Günahlardan zevk almaya başlamışsak…

Günahlardan zevk almaya başlamışsak…

Günahlarımızdan zevk alma noktasına gelmişsek işimiz çok kötü demektir.

Günahlarımızdan zevk alma noktasına gelmişsek işimiz çok kötü demektir.

Önce şu husus iyi bilinmelidir; günah işlemek başkadır, günahtan zevk almak başkadır, bunlar bir birlerinden ayırt edilmelidir.

Müslüman günah işleyebilir, zayıf bir yapıya sahip olan insanoğlunun bir özelliğidir. Biz bunu atamız ve annemiz Âdem’den, Havva’dan itibaren biliriz.

Biliyorum, günahtan sonra hemen tövbe meselesi gündeme gelir ama ben burada tövbeden bahsetmeyeceğim. Günahların büyüğünden küçüğünden de söz etmeyeceğim.

Günahın bizim üzerimizdeki yerinden, duruşundan, günahlardan ne derece zevk alıp almadığımızdan bahsetmek istiyorum. Eğer bunu çözemezsek günahın büyüklüğünün ve küçüklüğünün bir önemi kalmayacağı gibi, tövbe edip edememe de bundan sonra belli olacaktır.

Yaşadığımız dünyanın bugünkü durumuna bir isim bulmamız gerekirse  “haz ve hız toplumu” demek en uygun olanıdır. Hazzın da hızın da büyük bir kısmını günahlar oluşturmaktadır.

Biz her ne kadar haz ve hız nitelemesini günümüz dünyası için kullansak da insanlık tarihi boyunca hep var olmuştur, bunu Kur’an’dan öğreniyoruz.

“Şüphesiz ki bize kavuşmayı ummayanlar, dünya hayatıyla yetinip onunla mutlu ve mutmain olanlar, ayetlerimize aldırış etmeyenler var ya, hak ettiklerinin karşılığı olarak onların varacağı yer ateştir.”(10/7,8)

Dikkat ederseniz bu ayeti kerimede sıradan günah işleyenler değil, günahlarla mutmain olanlar, bir anlamda günah işlemek için yaşayanlar söz konusu edilmektedir. Bu gibileri bekleyen kötü son bize şu şekilde aktarılmaktadır;

“İnkar edenler ateşin başına getirilince; size ait iyi güzel şeyleri dünya hayatınızda tükettiniz ve onlardan yararlandınız; şimdi ise yeryüzünde haksız olarak büyüklük taslamanıza ve yoldan çıkmanıza karşılık olarak aşağılayıcı cezayı çekeceksiniz.” (46/20)

Günümüz Batı dünyası ölçeğinde gelinen son nokta günahlardan zevk almak, günahlarla mutlu olmak, bir ibadet titizliğiyle bedenin arzularını yerine getirmektir. Batı insanının geldiği son nokta budur.

Maalesef bu hayvani hayat tarzı Batı dünyasının dışına da sirayet etmektedir.

Müslümanlar olarak durmadan kötülükleri ve böylesi olumsuzlukları tasvir edip durmak iyi bir şey değildir ve şahsen benim adetim de değildir.

Fakat yazımızın başlığı kadar da temas etmeyi gerekli görüyorum. Yani Müslümanın günahta bir sınırının olması, orayı aşmaması gerektiğini belirtmek istiyorum.

Nedir bu? Müslüman günahtan rahatsız olan, işlediği günahtan dolayı huzursuz olan, hatırladığında morali bozulan, başkalarının duymasını istemeyen insandır. Kısacası pişman olan insandır. Zaten bunun adı da tövbedir.

Günahtan zevk almakla, adeta günah için yaşamakla, günahtan dolayı içinin yanması arasında dağlar kadar fark vardır, hatta Müslümanla kafir kadar fark vardır.

Kur’an’ın diliyle ifade edecek olursak buna; günahlardan nefret etme denir;

“…Fakat Allah size imanı sevdirdi ve onu gönlünüze sindirdi, küfrü, fasıklığı ve isyanı size çirkin gösterdi…”(49/7)

İşte müminin bu noktada en belirgin özelliği budur; küfürden nefret etmek, fasıklıktan ve asilikten nefret etmektir. Böyle olmalıdır ki tövbe edebilsin. Aksi takdirde günahların tadı damağında dururken, burnunda tüterken nasıl tövbe edebilecek?

Peki, bu nefret etme işi nasıl olacak?  Bunu da Rabbimiz yapacaktır. Rabbimiz kötü gösterecektir bize bütün günahları. Daha öncesinden de bize imanı sevdirecek ve kalplerimizi imanla süsleyecektir.

Bizim atacağımız adım nedir bu yolda? Allah’ı hatırlamak. Özellikle bir günah işler işlemez hemen Allah’ı hatırlamak.

“Takva sahipleri, içlerine şeytandan gelen bir saptırıcı fikir doğduğunda derhal zikrederler, Allah’ı hatırlarlar ve gerçeği görürler”(7/201)

“Onlar çirkin bir şey yaptıklarında veya kendilerine kötülük ettiklerinde hemen Allah’ı hatırlarlar ve günahlarının bağışlanmasını dilerler…” (3/135)

Zaten bütün insanların fıtratında günümüz diliyle Allah Teala kendisini kodlamıştır. Zaten zikretmek deme de budur, yani yapısında mevcud olan Allah’ı hatırlamaktır.

Böyle olunca bize düşen görev, Rabbimizi unutmamamız, dilimizle ve kalbimizle onun zikrini tekrar etmemiz ve diri tutmamızdır.

O zaman görelim bakalım günahlar nasıl kendisini sevdirebilecekmiş.

Mehmet Göktaş

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.