Çocukta Kişiliğin Oluşum

Çocukta Kişiliğin Oluşum

Çocuk dünyaya geldiği zaman herhangi bir şahsiyete sahip değildir. Ancak potansiyel olarak şahsiyet kazanma özelliklerine ve alt yapısına sahiptir.

Çocuk dünyaya geldiği zaman herhangi bir şahsiyete sahip değildir. Ancak potansiyel olarak şahsiyet kazanma özelliklerine ve alt yapısına sahiptir. “Bir fertte yapıların, davranış tarzlarının, yeteneklerin, kabiliyet ve istidatların en karakteristik, en müspet bir bütünlemesi” olarak tarif edilen kişiliğin, kendiliğinden bu kıvama kavuşması mümkün olmadığından büyük bir ustalık ve hassasiyetle veliler tarafından oluşturulması lazımdır.

Eğitim sürecinin çocuk üzerinde somut olarak görüldüğü dönemden söz ediyoruz. Altı-yedi yaş ve sonrasını kapsayan bu dönemde çocuk, artık bir takım yargılara, iradeye, buna göre de tepki ve tavır oluşturmaya başlamıştır. Bu noktada birkaç temel hususa dikkatleri çekmek istiyoruz.

Evvela şunu kavramak gerekir ki çocuk her hal u kârda alıcıdır. Biz ona yardımcı olsak da olmasak da bu dönemde mutlaka bir karakter ve anlayış kapacaktır. Dolayısıyla bu karakteri ya biz belirleyeceğiz ya da onu kuşatan çevre ve ailedeki rotasız ve sağlıksız anlayış onun bünyesinde kişilik halini alacaktır. Onun istemediğimiz anlayış ve kişiliğe sahip olmaması için teneffüs edeceği ahlaki atmosferi biz oluşturmalıyız. İyiyi, kötüyü, helali, haramı, arkadaşları, çevreyi biz ona yorumlamalı, temel ölçülerini belirlemede yardımcı olmalıyız. Onu ne çevreden soyutlamalı ne de çevrenin sürükleyiciliğine havale etmeliyiz. Onu çevre içinde, yani hayatın kucağında eğitmeliyiz. İnsanoğlu sosyal bir mahlûktur. Sosyal ilişkiler, arkadaşlıklar, okul, hayatın yükünü taşıyan iletişim araçları ile iktisadi uğraşlar, yaşamın idamesi için birer realitedir. Bunlardan bigane kalmak ya da soyutlamak, çok daha olumsuz neticeler doğuracaktır.

İlahi ve toplumsal yükümlülüklerinin şuurunda ebeveynler açısından çocuklarına verecekleri eğitimin nasıllığı sorunu yoktur. Çünkü doğru eğitim çeşitleri karmaşası yoktur. Varılmak istenen hedef bellidir; Rabbini bilen, peygamberinin yolunda dünya ve içindekilerin sadece birer araç olduğunun idrakinde, dini ve milleti için sorumluluk taşıyan, yarınlar için rehber olacak bir nesil yola koymak ya da bunun için çabalamak, bir sorumluluğu almak…

Sorun, bunun nasıl yapılacağındadır. Yani üslup sorunu. Buna ek olarak da bedel ödeyebilecek sorumluluğu alabilmektir. Burada üzerinde ısrarla durmak isteğimiz nokta; çocuklarımıza sağlıklı bir eğitim vermeyi ciddi bir sorumluluk olarak özümsemek, çalışıp yorulmak, uzun soluklu bir gayrete dönüştürmekle beraber üslup olarak da sadece anlatmakla yetinmemektir. Bu çok önemlidir. Velev ki yumuşak ve okşayıcı bir üslupla dahi olsa sadece anlatmak, nasihat etmek, sonuç vermez. Çocuk üzerindeki tesiri sadece bir anlıktır. Eğitim süreci anlatma ve nasihatin yanında görsel ve pratiğe dayalı olmak zorundadır. Bunun aksi bir eğitim metodu çocuğu sıkıp bunaltmakla beraber söylenenleri yapma noktasında da tıkatıp akim bırakır. Çünkü nasıl yapacağını görmemiş, öğrenmemiştir.

Görsel ve pratiğe dayalı eğitim, çocuk açısından en basit, hazmedilip kanıksanması en kolay yöntemdir. Bunun bir diğer avantajı da sürükleyiciliği ve teşvik ediciliğidir. Çocuk kapasitesini burada iyi hesaplamak gerekir.

Bu verilen, Allah Resulü (sav)’nün eğitim metodunun sonuçlarıdır. Konunun daha iyi anlaşılması için Allah Resulü (sav)’nün metodunu incelemekte fayda vardır.

Onun çocuklara devamlı sevgiyle yaklaşması, onlara hoşgörüyle davranması, azarlamaması, azarlayanlara müdahale etmesi, küçük çocukların savaşa iştirakini yasaklaması, çocuklar arasında kıskançlığın, nefretin, düşmanlığın oluşmaması için her yönüyle onlara eşit davranması, seçme hakkı tanıması, toplum içinde değer vermesi, Onun çocuklara şahsiyet kazandıran davranışlarından sadece bir kısmıdır.

Çevrenin ve toplumsal değerlerin çocuk şahsiyetinin oluşumundaki etkisini özellikle vurgulamak istiyoruz. Allah Resulü(sav)’nün eğitim üslubunda bunu belirgin olarak görmekteyiz. Ancak elbette ki toplum ve çevrenin de toplumsal değerlerin de ıslah olmuş olması gerekir. Bu açıdan bakıldığında çocuklarımızın nasıl bir tehlike ile yüz yüze olduğu anlaşılacaktır. Gerçek değerlerimizle barışık çevre gelenekler yok denecek kadar azalmıştır. Bu nedenle çocuklarımız için çevreyi kendimiz oluşturmalı, uçuk, çürük ve fesat anlayış ile eğilimleri ayıklamalıyız.

Allah’ın Resulü(sav), toplumsal ilişki ve aktivitelerde hiçbir zaman çocuklara, çocuk gözü ile bakmamıştır. Olgun bir insan gibi muamele ederek bu ilişkilerde her zaman onlara yer vermiştir. Hz. Ömer(ra)’in oğlu Abdullah, sürekli peygamber efendimizin sohbet toplantılarına katıldığını, konuşulanları dikkatlice dinlediğini belirtmiştir. Nitekim toplantıların birinde Resülullah(sav)’ın sorduğu bir sorunun cevabını bildiğini, ancak büyüklerin yanında utancından cevaplayamadığını belirtmiştir.[1]

Çocuklar bu çeşit toplantılarda, Allah Resulü(sav)’nün döneminde daima bulunmuşlardır. Çocuğun böyle sohbet ve toplantılara katılmasının, onun kişilik ve şahsiyetine büyük katkısı vardır. Çocuk, elbette ki oyununu oynayacak, çocukluğunu yaşamasına müsaade edilecektir. Ancak çocukluk yaşantısına terk edilmesi, ömrü boyunca çocuk karakterli olmasına neden olacaktır. Ciddi ve olgun insanların içinde, ciddi meseleler arasında da kendisine yer verilmelidir. Adam muamelesi gören çocuk, elbette ki adam olmaya çalışacaktır. Onun bir taklitçi olduğunu unutmamak gerekir.

Yine Allah Resulü(sav), her nerede çocuklarla karşılaşsa onlara selam verir, hal hatırlarını sorar, onlarla oyun oynardı. Onları beraberinde toplantı ve davetlere götürürdü. Hz. Enes(ra) anlatıyor:

“Terzilik yapan birisi Hz. Peygamber’i yemeğe davet etti. Ben de Resul-i Ekrem ile birlikte gittim. Sofraya ekmek, bir de içinde kabak ve et bulunan çorba getirildi. Resülullah(sav)’ın kabın içinde kabak aradığını gördüm. O günden sonra ben de kabak sevmeye başladım.”[2]

Bu örnekler, Allah Resulü(sav)’nün toplum içerisinde çocuklara özellikle yer verdiğini, gerçekçi bir yetiştirme programını tercih ettiğini gösteriyor. Kendi dönemindeki çocuklardan yüzde yüz netice almasının sırrı burada saklıdır.

Hz. Enes(ra)’in de onu taklit etmesi, onu takip edip birebir aynı şeyleri yapması, Allah Resulü(sav)’nün davranışlarını içselleştirerek kendisinde derin bir temayül halini alması ise çocuk psikolojisini ortaya koyması açısından önemli bir durumdur. Çocuklar her zaman değer verdikleri büyüklerinin yolunun takipçileridirler.

Allah Resulü(sav)’nün tutumunu “çocuklara saygı” olarak anlamak tüm eğitimciler için zorunluluktur. Özellikle şahsiyet kazanma noktasında yol ayırımına gelmiş çocuklar için bu durum daha belirgindir. On iki yaşına gelmiş çocukların saygı görmeleri, olgun bir insan olarak kabullenilip adam yerine konulmaları, yetişmelerine büyük katkı sağlayacaktır. Bunun yolu da onların ev sınırını aşarak toplumsal alanda da ortam bulmalarına müsaade etmektir. Çocuğun işlenmemiş bir maden olduğunu kabul edecek olursak onun donanımlı bir laboratuar şartlarına ihtiyacı olduğunu da kabul etmek zorundayız. Bu laboratuar da bizim oluşturacağımız gayri İslami kirliliklerden arındırılmış sosyal alandır.

İnzar Dergisi

İslam Kuran Haberleri

[1] Buhari, ilim 14

[2] Buhari Buyu’ 30, Ebu Davud Et’ime 21
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.