Davet Üzerine Mehmet Emin Yıldırım İle Röportaj

Davet Üzerine Mehmet Emin Yıldırım İle Röportaj

1973 Erzurum Horasan doğumluyum. O tarihlerde yani doğumumuzdan sonra ta liseli yıllara kadar memleketimizde kaldık. Bir taraftan örgün eğitim devam ederken bir taraftan da medrese, İslami ilimler alanında okuduk.

Hocam sizi tanıyabilir miyiz?

Bismillahirrahmanirrahim
1973 Erzurum Horasan doğumluyum. O tarihlerde yani doğumumuzdan sonra ta liseli yıllara kadar memleketimizde kaldık. Bir taraftan örgün eğitim devam ederken bir taraftan da medrese, İslami ilimler alanında okuduk. Elhamdülillah…

89’da İstanbul’a geldik orada da eğitimimiz devam etti. 99 yılında da Mısır’a gittik. Orada 5 yıl kadar kaldık. O yıllar içerisinde ve döndükten sonra da bir grup kardeşimizle beraber önce Beşyüzevler’de Hikmet Vakfında sonra Hikmet Derneği’ne dönüştü orası… 2010 yılında da Eyüp’te Siyer Vakfı çatısı altında çalışmalara başladık. Halen Siyer Vakfında aleyhisselatu vesselam Efendimizin hayatıyla alakalı ilmi, akademik çalışmalar yapmaya gayret ediyoruz.

Bir taraftan öğrenci çalışmaları, bir taraftan halk irşadına yönelik çalışmalar, Siyer dediğimiz Peygamberimizin o kutlu hayatının gölgesinde bazı mesajları hem kendi dünyamıza hem de ulaşabildiğimiz kitlelere ulaştırmak gayretindeyiz. Allah bu uğurda hepimizin yar ve yardımcısı olsun.

Hocam! Davetçi kimdir ve hangi özelliklere sahip olmalıdır?

Davetçi dediğimiz kişi, kimlik ya da bu dinin bize yüklediği bir sorumluluk… Netice itibariyle biz dini yaşama ve yaşatma adına bir sorumlulukla karşı karşıyayız. Kendimizin yaşamasına biz temsil diyebilirsek bir başkasını yaşatma adına, gayrete de tebliğ deriz. Davet de zaten burada gündeme gelmiş olur. Dolayısıyla her Müslüman aslında dininin davetçisidir. Elbette ki bilgisi oranında, elbette ki konumu itibariyle… Allah onu hayat içerisinde nerede konumlandırılmışsa; ama netice itibariyle bir Müslüman böyle bir vazifesinin şuurunda olursa her meselenin fıkhı olduğu gibi davetinde bir fıkhı vardır. O fıkha uygun davrandığı zaman sorumluluğunu yerine getirecektir. Kişinin ameli bilgisi ile orantılıdır. Eğer bir yerde bilgi zafiyeti varsa, eksiklik varsa; orada doğru, selim bir amelin ortaya çıkması mümkün değildir. Dolayısıyla davet dediğimiz çok önemli bir sorumluluk. Davetçiye o daveti ulaştırmakla sorumlu ve konumu olan insana sorumluluklar yükler. Kişi de bu bilgiler çerçevesinde meseleyi anlarsa o zaman davetini tam anlamıyla yerine getirmiş olur.

Hocam, malumunuz günümüzde davet önemli bir mesele; ancak davet kadar davetçinin dili ve üslubu nasıl olmalı sorusuna ne dersiniz?

Bu çok önemli bir sorudur. Şöyle ki dinin aslı, temeli asla değişmez. Din değişmez. Çünkü kıyamete kadar insanlığa vazedilen dinin adıdır İslam… Hz. Adem’den Efendimize aleyhisselatu vesselam’a, en son insana, son Adem’in oğluna kadar değişmeyen ve değiştirilmesi asla teklif edilmeyen bir din ile karşı karşıyayız. Ancak dinin dili değişir. Çünkü zaman değişir, muhatap değişir, şartlar değişir, zemin değişir, dinin dili ki ona biz davet dili deriz, işte bu değişebilir.

Bir kere her davetçinin şunu çok iyi anlaması lazım. Bizim mesajımız mükemmel, muhatabımız muhterem, metodumuz müceddittir. Mesajımız mükemmeldir çünkü mesajımız Kur’an ve Sünnet’tir. Davetçi kendisine çağırmaz kimseyi; Allah’a çağırır, Allah’ın kitabı olan Kur’an’a çağırır, peygamberin Sünnet’ine çağırır. Bütün bunlar evrensel olduğu için mükemmeldir. En ufak bir zafiyet, eksiklik yoktur asla…

Bizim muhatabımız insan olduğu için muhteremdir, kim olursa olsun… Şu anda hangi ideolojiye mensup olursa olsun… Hatta İslam’dan başka hangi dine mensup olursa olsun… Gerçi biz Türkiye’de kendini Müslüman olarak tanımlayan insanlarla haşır neşiriz; ama velev ki o Müslüman kendini başka bir şekilde tanımlasın ya da biz dünyanın başka yerlerinde isek orada karşımıza Hristiyan, Yahudi, Budist, Mecusi, her kimse… ne kimlikle çıkarsa çıksın, insandır o ve insan olduğu için ihtirama lâyıktır. Onun için biz muhatabımıza saygı gösteririz, nezaketimizi, zarafetimizi asla ihmal etmeyiz. Çünkü o, ancak böyle bir ihtiramın arkasından İslam’la tanışabilir. Yoksa kabalıkla, kızgınlıkla, öfkeyle, farklı bir halle davet asla yapılmaz.

Bu ikisi bir kere zihnimize iyice oturursa üçüncüsü bu sefer önümüze çıkacak o da metodun müceddid olması… Metod değişebilir her an değişebilir. Mesela on sene önce, yirmi sene önce bu memleketteki davetin araçları çok farklıydı. Mesela 90’lı yıllarda 2000’li yıllarda radyo önemli bir davet aracıydı. Ama şu an gün geçtikçe bu zayıflıyor. Bir dönem televizyon revaç oldu, bir dönem farklı şeyler revaç oldu; ama şu anda internet çağındayız. İnanılmaz derecede internetin, sosyal medyanın davet adına imkanları var. Bunların kullanılması gerekir. Sadece bunlar da değil. Mesela diyelim ki sinemayla, tiyatroyla farklı alanlarla muhatap kitleye İslam’ın mesajlarını ulaştırma adına bir sorumluluğumuz var.

Dolayısıyla yaşadığımız dünyada kişi, insanlar yani muhataplarımız; o ihtirama layık olan muhataplarımız nereye bakıyorlarsa biz, o baktıkları yerden İslam’ı anlatmak durumundayız. Eğer onlar başka yere bakıyor biz başka yerde bu işleri yaparsak, mesela camiye hapsedersek, vakfa hapsedersek, derneğe hapsedersek sınırlı sayıda insana hem de bizim gibi düşünen bizim gibi bazı hassasiyetlere inanan insanlara bu işi anlatmış oluruz. Onun için artık bundan bir kere kendimizi iyice kurtarmış olalım ve buna ikna etmiş olalım. Eğer biz davet diyorsak o daveti bütün kitlelere bir yol bularak, artık o yol neyse, -tabii ki meşru ve helal dairede yollar olmalı- o yollar çerçevesinde mesajlarımızı ulaştırmak durumundayız.

Günümüzde davet için nasıl bir yol haritası çizilmelidir?

Bu tabii çok önemli bir soru ve birçok boyutu olan bir soru. Mesela biz bir kere birebir daveti hiçbir zaman gündemden düşürmememiz gerekir. Çünkü insan insana yürür. Etrafımızda öncelikle akrabalarımız, komşularımız, arkadaşlarımız, okuldaki arkadaşlarımız, iş arkadaşlarımız, esnafsak yanımızdaki, yöremizdeki diğer esnaf kardeşlerimiz, memursak aynı dairede çalışan insanlar öğrenciysek neredeysek orada bu insanlara Allah’ın dinini ulaştırmak adına bir gayretimiz olmalı.

Burada bir hakikati unutmamamız gerekir; “bütün İslami bağlar ancak insani bağların üzerine bina edilebilir.” Eğer muhataplarımızla insani bağlar kuramamışsak asla İslami bağlar kuramayız. Bunu bir kere bilerek hareket edelim. Onun dışında kitle iletişim araçlarını ve biraz önce söylediğim gibi başka araçları, sinemayı, belgesel türü bazı filmler yaparak, sosyal medyayla… yani kitleler neyle daha fazla zaman geçiriyorlarsa oraları, dillerini çok iyi yakalayarak oradaki fıkhın da gereklerini bilerek nereye kadar hareket alanımızın olduğunun çok iyi farkında olarak adımlar atmamız gerekiyor ki o daveti muhatap kitlelere ulaştırabilelim.

Davetçi Arapça’yı bilmek zorunda mıdır, davet başka dilde yapılamaz mı niçin?

Davetçinin bir kere İslami kaynaklardan iyice istifade edebilmesi için İslam’ın anadili olan Arapça’yı bilmesi gerekir. Ama onun dışında asıl davet muhatap hangi dili konuşuyorsa o dil üzerinden yapılır. Mesela benim muhatapların Türkler ise Türkçe konuşuyorlarsa ben onlara başka bir dille anlatsam konuşsam da bir anlamı yok. İlk önce benim çok iyi Türkçe konuşmam gerekir. Eğer Kürtler ise Kürtçe’yi çok iyi konuşmam gerekir. Araplarsa Arapça’yı çok iyi konuşmam gerekir. Mesela ben Siirt’te diyelim ki davet çalışması yapan birisi isem fasih Arapça’yı o insanlarla konuştuğun zaman kendime güldürürüm insanları. Anlamazlar da beni… Benim orada yerel Arapça’yı yani ammice dedikleri o bölgenin insanının kullandıkları Arapça’yı bilmem gerekir.

Dolayısıyla davetçi kaynaklara ulaşmak için İslami anlamda kendisini yetiştirmesi için derinleşmesi için bazı ana metinleri ana dilinden okuması için Arapça’ya ihtiyaç duyulur; ama onun dışında hedef dil ne ise yani muhatap hangi dili konuşuyorsa o dili çok iyi hem de öyle kırık dökük değil, başını gözünü yararak değil, imla kurallarını altüst ederek değil çok güzel, muhatabın rahat bir biçimde anlayabileceği şekilde konuşarak mesajını iletmesi gerekir. Çünkü bu bir sünnettir ve davet için de farzdır. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem; “İnsanlara akıllarının nispetinde hitap edin.” derken aslında bize bunu söylüyordu. Onların anlayabilecekleri şekilde, onların kavrayabileceği şekilde…

Hoca konuşuyor konuşuyor konuşuyor. Cemaate soruyorsun ne konuştu Hoca diye… Ooo çok iyi konuştu. Şöyle anlattı böyle anlattı… Ama ne anlattı? Ne anlattı sorusunun cevabı yok. Akılda kalan tek cümle yok. Akılda kalan, zihinde kalan, yüreğe temas eden cümleler yok. Bu, davet değil. Davet o ki muhatabı sarssın, düşünmeye sevk etsin, muhatabın zihninde şimşeklerin çakmasına vesile olsun. Bir cümle ile o güne kadar muhatabın yüreğinde olan perdeleri yırtıp kaldırsın. Zihnini, aklını, kalbini o mesajı anlayabilecek bir hale getirsin. Budur aslında etkin davet yöntemi… Onun için dil meselesi bu çerçeveden anlaşılması gereken bir çerçevedir.

Meşhur davetçilerin dil ve üsluplarından varsa bildiğiniz, ya da yaşadığınız örnekler var mı?

Davet dediğinizde en baştai başa yazacağımız isimler tabii ki sahabe efendilerimizdir. Onlar Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’den aldıkları mesajları dünyanın dört bir tarafına duyurdular. O günden bugüne kadar, tabiin neslinden İz bin Abdüsselam’a kadar, İz bin Abdülselam’dan ta çağımız önderlerinden Hasan El-Benna’ya kadar, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerine ve o günlerden bugünlere işte Abdulfettah Ebu’l Ğudde’ye, Ebul Hasan en-Nedvi’ye kadar yüzlerce belki binlerce davetçi sayabiliriz. Onların ne kadar büyük gayretler ortaya koyduklarını hayatlarını az bir şey müracaat ettiğimiz zaman görebiliriz.

Ama benim dünyamda zihnimde davetçi dediğiniz zaman özellikle bu çağ için söylenebilecek iki mühim isimdir Hasan El-Benna ve Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri… (İkisine de binlerce kez rahmet olsun) Biri Mısır’da biri de Türkiye’de adeta dünyayı sallayabilecek kadar İslam’ın mesajlarını muhataplarına ulaştırmışlar. Gece dememişler, gündüz dememişler dava dava diye inlemişler. Bir insanı daha İslam’la tanıştırma adına ellerinden gelen gayreti ortaya koymuşlar. Dünya adına, dünya rahatı adına hiçbir şeye gönül vermemişler, bir beklenti içerisinde olmamışlar. Her zaman davet ettikleri o ilahi dini önceleyerek hareket etmiş ve bugün binlerce insanın yüreğine iman tohumunun ekilmesine vesile olmuşlar.

Son olarak okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?

Benim kardeşlerime hatırlatacağım en önemli hakikat şu olur: Hepimiz dinimizin adamıyız. Yaşama adına Allah bize ne kadar sorumluluk yüklüyorsa yaşatma adına da o kadar sorumluluk yüklüyor. Çünkü yeryüzünü imar etme gibi bir görevimiz var. Hal böyle olunca kardeşlerim çok iyi bir şekilde İslam’ı, İslam’ın değerleri olan Kur’an’ı ve Sünnet’i bize taşıyan o köprü nesil olan sahabeyi ve o günden bugüne kadar bize bu dini taşıyan bütün aziz alimlerimizi, abidlerimizi, şehitlerimizi, salihlerimizi ve sıddıklarımızı tanıyıp onlardan ilham alarak bugün insanlara İslam’ı ulaştırma adına kendimizi vazifedar saymak durumundayız.

Kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla, alimiyle talebesi ile hepimiz bu din için bir şeyler yapabiliriz. O halde önce şunu yapsın genç kardeşim… Nerede durduğunu iyice tespit etsin ve yerini sevsin. Sonra o yeri ile barışık bir halde Allah’ın dinini yaşama adına gayret içerisinde olsun ve ulaşabildiği insanlara elini uzatsın, sözünü ulaştırsın. O insanların yüreğine de iman tohumunu ekmek adına gayret içerisinde olsun. Hidayet Allah’ın elinde… Hidayete asla davetçi ulaştıramaz. Davetçi bir vesiledir. Ama davetçi ihlaslı olursa, bu işi cemaatine, partisini, hizbine, vakfına, derneğine, hocasına, mürşidine adam toplamaya dönüştürmezse, davet üzerinden meşhur olayım, tanınayım, sosyal çevrelerim artsın, şöyle şöyle itibarım fazlalaşsın böyle bir beklenti içinde olmazsa, yüzde yüz Allah’ın rızası için yaparsa, Allah da onu bir davetçi olarak seçer, sözüne değer verir, sözüne bereket katar ve sözüne tesir verir. Belki saatlerce, iki saat üç saat dünyanın en iyi hatipleri konuşur muhatabında hiçbir şey uyandırmaz; ama bir davetçi samimidir, ihlaslıdır, Allah için yapıyordur, sadece bir Allah der, o Allah deyişi muhatabın yüreğine dokunur ve onu imanıyla buluşturur. Bunun yüzlerce örneği var, tarihte de günümüzde de… Onun için davetçi kardeşlerimiz, genç kardeşlerimiz bu işin ihlaslı olabilmesi için gayret içerisinde olabilme adına bir azim taşımaları gerekir ve hayatlarının sonuna kadar da bu işi devam ettirmeleri gerekir.

Ben onlara dua ediyorum. Allah onların her birisini bu dinin hadimi, hizmetkarı eylesin. Onlar da bana dua etsinler, ki hayatımın sonuna kadar bu aziz din için hizmet edebilme şerefinden Allah beni mahrum etmesin. Hepinizi Allah’a emanet ediyorum Selam ve dua ile…

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.