Balyozcu Ağa ve Kâhyası
Balyozcu Ağa ve Kâhyası
Bundan birkaç yıl önce Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları başlar başlamaz iktidar ve onun mülhaklarının, "adalet yerini buluyor, artık derin devletten hesap sorulacak" türü sevinç çığlıklarına şahit olmuştuk.
İktidar mensuplarının geçmişlerine, geçmişte yaşadıkları mağduriyetlere bakınca gerçekten de darbecilerle, derin devletle savaştıklarına inanmıştık. Ne safmışız be. Mücadelenin gerçek bir mücadele değil de konjonktürel bir tavır takınmanın ilk perdesi olduğunu anlamamışız meğer.
Şimdi ise, ne Ergenekon'cu kaldı içeride ne de Balyozcu. "Sarı kızlar" bir kez daha çayıra salındılar "Ay Işığı'nda" Ya da "Yakamozlar" uçuştu Çankaya Yokuşunda.
Tiyatronun ikinci perdesi de oynandı ve perde kapandı. "Harç bitti amele paydos" dercesine işe son nokta konuldu.
Okuyucularımdan özür dileyerek burada bu duruma çok uygun düşen ağa ile kâhya hikâyesini biraz da kendimden bir şeyle katarak aktarmak istiyorum.
Ağa, kâhyasına faytonunu hazırlamasını emretmiş. Şehre ineceklermiş. Ağa, kurulmuş faytona atmış ayak ayaküstüne düşmüşler yola. Yolda giderken muzipliği tutmuş ağanın. Yol kıyısında gördüğü hayvan pisliği aklına ilginç bir muziplik getirmiş. Kâhyası ile aralarında şu konuşma geçmiş.
-- Kâhya, Zengin olmak ister misin?
-- İsterim de o nasıl olacak Ağam?
-- Bu faytona, köydeki çiftliğe, hayvan sürülerime, hâsılı kelam bütün malıma ve rütbeme sahip olmak ister misin?
-- Tabi isterim Ağam, kim istemez ki?
-- O zaman şu hayvan pisliğini yemen lazım!
Kâhya bir an tereddüt etse de, va'd edilenlerin cazibesiyle denileni yapmak istemiş. Ama bir yandan da Ağa'nın sözünde durup durmayacağından da emin değilmiş. Cesaretini toplayıp Ağa'ya endişesini anlatarak, Ağa'dan ağa sözü almış ve ağanın dediğini yapmış.
Her şey bir anda değişmiş. Kâhya Ağa olmuş, Ağa da yeni Kâhya. Yeni Kâhya almış eline kamçıyı, oturmuş tatar koltuğuna sürmüş atları şehre doğru. Bizim sonradan ağa ise kurulmuş ağa koltuğuna almış eline tabakasını başlamış tütün sarmaya.
Bu şekilde şehre girmişler. Görenler hayret etmiş. Ağa, Kâhya yerinde, Kâhya Ağa koltuğunda. Kâhya'nın havası 1500. Ağa süklüm püklüm. Soranlara da anlatmamışlar ne olduğunu.
Neyse, yapmışlar alış verişlerini, koyulmuşlar yola. Yeni Ağa, şehre girdiği gibi yine Ağa kurumuyla kurum kurum kurularak çıkmış şehirden faytonun gölgelikli koltuğunda.
Yol aynı yol. Kâhya olanlara inanamıyormuş adeta. Bazen rüyada olduğunu bile düşünüyormuş. Çaktırmadan kendi kendine, orasına burasına çimdik de atıyormuş. Sonunda rüyada değil de gerçek hayatta olduğuna kanaat etmiş.
Dedik ya, yol aynı yol. Yeni kâhya, Ağa olarak çıktığı köye kâhya olarak dönecek olmanın verdiği eziklikle istemeye istemeye sürüyordur atları. Dönüş yolunda kamçı yemeye alışmış olan atlar bile hayret içerisindedirler. Onlar bile Ağa-Kâhya değişimini anlamlandırmak için manidar manidar bakmaktadırlar birbirlerine at gözlüklerinin ardından.
Yol aynı yol. Aynı yoldan dönmektedirler köye. Ağa'yı kâhya, kâhyayı ağa yapan hayvan pisliğinin yanından geçmekten başka çareleri yoktur.
O noktaya yaklaştıkça, ikisi de heyecanlanmaktadır. Sonunda kaçınılmaz son olmuş ve tam da ağanın kâhya, kâhyanın da ağa olduğu yere varmışlar.
Yeni kâhya çekmiş dizginleri ve bir an için bile olsa durmak istemiş orada. Yeni ağa da aynı duygular içerisindeymiş.
Yeni ağa, bir kendine bakmış bir de eski ağaya. Bir köyden çıktıkları hali düşünmüş bir de şu anki halini.
Yeni ağa, köye dönersem millet ne der acaba, diye düşünmüş. Onca mal, onca maraba, onca toprak ve hayvan var.
Yeni ağa sonunda tüm bu malları ve ağalığı kendine yakıştıramamış olacak ki; dönmüş eski ağaya,
-- Heyyy kâhya, şu pislikten sen de biraz yer misin? Eğer yersen kaybettiğin her şey senin olacak
Ağa eskisi, kulaklarına inanamamış…
-- Essah mı la?
-- Essah tabi. Her ne kadar birkaç saatlik bile olsa, ben de bir ağayım. Ağalar essah konuşur.
Ağa eskisinin canına minnet. Hemen atlamış faytondan başlamış eski kâhyasına yaptırdığını yapmaya.
Ve roller, bir kez daha değişmiş. Herkes kendi aslına dönmüş…
Esas ağa, hemen kurulmuş asıl yerine ve başlamış emirler yağdırmaya. Kâhya başlamış hırsını atlardan çıkartmaya. Ama gariban kâhya'nın kafası, bu işi almamış bir türlü.
Dönmüş ağasına, Ağam, demiş
-- Köyden çıkarken sen ağaydın ben maraba, şehre girerken sen marabaydın ben ağa. Şehirden çıkarken de ben ağaydım sen maraba. Şimdi geldik yine köyün kapısına. Tıpkı çıktığımız gibi köye girerken sen ağasın ben yine maraba.
Eeee, demiş Ağa. Zaten öyle olması gerekmiyor mu?
Kâhya basmış can alıcı soruyu…
Madem öyle, sen yine ağa, ben yine maraba
O zaman biz bu gübreyi neden yedik be ağa?
Kıssa böyle… Hisse ise açık ve ortada…
Madem salacaktınız darbecileri sokağa
Ne gerek vardı onca davula, onca zurnaya
Selam ve Dua ile…
(Hürseda Haber)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.