Gayr-ı Müslimlerle ilişki kurma biçimi (2)

Gayr-ı Müslimlerle ilişki kurma biçimi (2)

Gayr-ı Müslimlerle ilişki kurma biçimi (2)

Türkiye yeni bir anayasa yapımını konuşurken, Müslümanlar sürece nasıl katılacakları konusunda herhangi bir fikre sahip değiller. İktidarda kendilerinden olan bir partinin olması onlar için yeterlidir, hükümetin takip ettiği yol haritasını AB’nin siyasi kriterleri tayin etmektedir. Söz konusu kriterlerin onların referans çerçevesiyle ne denli uyuştuğu konusu üzerinde kimse durmuyor, bu zaman içinde iktidarı değerlerin kendisinden daha önemli kılmaktadır.

Oysa önceki yazıda işaret ettiğimiz ilkeler Müslümanların yeni bir toplum sözleşmesi aktedilirken, kendilerine ufuk açıcı fikirler, yaklaşım ve yöntemler sunmaktadır.
       1) Örneğin müzakeresine bütün tarafların katıldığı ve mutabakata varılan noktaların maddesi yapıldığı, üzerinde anlaşamadığı noktaları bir daha görüşmek üzere erteledikleri bir Anayasa...
       2) Medine Vesikası iki bölümdür. Birinci bölüm, farklı Müslüman kabileler arasındaki sözleşmedir, Ensar ve Muhacirler, Afv Oğulları, Abdurrahman Oğulları vd.  Kabilelerin isimleri  zikredilerek Medine Vesikası’na dâhil edilmişlerdir. Bu, bir grubun kavim kimliğini önemsemesi durumunda ona bu konuda gerekli imkânların verilmesi gerektiği anlamına gelir. Başka bir deyişle, toplumsal sözleşmede etnik kimliği ifade etmenin önünde bir engel olmaması gerekir. Bir siyasi model bir etnik kimlik tarafından belirlenmemeli, bütün etnisitelere açık olmalı, etnik gruplar da kendilerini hem söz olarak hem de görünür olarak ifade edebilmeli. Medine Vesikası'nın ikinci bölümü ise farklı din grupları arasındaki ilişkiyi tanzim etmektedir. Yani Müslümanlar ile Yahudiler, Evs ve Hazrec'e bağlı olarak müşriklerle (mevali) olan ilişkilerin tanzimi bu bölümde ele alınır.

Medine Vesikası tarihte yazılı bir belgeye dayalı hukuk ortaya koyması hasebi ile bir ilktir. Örneğin Roma'da hukuk vardı, imparatorluk kanunlarla yönetiliyordu, ancak Anayasası yoktu. Tarihte ilk defa İslam bir yazılı metin ortaya koydu. J.J. Rousseau'nun toplum sözleşmesi hayalidir. Rousseau'ya göre; insanlar bir arada yaşar, özgürdürler ama bir arada yaşamaları için özgürlüklerinden fedakârlık etmeleri gerekir, bu tarihte doğası gereği böyle olmuştur. Belki Rousseau'nun toplum sözleşmesine lisan-ı hal ile sözleşme denebilir. Medine Vesikası kal iledir, yazılıdır ve müzakede sonucu teşekkül etmiştir.

Benim kanaatime göre Hz. Peygamber'in Medine'de kurduğu model tarihte açıldı. Yani Hegel'in tarihte açıldığını söylediği ''Gays'' gibi, teşbihte hata olmazsa Medine Vesikası tarihte açılmıştır. Medine Vesikası bir arada yaşamyıı tanzim eden bir metin, ama asıl özelliği sorun ortaya çıktığında nasıl çözüleceği ile ilgili bir yöntemi vaz’etmesidir. İyi bir anayasanın da böyle olması gerekir. Kısa olmalı, bir sorun ortaya çıktığında o soruna yaklaşma yöntemini bize gösterebilmeli. Bugünkü anayasa gibi hayatımızın her alanını düzenlemesi gerekmez.

Modern anayasalar çoğulculuğu sağlayamıyorlar.  Bu açıdan baktığımızda sistemin idari açıdan merkezi fakat sosyo-kültürel olarak adem-i merkeziyetçi olduğunu görmekteyiz. Batı demokrasileri hakiki çoğulculuğu başaramıyorlar. Medine Vesikası katılım ve müzakereye dayalıdır ki, bu özelliği onu yapımında çoğulcu ve müzakereci kılar. Ancak şimdilerde bazı siyaset bilimcileri katılım ve demokrasinin bir defalığına yapılıp dondurulmuş bir metin olmadığını söylemeye başladılar, demokrasi, bir süreçtir, sürekli işleyip kendini yenilemektedir.

Efendimizin vefatının ardından, Hz. Ebubekir döneminde kabilelerin irtidad etmeleri nedeni ile Ridde savaşları çıktı. İrtidat edenler dini kimliklerini muhafaza etmelerine rağmen zekat vermeyi reddettiler. Aslında onlar merkezi otoriteye bağlı olmayı reddediyorlardı. Merkezi otorite Arapların kabile geleneğine yabancıydı. Hz. Ebubekir merkezi otoriteyi sağlamak için onlarla savaşmayı göze aldı. Fakat kabileleri kendi dini hayatlarında serbest bıraktı. Bu Emevi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı ve Safevi imparatorluklarının tümünde devam etti. Osmanlı tecrübesinde bunun somut ve oturmuş izleri var. Osmanlı’da şeriat sivil alanı tanzim ediyor ki bu sivil hukuktur, örfi hukuk ise idare hukukunu tanzim ediyordu. İslam tarihinde idari hukuk, kamu hukuku pek İslam'a uygun olmadı. Zulümler, haksızlıklar oldu, kılıçla biat alındı. Fakat sosyo-kültürel alan doğru tanzim edildi.

Müslümanlar Medine sözleşmesini Yahudiler ve Müşriklerle imzalamışlardı, ancak fethettikleri yerlerde farklı gruplarla karşılaştılar, örneğin Mecusi ve Sabilerle karşılaştılar. Müslümanlar bu yeni toplulukları Ehl-i Kitap kategorisinde değerlendirdiler. Hz. Ömer ve diğer büyük sahabelerin yorumları doğrultusunda yeni karşılaşılan gruplara Yahudi ve Hıristiyanlarla kurulan ilişki zemininde ilişki kurma kararı aldılar. Hint Budistleri, İran Mecusileri veya Afrika’daki animistlerle, totem inancına bağlı kabilelerle, Medine Vesikasında Yahudiler ve Hıristiyanlar ile ilgili düzenlemeye göre ilişki geliştirdiler. Yalnız iki istisna yaptılar, kadınları ile evlenmeye cevaz vermediler, kestikleri hayvanın etini yemeyi yasakladılar, bunun dışındaki ilişki biçimlerini Yahudi ve Hıristiyanlarla nasılsa öyle oldu. Onların sosyo-kültürel hayatlarına da hiç müdahale etmediler. Yani onların dini, ırkı, yaşama tarzı, mutfağı vs. kendi özerk varlığını korumaya devam etti.

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.