Geçmişten Günümüze İslami Hareket

Geçmişten Günümüze İslami Hareket

İslami Hareket İslam dışı bir hayat karşısında İslami terminolojiye bağlı, Kur`anî ve Nebevî bir söylem tarzı üzere hareket eden ve beraberce yürüyen bir insan topluluğunun genel faaliyet dünyasıdır. Bu tanımlama ile ...

İslami Hareket İslam dışı bir hayat karşısında İslami terminolojiye bağlı, Kur`anî ve Nebevî bir söylem tarzı üzere hareket eden ve beraberce yürüyen bir insan topluluğunun genel faaliyet dünyasıdır. Bu tanımlama ile ...
İslami Hareket İslam dışı bir hayat karşısında İslami terminolojiye bağlı, Kur’anî ve Nebevî bir söylem tarzı üzere hareket eden ve beraberce yürüyen bir insan topluluğunun genel faaliyet dünyasıdır. Bu tanımlama ile İslami Hareket meşruiyetini son din İslam içerisinde 15 asır önce Mekke’de inmeye başlayan “Kur’anî söylem”den alır. Bu yönüyle şaşmaz lideri Muhammed(a.s.v.) ve sarsılmaz öğretisi Kur’an’dır. Tarihin zaman dilimi içerisinde o zamanın ve zeminin şartlarına göre şekil değiştiren bir hareket tarzı benimsemiş olup bazen tarikat, bazen cemaat, bazen cemiyet, bazen de değişik teşekküller şeklinde ortaya çıksa da bu İslami yapılanmaların tümü İslami Hareketin bir ürünüdür.


İslami Hareket tarih içerisinde farklı fenomenler dizilimine dayanır. Kimi zaman kendini Nakşibendîlik, Kadirilik, Rufailik, Sühreverdilik benzeri tasavvufi bir şekle bürünerek gösterirken kimi zaman İhvan-ı Müslimin, Cemaat-i İslami, Fedain; Hizbullah, Nurculuk gibi asri İslami teşekküller şeklinde bir yapılanma ile karşımızda tezahür eder. Aslında bu yapıların tümü ortak bir mirasın ürünleri yani İslam Kültür ve Medeniyetinin farklı zaman ve mekânlarda doğmuş öz evlatlarıdır. Tüm bu yapılanmalar farklı zamanlarda, farklı renk ve şekillerde bir hareket tarzını benimsemiş olsa da özde hepsi bulunduğu zaman ve mekânda İslami bir hayatı gaye edinmiş, hedef birliği içinde öz kardeşlerin hareketidir. Elbette ki öz kardeşler arasında bile fiziki, ruhi ve ahlaki benzerlikler olmak ile beraber farklılıklar da mevcuttur. İşte bu İslami yapılanmalar arasında da kimi farklılıklar mevcut olmuştur. Ama bu farklılıklar bu yapıların İslam’ın öz evlatları, öz kardeşler olma gerçeğini değiştirmez. Bu hareketler sadece farklı zaman, farklı mekân ve farklı metotlar ile ama İslam’ın hayatta mutlak hâkim olması gayesi etrafında şekillenmiş yapılanmalardır. Kendi zamanlarında, bulundukları mekânlarda kendi çaplarında İslam’a hizmet gayesini gütmüşlerdir. Elbette ki tüm bu yapılar ile ilgili konuşulabilecek çok konu vardır. Ama bu konuşma tüm bu yapıları İslam dışı görmeden başlamalıdır. Ve bu konuların çoğunun yorumsal farklılıklardan kaynaklı olduğu, esas değil usuli tartışmalar olduğu gerçeği fark edilmelidir. Bu farklılıklar bugünün dünyasında Müslümanların birbirlerinden uzaklaşma sebebi asla olmamalıdır. Tüm müminler ortak ana gaye olan İslami bir hayat yaşayabilme hedefi çerçevesinde ayrılıkları körüklemeden ortak düşman olan küfre karşı İslam’ın varoluş mücadelesine kenetlenmelidir.

İslami çizgide Hulafa-i Raşidin, Eimme-i İsna Aşera, Hasan-i Basri, İmam-ı Rabbani, İmam Gazzali, Şahı Nakşibendî, Abdulkadir-i Geylani, Seyyid Ahmed Rufai, Şahabeddin Sühreverdî-i Maktûl, Mevlana Halid-i Bağdadi, Mevlana Celaleddini Rumi gibi kutuplar önemli yer tutmakla beraber, Cemaleddin Afgani, Hasan El-Benna, Seyyid Kutup, Said-i Nursi, Mevdudi, Muhammed İkbal, İmam Humeyni, Allame Fadlullah, Kelim Sıddıki gibi mümtaz şahsiyetler de yerlerini alırlar. Tüm bu Müslümanlar kendi devir Müslümanlarını etraflarında kümelendirmeleri, onlara İslami bir hayat, Kur’anî bir bakış açısı sunmaya çalışmaları ile İslami Hareket semasının parlak birer siması olarak anılmayı hak etmişlerdir. Ortaya koydukları öğretiler İslam Kültür ve Medeniyetini şekillendirmiş, Müslümanların hak yoldaki yürüyüşlerinde birer meşale olmuştur.

21. Yüzyıl İslami Hareketin itidal çizgisini yakalayıp, kavramları asli manaları üzere, Kuran ve Sünnet perspektifinde yeniden anlamlandırması yönüyle inşaallah çok parlak bir dönem olacaktır. Ortaya çıkan ışık huzmeleri bi iznillah çok parlak bir güneşin habercisi olmaktadır. 21. yüzyılın merdivenlerinden adım adım çıkılmaya başlandığı günümüzde İslami Hareketin çok geniş ve kökleri derin bir mirasa sahip olduğu görülür. İslami söylem bu köklü mirasından yeterince faydalanabildiğinde geçmişin aydınlık yüzüyle geleceğe ışık tutacak ve ümmetin bugün içinde bulunduğu karanlıklardan aydınlık şafaklara Allah (cc)’ın izniyle emin adımlarla varacaktır. Geçmişin bu değerli mirasından faydalanmadan sadece kendi tecrübeleriyle yetinmeye kalkan bir söylem mutlaka akim kalacaktır. Aslında bugün yaşanan birçok sorunun aynı ve benzeri geçmiş tarihlerde de yaşanmış ve değerli İslam uleması tarafından bu sorunlara İlahi söylem ve Nebevi siret eksenli çözüm önerileri sunulmuştur. İşte İslami söylem geçmişin bu çözümlerini günün şartlarına uygun olarak günümüze taşıyabilmelidir. Aksi takdirde İslam ümmeti çok daha fazla zaman kaybedecek fecri kaziblerin sonu gelmeyecektir.

Tarih kesintisiz bir süreçtir. Bugün yaşanan birçok olayın sebebi yıllar öncesine dayanmaktadır. İslami Hareketin bunun bilincinde olarak hareket tarihini kendisiyle başlatmaması önemli bir olgudur. İslami Hareket, Müslümanların tarihinde yaşanan her acı olayın üzerinden yüzyıllar geçse bile yasını tutabilmeli, Müslümanlara mal olmuş her mümtaz şahsiyetin davasını omuzladığını ortaya koyabilmeli ve rehberler silsilesinde mutlaka tarihin unutulmaz simalarını barındırmalıdır. Mazinin parlak başarıları, hüsran ve kayıpları bugünün dünyasını kuran yapı malzemeleri olacaktır. Örneğin Pakistan’a bakalım. 18. Yüzyılda bir ıslahatçı olarak ortaya çıkan Şah Veliyullah Dehlevi hükmü altında yaşadıkları Afgan kralına bir mektup yazıp, mektubunda monarşik Moğol düzeninin tamamen tasfiye edilip yerine İslami hükümlerin idame edilmesini talep edecektir. Dehlevi ile 7. Yüzyılda Arapların eliyle İslam topraklarına katılmış olan Hint yarımadasında uyanış tohumları atılmış ve geçen yıllar bu tohumları filizlendirerek günümüze kadar taşımıştır. 1831’de şehid edilen iki kardeş Seyyid Ahmed Şehid ve Seyyid İsmail Şehid silah ile mukaddesatı savunma tecrübesini Hint yarımadasına taşımış ve münkere karşı sadece dil ile mücadele yolunu seçmiş olan zamanın ulemalarına güç kullanmak ile münkeri ortadan kaldırma yolunu açmışlardır. Tabi ki o günlerde Hint yarımadasının bugünkü Afganistan, Pakistan ve Bangladeş dâhil olmak üzere İngilizlerin işgali altında olduğu unutulmamalıdır. Daha sonra Muhammed İkbal’in Urdu dilinde yazdığı şiirlerle bölgede edebiyat dili olan Farsçayı bilmeyen avam halka inilmiş olundu. İkbalin şiirindeki anlam derinliği, Kur’anî hakikatlerin süzgecinden gelen özgürlükçü söylemi 1941’de kurulan Cemaat-i İslami’nin lideri Mevdudi’yi de etkilemiş ve yola koyulmasında ona esin kaynağı olmuştur. Mevdudi deneyimi Pakistan İslami Hareketi açısından en parlak dönemdir. Milyonlara ulaşan bir organizasyon, binlere varan eğitim kurumları ve gerçek anlamıyla işlevini gören yüzlerce medrese… İktidarda olmasa bile İslam’ın parlak düsturlarını milyonların hayatında kaim kılmış olan bir cemaat… Kısaca Pakistan İslami Hareketi bugünlerine uzun bir mirasın ürünü olarak gelmiştir ve Allah izin verirse bu miras o topraklarda da İslam’ın sedasının daha gür çıkmasının vesilesi olacaktır.

Farklı zamanlarda tarihin adımları da farklı olmaktadır. Bir zaman diliminde yürümekte bile güçlük çeken bir hareket daha sonraki bir zaman diliminde oldukça güçlü söylemlere sahip olabilmiştir. (Veya bunun terside mümkündür.) Tarihin bir kesitinde hata olarak ortaya çıkan veya hata olarak telakki edilen bir adım, diğer kesitinde harekete ivme veren, hızına hız katan faktör oluvermiştir. Hatta dünyanın bir ucunda meydana gelen bir olay, bir durum diğer bir uçtaki İslami hareket üzerinde olumlu veya olumsuz etkiler bırakabilmiştir. Kısacası İslami hareketler baştan sona tüm süreçleri kendi elleriyle oluşturamamakta bazen yaşanan olaylar dolayısıyla rutin çizgisinden uzaklaşabilmektedir. İşte İslami Hareket zamanının şart, gerek ve imkânları çerçevesinde hareket etmeyi gaye edinmelidir. Elden geldiğince edilgen olmak yerine, etkilenen değil etkileyen olmaya çalışarak içinde bulunduğu toplumun kaderini tayin etme noktasında aksiyoner bir hal almalıdır. Böylece toplumu akması gereken yöne akıtabilsin, İslam’ın insanlığa hayat veren ilkelerini toplumlara sunabilsin.

Her yetişen neslin karşısında yeni tarihsel bir süreç söz konusudur. Her zamanın ihtiyacı kendi zamanının şartlarına göre şekillenmektedir. Said Nursi’nin “Ben Mevlana’nın devrinde gelsem mesneviyi yazardım. Mevlana benim devrimde gelse Risale-i Nur’u yazardı” sözü zaman ve şartlarının gereğini ortaya koymanın zaruretini göstermesi açısından önemli bir örnektir. Unutulmamalıdır ki İslami Hareketin başarısının etkenlerinden biri de zamanın şartlarını ve içinde bulunulan konjonktürel yapıyı iyi tahlil edebilmesi ile ilgilidir. Kendi zamanını iyi okuyamayan, o zamanın gereklerini anlayamayan bir yapı bulunduğu toplumun geleceğini şekillendiremez. O yüzden Akif’in değimiyle “Kur’an’dan alarak ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı..”

İslami hareketin toplumlara hayat verdiği günlerde buluşmak dilekleriyle… Wesselam

Zülfikar Fırat / İnzar Dergisi – Eylül 2012

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.