsanlara doğru yolu gösteren ve hidayet ile furkandan apaçık deliller olmak üzere Kur’an onda (Ramazan ayında) indirilmiştir.”

Yolunu yitirmiş, şaşkın ve beyhudece dolaşan ve adeta bütün basiret duyularını kaybetmiş insanlık için, doğru yolu gösteren bir kılavuz ve rehber, kör gözler için bir basiret, ölü kalpler ve bedenler  için bir ruh, dalalet bataklığından kurtuluş için bir rahmet eli, hayatları için bir şeriat / nizam ve dünya ile ahiretlerinin felahı için bir kurtarıcı olan ve “şüphesiz değerli, güçlü ve arşın sahibi katında itibarlı bir elçinin (Cebrail’in)…”[2] Evet Cebrail (as) aracılığıyla Muhammed-ül Emin’e gönderilen Kur’an, bu mübarek Ramazan ayında indirilmiştir.

İşte biz şu an, feyzi, bereketi ve rahmeti bol olan bu mübarek ayı yaşamaktayız. Kur’an’ın indirildiği gece olan Kadir gecesinin, bin aydan daha hayırlı olduğu Rabbimiz tarafından bildirilmiştir. Kur’an hürmetine o geceye, bu kadar büyük kıymet ve değer atfedilmiştir. Bu ayın bir gecesi bu kadar kıymetli ise ve bu ayın diğer aylara nispeten ne kadar büyük ve celil olduğunu artık siz tasavvur edin. Anlaşılan büyük bir hazine-i ilahi ile baş başayız!

İnsanları özellikle yaşadığımız coğrafya insanını, Kur’an’ın nurundan mahrum bırakmak, Kur’an nurunun ve ziyasının önüne cahiliyenin karanlık perdelerini çekmek ve Kur’an’ın o hayat iksiri nizamından ve adaletinden mahrum bırakmak adına ne entrikaların sergilendiği, ne zulümlerin yapıldığı ve ne tür desiselerin kurulduğu hepimizin malumudur. Ancak bütün bu olumsuzluklarla beraber biz Müslümanlar, çaresiz de değiliz. İşte bakın Allah’ın lütuf ve ihsanı sayesinde, bu Kur’an ve gufran ayını yaşıyoruz. Bu maküs gidişatı durdurma ve hayatı asıl mecrasına sokma imkân ve kudretimiz vardır. Yeter ki o mahmur gözlerimizi yakaza / uyanık pozisyonuna getirelim, imkân ve kabiliyetlerimizi harekete geçirelim.

Allah (cc)’ın lütuf ve keremiyle işte böyle bereketli bir ayın rahmet ve bereketiyle karşı karşıyayız. Öyle ise bu rahmet ayının hayır ve bereketlerinden çokça istifade etmek için dikkatli olalım. Bütün saniye ve dakikalarını hayırla ve ma’ruf / iyilikle değerlendirelim. Üzerimizdeki bu arızi karanlık perdelerinin yırtılması ve bu yapay karanlık bulutlarının dağılması için kendi iç âlemimizde ve dünyamızda Hira mağarasına gidelim, Resulümüzün huzuruna, dizlerimizi onun mübarek dizlerine dayayalım, o vahiy ve nübüvvet iklimini bütün benliğimizde yaşayalım. O vahyin atmosferini ve o hayat nefhasını buram buram teneffüs edelim.

Hani bir işe ciddiyetle niyet etmek yüzde elliyi yapmaya tekabül ediyor ya, bizler de bu rahmet ayında güzel bir niyet getirelim! Eksiklerimizi giderme, yanlışlarımızı düzeltme, ma’siyetlerimizi terk etme ve ma’rufumuzu artırmaya mebde’ / başlangıç teşkil etmeye!

Mesela: Eğer Kur’an’ı yüzünden okumayı bilmiyorsak, yaşımız ne olursa olsun ‘Bismillah’ deyip Kur’an öğrenmeye başlamak. Eşimiz, çocuklarımız ve ailemiz için de aynı şeyi yapmak! Müslüman’ım diyen bir insanın Kur’an okumasını bilmemesi hiç doğru değildir. Eğer yüzünden okumayı biliyorsak, başta çocuklarımızın hafızlığı için ve kendimiz de ezberleyebildiğimiz kadar ezberleme gayretimiz için bir başlangıç yapalım. Eğer bütün bunlar berkemalsa, Kur’an’ımız ve dinimizin dili olan Arapça tedrisat imkânı ihdas edelim. Eğer biz ihlâsla elimizden geleni yapsak, gerisini Rabbim tamamlar, imkân yollarını önümüze serer.

Eğer İslami mücadele içerisinde göstermemiz gereken fedakârlıkta kusurumuz varsa, bu rahmet ayını vesile kılıp ivedilikle kusurumuzu gidermek ve açığı da kapatmak için canhıraş gayret göstermek... Eğer cimrilik belası bize müptela olmuşsa ve şeytanın telkinatıyla fakirlik endişesiyle yapmamız gereken infak ve tasadduku yapmamışsak, bu bereket ayını fırsat bilip telafi etmek... Eğer ahlaki zaaflarımız varsa, bariz hatalarımız ve ma’siyetlerimiz varsa, bunlar ne kadar küçük de olsa kesinlikle bir santim daha ileri götürmeyip sonlandırmak... Küçük hatanın üzerinde ısrar etmenin, büyük hata ve günahlara kapı araladığını unutmamak gerekir. Kul olmamız hasebiyle hata ve günahlarımız vardır. Nasuh bir tevbe ile tevbe edip bir daha onlara dönmemeye azmetmek ve Müslümanların şefkat ve merhamet kanatları altına kendimizi atmamız gerekir. Eğer Müslümanların himayesi olmazsa, bizim kendi başımıza kendimizi muhafaza etmemiz mümkün değildir.

Allah korusun eğer İslam’a ve Müslümanlara karşı yanlışlarımız varsa, bu yanlışları giderip telafi, hele hele bu yanlışlarımız ihanet boyutunda ise; şartlar, getirisi ve götürüsü ne olursa olsun, mutlak bu yanlışa son verip Müslümanların şefkat ve merhamet kucağına kendimizi atmaya, bu rahmet ayını vesile kılalım! Unutmayalım ki bu dava Allah’ın davasıdır, bu din O’nun dinidir ve O, Müslümanların Mevlasıdır. O Allah, her şeyimizden, gizli açık bütün ahvalimize muttalidir. O’nun merhametine iltica ediyoruz.

Bu listeyi daha da uzatabiliriz; ancak her Müslüman durumunu bilir; bu rahmet ayı, bizim için büyük fırsattır, belki bir sonraki Ramazan’a yetişmeyebiliriz. Onun için bu Ramazan ayını son Ramazan ayı olarak görüp o şekilde değerlendirmemiz gerekir. Bu ayın rahmet pınarından ve bengisuyundan kana kana içmemiz lazım. Sakın şeytan birtakım kuruntularla ve tul-i emellerle bizi oyalamasın ve bizi aldatmasın.

Bu ayın feyiz ve bereketiyle ilgili Resulümüz buyurur ki: “Ramazan ayı girdiğinde, semanın kapıları açılır, cehennemin kapıları kilitlenir ve şeytanlarda zincire vurulur.”[3]

Bu öyle bir aydır ki, Müslümanlara karşı şeytan pasifize ediliyor, adeta kolu ve kanadı kırılıyor, Müslümanlara karşı aktif bir şekilde atağa geçemiyor. Öyle ise fırsat bu fırsat deyip ona ve onun insi taifesine karşı biz atağa geçelim. Bu ayın maddi ve manevi dinamiklerini harekete geçirip öldürücü darbeler vuralım ki, bir daha hareket etme güç ve kudretini bulamasınlar. Bu ayın bereketiyle hem şahsımız, hem ailemiz ve hem de çevremiz için cehennemin kapılarını hep kilitli tutmaya çalışalım. Eğer bizi oraya götürecek amellerden uzak durursak, Allah’ın izniyle hep kilitli kalacak. Semanın ve rahmetin kapılarını da sermedi olarak açık tutmaya çalışalım. Rabbim hayırlı işlerimizde bizleri muvaffak kılsın.

Kur’an emanetini bizlere tevdi eden Rabbimiz, bu yoldaki meşakkatlere ve sıkıntılara katlanmamız ve tahammül etmemiz için de Ramazan orucunu buna vesile kılmıştır. Açlığa direnmek ve nefsanî arzuları yenmek için oruç bu işin ilacıdır. Artık bu antrenmanı ve egzersizleri bütün hayatımıza teşmil edelim ki, zorluklarla karşılaştığımızda sarsılmayalım ve izzetle ayakta duralım. Bu ayda yeryüzünde acı ve zahmetlerle ve yangınlarla boğuşan, dünyanın her noktasında zindanlara ve işkencehanelere tıkatılmış olan kardeşlerimizi daha bir hatırlayalım. Ümmetin kurtuluşu için daha çok kavli ve fiili duada bulunalım.

İslam ümmetinin şuan içinde bulunduğu durum, gerçekten yürek parçalar bir hal arz etmektedir. Adeta kıyamet manzaralarını andıran bu sahneler karşısında Müslüman’ın, rahatın ve keyfin peşinde koşturması düşünülemez. Her gün sayısızca fidanımız, korkunç silahların bombaların ve füzelerin hedefi halindeler. Kimyasal silahlarla her taraf yakılıp yıkılıyor. Bu manzaraları her gün canlı olarak izliyoruz. Eğer kardeşlerimize daha bir sımsıkı sarılmazsak, korkarım ki Allah’ın hışmına uğrarız da, o zaman dualarımız ve yalvarışlarımız için semanın kapıları da kapanır. Rabbim bizlere merhamet etsin ve kendimize merhamet etme duygularımızı ve hissiyatımızı canlandırsın.

Bu mübarek ayda biz insanlığa öyle bir hediye sunulmuş ki o, her şeye şifa ve devadır, her şeyin hal çaresi onda mevcuttur. Yeter ki usulünce ona müracaat etmeyi ve ondan istifade etmeyi becerebilelim. Bakın bu yüce Kur’an için Rabbimiz ne buyuruyor: “Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, Müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir.”[4]

Biz ne kadar şanslıyız ki, bu mübarek emanetten ve bereketten Rabbimiz bizi de nasibdar kıldı. Bu ilahi nimetin bizde kalıcı olması ve bizden geri alınmaması için bütün varlığımızla Kur’anımıza sarılalım, onu hayatımıza mihver ve başımıza taç edelim. Sakın bu fiehr-i Kur’an olan Ramazanımızdan gafil olmayalım. Ramazanımız ve Kadir gecemiz hayırlar ve bereketler getirsin inşallah!

İnzar Dergisi

[1] Bakara S. / 185

[2] Tekvir S. / 19–20

[3] Sahih-i Buhari, oruç bölümü

[4] Yunus S. / 57
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.