Ahlâk-ı Hamide: Hayâ

Ahlâk-ı Hamide: Hayâ

Yaratılmışların en güzeli olarak vasıf almış olan insan, hem cismani hem de ruhani olarak tüm mahlûkata farkını atmış ve “en” olma sıfatını hâlıkından almıştır.

Özü ahlâk olan bir dine müntesip kılana hamd ile...

Yaratılmışların en güzeli olarak vasıf almış olan insan, hem cismani hem de ruhani olarak tüm mahlûkata farkını atmış ve “en” olma sıfatını hâlıkından almıştır. Ruhuna bezenen en zarif güzellik te “âr” yani utanma ve hayâ etme duygusu olmuştur.

Kur’an’ı Hâkim’e müracaat ettiğimizde bu en güzel zinetin tarihçesinin insanın yaratılışı ile eş zamanlı olduğunu ve geçilemeyen ilk imtihanın neticesinde de bu zinetin kaldırılması ile cezalandırılma vakasını görürüz.[bkz Tâhâ, 20/121] Böylelikle hayânın fıtri olduğuna kanaat edip, cürüm işlemenin öncelikli penaltısının bu zinetin kaybı olduğunu idrak etmekteyiz.

Biraz daha tefekkür ettiğimizde hayânın, iffettin, edebin Allah’ın indinde ne çok kıymetli olduğuna yeniden iman ediyoruz. Umrenin çıplak olarak tavafının men’i, erkeğin ve kadının gözlerini muhafaza buyruğu, kadının tesettür emri hepsi buna delildir. Keza anne babaya ihsan, canlılar ve hayvanlara merhamet, dünya malında israftan korunma ayetleriyle de bizden istenenin salt bedeni hayâ değil, içtimai hayatın tamamında olması gereken edebe gönderi mevcuttur. Kur’an’ın hiç bir yerinde “iman edenler “ zümresinden bahsedildiğinde dünyevi bir sıfat bulamazsınız, ancak kâfirler, fasıklar ve münafıklar için durum aksi olarak göze çarpıyor. Edep, iffet, hayâ güzel ahlakın sembollüğünü yaparken Kur’an’i tanımla onun zıddı olan “Fahşa” ise sözden fiile tüm hallerin çirkin göstergesi oluyor. Rabbimiz ve Rasulü bizi her türlü fahşadan/çirkinliklerden şiddetle men etmektedir. Müslüman bütün azalarını fahşadan korumak zorundadır. Gözünü, kulağını, elini, dilini, zihnini, kalbini ve diğer azalarını… İlahi fermanın mümin kullarından istediği, yaşamın terazisinde hassas olup her anı ahlâk üzere geçirmektir.

Nasıl ki tabiatın süsü güller, çiçekler, türlü türlü bitkilerdir insanın süsü de edep, hayâ ve iffettir. Bitkilerden yoksun tabiata kimse iltifat etmediği gibi bi-edep olana da iltifat muhaldir. Hayâ imandan bir şubedir, denge ve ölçüdür. Bu eşit çizgiyi hayatımıza uyarlarken hayânın her şeyden önce, Allah’tan (c.c) korkmakla, O’ndan utanmakla başladığını sürekli hatırda tutmak gerekiyor. Sonrasında hayâ da filizlenip iffet ile çiçekleniyor çünkü iffet, önce duygu ve düşüncede başlar, kendini hal hareketlerde resmeder. Hayâ ve iffet kuvvetli bir sütun olup edebî imara başlarlar. Ve edep yemeden içmeden, giyinip kuşanmadan, konuşup yazmadan her şeyimize sirayet eder. Üçünün oluşturduğu birlik İslami Ahlâk birliğidir.

Günümüzde imana açıktan saldıramayan İslâm düşmanları, gençliğin edebine, hayâsına ve iffetine saldırarak imanını tahrip etmektedir. Bu övülesi ahlâkın tanımını değiştiremeyeceklerini iyi bilmelerinden içini boşaltmaya, hafife alınmasını sağlamaya ve çirkini güzel, kötüyü iyi gösterme çabası vermektedirler. Çünkü hayâsızlığın kötü koku misalince, öncesinde yadırgansa da zamanla kabul görülüp, alışılır hale geldiğine iyi derecede vakıflar. Daha da vahim olan hayânın iman olduğunu bize unutturma, kültür emperyalizmi ile kimlik kargaşası yaşatma dertleri var. Muhtevaya binaen Allah Resulü (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmaktadır: “Hayâ ile iman bir aradadır, biri gittiğinde diğeri de gider.” [Taberani] Nebevî öğretinin bize bu noktada vermek istediği mesaj şudur: Ahlak hayâ, hayâ iman, iman da hayattır.

Evet, iffet güzeldir özelde gençlerde daha güzel, keza hayâ güzeldir hususen kadında daha güzel. Bu onun zineti ve süsüdür. Onun maneviyat sütunu hanım sahabilerin iffeti ve tesettürü gibi olup ama’lı değil aksine rağmenlidir Çağın değişen değer yargılarına karşın tesettür ve edebini bir moda değil, baş kaldırış ve herkes zindanından Rahmâni bir azatlık olarak görmektedir. Enfeksiyon kapmış bir ahlâkî olgu olan hayâsızlığa karşın bahsini etmiş olduğumuz İslami Ahlâk birliği reçetesi ile kendini, ailesini ve çevresini izole eder. Bu durumu gündelik hayatımıza uyarladığımızda şöyle bir tablo çıkar karşımıza; mümine hanımefendi yürürken vakarlı, konuşurken asil, erkeklerle konuşmak mecburiyetinde kaldığında ciddi, sosyal medyada havf-ı ilahi, giyim kuşamında iffet ve tesettürü baz alarak yaşayan, haddini ve Rabbini bilerek yol alan erdemli bir kimsedir.

Bugün üniversite ortamlarında mezuniyet balosu adı altında ya da bahar şenlikleri tarzında gereksiz ve ifsat niyetli programlar en güncel hayâ düşmanlığı örnekleri olarak verilebilir. Yine düğün organizasyonlarında, sene sonu tatillerinde ve cafe/ restoran gibi mekânlarda verilen tavizler, “herkes yapıyor, abartmayın “ ile çürümeye yüz tutan nice âr, iffet ve hayâ misalleri. Keza internetin bütün platformlarında yayımlanan görseller ile iffetsizliği normalleştirip normlarımızı hasara uğratma girişimleri. Tüm bu ve benzeri durumlarda hayâ mabedimiz öncelikli meselemiz olmalıdır. Zira hayâ duygusu erirse fıtrat dışına çıkılır, fıtrat dışına çıkan, haddi aşmış olur. Haddi aşan da malûm-i kitabı Kur’an ki sınır dışı edilir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin konuyla ilgili çok veciz bir hadisi şerifleri var ki şöyle buyurmaktadır: “İlk peygamberden itibaren söylenegelen bir söz vardır; utanmadıktan sonra dilediğini yap.”[Buhari, İbn-i Mace]

Hâsılı, Kur’an’dan kopuk bir hayatın neticesi toplumun bozgunluğudur. Ve bu durum kendini de en çok hayâsızlık ile ayan eder. Biraz uçuk bir tabir olabilir ancak nefsani arzularına zincir vuramayan kişi bu halde hayvanlar mesabesine indirilir. Çünkü hayvanlar iç güdülerini dizginleyemezler, hevalarına ittiba ederler.

En büyük problemimiz hayâsızlık ise şüphesiz en büyük çözüm de hayâ duygusunun yeniden imarıdır. Bugünün en üzücü şeyi Hakk’ın hakkını verememek ise çare her anda edebî giyinmek ve iffettin tüm emarelerini sergilemektedir. Yenildiğimiz en kritik maç “normalleşme” ise işin püf noktası İslâmî bir yaşantının kıyamında saklıdır. Kim bilir belki de yaratılmışlar arasında “en” sıfatı almamız tüm “en”li sorunlarımızın üstesinden gelebilecek yaratılışta olduğumuza da işaret vardır, yeter ki imanımız ve hayâmız selamette olsun.

Hz Ömer’e nispet edilen güzel bir söz vardır: “... Hayâsı az olanın takvası az olur. Takvası az olanın kalbi ölür.” Kalbi daimi diri olanlardan olmak duasıyla, Rahmân’a emanet kalınız.

Müzeyyen Sena Titiz

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.