Ficar Savaşları ve Hz. Muhammed (sav)

Ficar Savaşları ve Hz. Muhammed (sav)

Gözlerimizin Nuru Sevgili Peygamberimiz (sav), İbni Hişam'ın rivayetine göre, henüz 14-15 yaşlarında; İbni İshak'ın rivayetinde ise 20 yaşlarında iken, Ficar savaşlarına katılmıştır.

Gözlerimizin Nuru Sevgili Peygamberimiz (sav), İbni Hişam'ın rivayetine göre, henüz 14-15 yaşlarında; İbni İshak'ın rivayetinde ise 20 yaşlarında iken, Ficar savaşlarına katılmıştır. Bu savaşta fonksiyonu, karşı tarafın oklarını toplayıp amcalarına ulaştırmak olmuştur.

Bu savaş, asıl olarak Kinane ile Havazin kabileleri arasında vuku bulmuştu; ancak Kureyşliler, Kinane kabilesiyle anlaşmalı oldukları için, onlar da bu savaşa katılmak zorunda kalmışlardı. Bu savaşın sebebi, Kinane kabilesine mensub Beraz b. Kays isimli şahsın; Havazin kabilesi mensubu olan Urvettürrical isimli şahsı öldürmesiyle başlar. Haram aylarda yapıldığı için buna Ficar savaşı denilmiştir.

Haram aylar; Zilkade, Zilhice, Muharrem ve Receb aylarıdır. Bu aylarda Hac ve umre yapılır. İnsanların güven içinde Kabe'ye yönelmeleri için, Allah (cc) bu aylarda savaşmayı yasaklamıştır. Böyle bir yasağın cahiliye döneminde Arapların arasında bulunmuş olması ise; Hz. İbrahim (as)'in tevhid dini olan Haniflik kalıntılarının Arabistan yarım adasında hâlâ gelenek olarak kalmış olmasıdır. Haram aylarda yapılan tüm savaşlara ficar savaşları denilmiştir. Bu nedenle bu aylarda savaşanlar facir olurlar. Ficar ise; karşılıklı günah işleme manasına gelmektedir.

Cahiliye döneminde bu aylarda dört savaş vuku bulmuştur. Bu savaşların sebeplerine bakıldığında cahiliyenin genel sureti görülmektedir. Bu kavgaların ilki Ükaz panayırında, Kinane kabilesinden Bedir b. Muaşşir isimli zatın ayağını uzatıp ve: "Ben, Arapların en şereflisiyim! Benden daha şerefli olduğunu söyleyen varsa, ayağıma vursun bakayım!" diyerek övünmesiyle; Havazin kabilesinden Uhaymir b. Mazin isimli şahsın da onun ayağına kılıçla vurmasıyla vuku bulur. Kavga kan dökülmeden sonuçlanmıştır.

İkinci ficar savaşı ise kureyşliler ile Havazin kabilesi arasında vuku bulmuştur. Sebep olarak da Beni sa'saalardan bir kadın, Ükaz panayırnda hicablı olduğu halde oturur. Kinane kabilesinden birkaç genç bu kadının hicabını zorla açarak sarkıntılık ederler. Buna karşılık kadının, kabilesinden yardım istemesiyle kavga başlar. Ölülerin de bulunduğu bu savaş, neticede sulh ile sonuçlanmıştır.

Üçüncü Ficar savaşı da Havazinliler ile Kinaneliler arasında vuku bulmuştu. Bu kavga da Ükaz panayırında; alacak-verecek sebebiyle oluşmuştur. Bu da kan dökülmeden barış ile neticelenmiştir.

Cahilliye döneminde bile Kabe'nin kutsiyetine karşı bir hürmet söz konusu olmuştur. Onun kutsiyetine halel getirenlere karşı toplumsal bir tepki oluşmuş ve onlara "facir" ismi verilmiştir. Oysa bu gün gerek Kabe'nin ve gerek haram ayların kutsiyeti aleni olarak çiğnenmekte, Dünyanın her tarafında Mü'minlere yönelik sistemli bir şiddet politikası bu aylarda da devam etmektedir. Buna rağmen, cahilliye mensupları bir yana; Müslümanlardan bile izzetli bir tepki yeterince görülmemektedir. Bu hal bu şekilde devam etmeyecektir. Eğer bu kutsiyetin gerçek sahipleri sorumluluklarını ifa etmezlerse ilahi ikazın yetişmesi de kaçınılmaz olacaktır.

Görüldüğü gibi Ficar savaşlarının sebepleri tamamen cehalet kaynaklıdır. Birinci kavgada kibir, ucb ve övünmek; ikinci kavgada bir kadının hicabına ve iffetine taciz; üçüncü kavgada alacak-verecek sorunu ve dördüncü kavgada ise, kıskançlık, inad ve haksız yere cana kıyma sebepleri vardır. Şimdi bu sebeplere bakıldığında bu olayların mevcut asırda vuku bulduğu sanılacaktır. Çünkü şu anda da benzer sebeplerle olaylar meydana gelmekte ve başörtüleri sebebiyle mü'minelere hakaret edilmekte, hor görülmekte ve insan muamelesi edilmemektedir. Aynen bedevi serkeşlerin tacizleri gibi, dünyanın birçok yerinde mü'min bacılara eziyet ve cefa verilmektedir. Şu kadarı var ki, kendisine hakaret edildiğini gören Huzzalı kadın: "Ey beni Amr cemaati!" diye feryat etmesiyle kabile mensupları, bu mazlumenin feryadını işitir işitmez kılıçlarına sarılarak hemen yardımına koşar ve böylece kendi kabilelerinin izzetini muhafaza ederler.

Maalesef bugün her tarafta mü'minelere yönelik fiili ve psikolojik tacizler söz konusudur. Başta iffetlerinin simgesi olan hicablarına necis eller uzatılmakta ve her türlü melanetleriyle birlikte tacizleri sürdürülmektedir. Mazlum Mü'minelerin feryat ve figanı arşı titretmesine rağmen, bir kabile üyelerinin hassasiyet ve hamiyetini gösteremeyen Müslümanların hali ne olacak? Zaten mezkûr sebepten dolayı dünyada zillet, esaret, Müslümanların payı olmuş, her tarafta akan kan buna şehadet etmektedir. Bunun yanısıra Allah'ın huzuruna kulluk görevinin gereğini yerine getirmemiş olmanın cürmü ile çıkmak büyük bir musibettir. Mü'minler, sorumluluklarının şuurunda olmalı ve akıllarını başlarına almalıdırlar. Yarınki pişmanlık fayda vermeyecektir. Öyleyse bu günü iyi değerlendirmek suretiyle Allah'ın rızasına layık olmak gerekir.

Sevgili Peygamberimiz (sav)'in karşılıklı günah işleme manasına gelen Ficar savaşlarının dördüncüsüne dolaylı da olsa katılmış olmasına gelince: Onun ilahi bir koruma altında olduğunu daha önceki yazılarda örnekleriyle birlikte belirtmiştik. Basit bir eğlenceye katılmasının ilahi bir tedbirle engellenmiş olmasına karşın, nasıl olurda Sevgili Peygamberimiz (sav), yirmi yaşlarında ve rüşdünde olduğu bir dönemde böyle istenilmeyen bir savaşa dolaylıda olsa katılımda bulunur? Şüphesiz bunun hikmetini en iyi bilen Allah (cc) dur. Ama meseleye hikmet nazariyle bakıldığında şöyle bir durum fehme gelir: Eğer Allah dileseydi şüphesiz buna da resulü olacak zatı engelleyecekti. Onu veladetinden, veladet öncesinden ve sonrasında her türlü insi ve cini şeytanlara karşı koruyan Allah (cc)'u hiç şüphe yok ki, Habibini tacirlerin bulunduğu bir savaştan da korumaya kadirdir. Öyle ise, Allah (cc)'u Habibi'nin bu savaşa katılmasını murad etmiş, dememiz daha doğru olacaktır. Şöyle ki:

Yüce Allah, ilende risaletini hamledecek zatı her yönüyle mükemmel yetiştirmeye murad etmiş. Âlemlere rahmet olarak göndereceği zatı merhamet cihetiyle yetiştirdiği ve 'Rahmet Peygamberi' sıfatına Onu sahip kılacağı gibi; Onu mülhid ve mütecavizlere karşı da 'Savaş Peygamberi' vasfına sahip kılmak istemiştir. Rifket ve merhametin eğitimi için Habibinin çobanlık etmesini murad eden Allah (cc), Savaş Peygamberi olması için de onun fiili olarak bu savaşta bulunmasını dilemiştir. Bu savaşa pasif bir surete katılmak suretiyle de olsa Ona, savaş ilmini öğretmiştir.

Sevgili Peygamberimiz (sav)'in ailesi olan Haşim Oğulları başta bu savaşa girmek istememişlerdir. Ancak diğer müttefik kabilelerin baskılarıyla mecburen bu savaşa taraf olarak katılmışlardır. Bunun bir tezahürü olacak ki, Sevgili Peygamberimiz (sav), yirmi yaşlarında Reşit bir genç olmasına karşın, ne kılıçla ve ne de mızrakla karşı tarafa saldırmamıştır O sadece cephenin gerisinde amcalarına teçhizat tedarik etmeye çalışmıştır. Bu şekildeki bir katılım ile de ileride hak uğruna komutan olarak katılacağı savaşlar için savaş sanatını öğrenmiştir.

Ficar savaşları sırasında Sevgili Peygamberimizin yaşı hususunda bir ihtilaf söz konusudur. Onun, yirmi yaşında olduğu rivayeti sahihtir. Çünkü bu savaşın hemen ardından Sevgili Peygamberimiz (sav)'in de içinde bulunduğu Hilful Fudul cemiyeti kurulmuştur. Bu dönemde de Onun yirmi yaşlarında olduğu konusunda ittifak vardır.

Bu savaş esnasında Sevgili Peygamberimizin on dört yaşında olduğu rivayeti daha zayıf olmasına rağmen çoğu siyerci bu rivayeti zikretmeyi tercih etmektedirler. Bunun sebebi de muhtemelen İslam Peygamberi'nin daha sorumluluk çağından önce böyle bir savaşa katıldığını ve böylece de Allah Resulüne yönelik bu hususta gelebilecek bir istifhamı engellemeyi hüsn-ü zanlarıyla dilemiş olmalarıdır. Oysa Allah Resulü (sav) masum bir peygamberdir. Eğer bazı hususlar beşer aklı için karmaşık geliyorsa bu beşer aklının noksaniyetinden ve yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Onun âli siretinde hep güzelliklere şahit olunmaktadır. En muannit müsteşrikler bile dillerini eğip bükmelerine ve hakkı saptırmak istemelerine rağmen O yüce şahsiyete leke sürecek delillere sahip olamamışlardır. Bilakis onun yüce şahsiyetini inceleyen nice vicdan sahibi gayri Müslim araştırmacılar dahi onu methetmekte kendilerini alıkoyamamışlardır.

O, kâinatı aydınlatan ilahi bir kandildir. Gözlerini kapatanlar sadece kendilerine karanlık ederler. Ondan yararlanmak isteyenler ise hem dünyada ve hem de ahirette saadete ulaşırlar. O yüce sıfatlara sahip Peygamberi Zişan'a binlerce selat ve selam olsun.

İnzar Dergisi

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.