Hasan Sabaz ile Seyyid Kutub Üzerine Röportaj

Hasan Sabaz ile Seyyid Kutub Üzerine Röportaj

Seyyid Kutub öz bir anlatımla “İzzet ve şerefin Allah’ın, Peygamberin ve müminlerin” olduğuna iman etmiş bir Kur’an talebesidir.

Hasan Sabaz Kimdir?

1968 yılında Batman’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimimi tamamladıktan sonra Ankara Gazi Üniversitesini bitirdi. 7 sene öğretmenlik yaptı. 28 Şubat sürecinin uzantısı olarak uzun bir yargılanma ve cezaevi süreci yaşadı. 2005’ten itibaren İstanbul’da Dua Yayıncılık’ta editör/musahhih olarak çalıştı. Bu arada İnzar Dergisinde ilmi ve siyasi makale ve şiirleri yayınlandı. Doğruhaber Gazetesi’nde yayınlandığı ilk sayıdan itibaren yazıları yayınlandı. Aynı gazetede düzenli bir şekilde köşe yazıları, haber/analiz, haber/yorum, araştırma yazıları yayınlanıyor.

Ayrıca roman, öykü, şiir, araştırma ve çocuk kitabı alanlarında Can Laleler Solmasın, Ey Gece, Diriler Kabri, Kuşatma Altında Gazze, Tevhid Önderleri Peygamberler gibi eserleri yayınlandı.

Seyyid Kutub kimdir kısaca tanıtır mısınız?

Seyyid Kutub öz bir anlatımla “İzzet ve şerefin Allah’ın, Peygamberin ve müminlerin” olduğuna iman etmiş bir Kur’an talebesidir. İşgallerin olağan hale geldiği, yenilgilerin birbirini takip ettiği, ideolojilerin konuşulduğu bir zaman diliminde İslami kimliğe yeniden dönüş vurgusu yapmasıyla, imanından gelen izzetiyle, özgüveniyle bir ihya öncüsü, bir davet önderidir.

Ama eğer biyografisinden söz ediyorsanız şu kısa bilgiyi verebiliriz:

1906’da Asyut kasabasının bir köyünde dünyaya geldi. Babası Hacı İbrahim Kutub, çiftçilik yapan, dindar bir insandı. Namaz ve Kur’an sevgisini annesinden aldığını söylemiştir sonraları.

10 yaşlarındayken Kur’an’ı hıfzetti.

Hamide ve Emine adlı iki kız kardeşiyle Muhammed adında bir de erkek kardeşi vardı.

Babası vefat edince ailece Kahire’ye taşındılar.

Daru’l Ulum’da Edebiyat bölümünde okudu.

Okuldan mezun olduktan sonra Eğitim Bakanlığında bir süre müfettiş olarak çalıştı sonra istifa etti. Yazıya, araştırmaya daha fazla zaman ayırmak istiyor, edebi yazılar ve eserler üzerine gazete ve dergilerde değerlendirmeler yapıyordu.

Keskin zekasıyla edebiyat alanında kısa sürede yer edindi.

Şiir ve romanları yayınlandı. Oldukça parlak bir geleceği vardı. Mısır’da gelecek vadeden edebiyatçılardan sayılıyordu; ama huzursuzdu.

Kur’anla yeniden buluştu Seyyid Kutub. Küçük yaşlarda ezberlediği Kur’an, ona yeniden bir kimlik ve kişilik kazandırıyordu. Aslında kardeşi Muhammed Kutub’un ifadesiyle hiçbir zaman sosyalist ya da farklı bir ideolojiye sahip olmadı. Boşlukta kaldığı bir dönem oldu; ama temiz dimağına yerleşmiş olan Kur’an nuru yeniden önünü aydınlattı.

1939’da bir dergide “Kur’an’da Fenni Tasvir” isimli bir makalesi yayınlandı. Bu makaleyle bazı ayetlerden yola çıkarak Kur’an’ın edebi güzelliklerini ve mükemmel icazını anlattı. Araştırmasını derinleştirdikçe Kur’an’a olan hayranlığı arttı ve bütün çabasını onu anlama ve anlatmaya hasretti.

Şehid Seyyid Kutup’un İslâmi fikirleri iyice olgunlaşmaya başlarken İhvan-ı Müslimin hareketine katıldı. Bundan sonraki hayatı artık sıkıntı, eziyet, zindan; ama tüm bunlara rağmen büyük bir azim ve çaba doluydu. Söylediklerinin ve yazdıklarının altına canıyla imzasını attı ve 29 Ağustos 1966’da çağın firavunlarından Cemal Abdunnasır’ın emriyle idam edildi.

Amerika’ya gitmesinin hayatına etkisi nasıl oldu?

Belki de hayatının dönüm noktalarından biriydi, diyebiliriz.

Mısır’ın kukla yönetimi Seyyid Kutub’da büyük bir cevher olduğunu fark etmiş ve onu İslami çalışma alanından uzaklaştırma gayesiyle Amerika’ya göndermişlerdi.

Ancak o, tabi olmaya değil tahlil etmeye niyetliydi.

Amerika’nın materyalistliği, ruhsuzluğu, ahlaksızlığı üzerine değerlendirmelerde bulundu. Dostu, Mısırlı ünlü edebiyatçı Tevfik el-Hakim’e bu dönemde izlenimlerini aktardığı çok sayıda mektup yazdı. Mektuplarında dünya görüşündeki değişim belirginleşiyordu.

İmam Azam Ebu Hanife’nin şöyle bir sözü vardır: “Birinin adaleti tamsa, fakat adeletin zıddı olan zulmü, haksızlığı bilmese o hem adaleti, hem de zulmü iyice tanımıyor demektir..”

Amerika’da, ahlaken çökme eğiliminde olan bir toplumu, siyahilere yapılan zulümleri gördü ve İslam’a daha çok bağlandı. Hasan el Benna’nın şehadet haberini Amerika’da iken duydu ve sıradan Amerikalıların bundan duyduğu sevince şahitlik etti.

Amerika’dan dönüşü, İhvan-ı Müslimin içerisinde İslami mücadeleye katılışının başlangıcı sayılır.

Yani Seyyid Kutub’un Amerikan seyahati Mısır rejimi açısından umulanın tam tersi bir sonuç vermiştir.

İhvan ile ilişkisi hakkında ne dersiniz?

Az önce dediğimiz gibi tanıdıklarının aktardığına göre İhvan ile beraber çalışmaya başlaması Amerika’dan dönüşü ile başlar. Aslında gitmeden önce İhvan’a bir sempati duyduğu ve bu yönde takdirlerini zikrettiği söylenir; ama fiili olarak teşkilat saflarına katılması, İhvan’ın yayın organlarında yazılar yazması Amerikan dönüşüyle başlar.

Amerika’ya gitmeden önce kaleme aldığı “İslam’da Sosyal Adalet” eserinden de anlaşılacağı gibi Seyyid Kutub, üretken bir zeka, bir fikir öncüsü ve önemli bir teorisyendir. Bu yönüyle İhvan içerisinde de temayüz etmiş ve yayın organlarında önemli yazılar yazmıştır.

Gerçi teşkilat hiyerarşisinde yönetici olarak İhvanda hiç bir makamı yoktu; ama yaptığı işin öneminin farkında bir Müslüman olarak İhvanın gazetelerinde ve dergilerinde halkı devamlı olarak İslam’a, İslami yaşamın yeniden ihyasına davet ediyordu. 1954’deki tutuklanmasından önce “İhvan-ı Müslimin” adlı gazetede yazı isleri müdürlüğü yapmıştı.

Milliyetçilik, laiklik ve sosyalizm aleyhine yazılar yazdı ve bu ideolojiler karşısında İslami duruşu net bir şekilde ortaya koydu.

İdam edilmesinin altında yatan gerçek neydi?

Mısır’ın başında sosyalist Arap milliyetçiliği ideolojisine sıkı sıkıya bağlı çağdaş firavunlardan Cemal Abdunnasır vardı ve bu zalim, İhvan-ı Müslimin hareketini ideolojisi ve saltanatı için tehlike olarak görüyordu. Çünkü İhvan hareketi ve özellikle de Seyyid Kutub, Mısır toplumunu etkileyen mesajlar veriyor, toplumun her kesiminde bir uyanış ve dirilişe sebep oluyordu.

Cemal Abdunnasır, İslami hareketi bastırmak için bir plan yaptı ve ortaya suikast iddiası atıldı.

Güya İhvan hareketi Abdunnasır’a başarısız bir suikast gerçekleştirmişti.

Çok sayıda İhvan üyesi ile beraber Seyyid Kutub da zindana atıldı ve 15 yıl hapse mahkum edildi.

Zindanda bulunduğu süre içerisinde daha önceden telifine başladığı Fî Ẓılâli’l-Ḳurʾân (Kur’an’ın Gölgesinde) adlı tefsiri üzerinde çalışmaya devam etti. İslam dünyasının her tarafını etkileyen muhteşem eser, fiziki ve psikolojik işkencelerin devam ettiği bir ortamda minimum imkanlarla; ama maksimum bir ihlas, inanç ve azimle yazıldı.

10 yılını zindanda geçirdi Seyyid Kutub.

Zulmün kendini her an hissettirdiği ağır şartlar içerisinde sağlığı iyice bozulan Seyyid Kutub, Irak Devlet Başkanı Abdüsselâm Ârif’in girişimiyle Mayıs 1964’te tahliye edildi. Zindandan çıkınca bir manifesto niteliğinde olan ve çok tartışılan kitabı Meʿâlim fi’ṭ-ṭarîḳ’ı (Yoldaki İşaretler) yazdı. Bir grup İhvân-ı Müslimîn mensubuyla birlikte teşkilâtı yeniden canlandırma faaliyetlerine katılması suçlamasıyla 9 Ağustos 1965’te tekrar tutuklandı. Ama herkes biliyordu ki, asıl sebep zindanların susturamadığı o gür sesi kısmak, işkencelerin kıramadığı çelik iradeyi ve mücadelesiyle tüm İslam dünyasına ve sonraki nesillere örnek olacak bir öncüyü, bir rehberi ortadan kaldırmaktı.

Uzun süren yargılama sonunda idam cezasına çarptırıldı ve 29 Ağustos 1966’da şehid edildi; cesedi bilinmeyen bir yere gömüldü.

Allah onu rahmetiyle kuşatsın.

Kardeşinin anlattığı şu ayrıntı bile idamın asıl sebebinin zalime itaat etmemek olduğunu net olarak ortaya koymaktadır.

İdamın infazından önce kan içici Tağut, şehide özür dilemesi karşılığında serbest bırakılmasını teklif etti. Bu, canı karşılığında davasını satmaktı. Oysa aziz şehid, canını Allah’a satmıştı. Firavuna şu cevabı gönderdi: “Eğer idamı hak etmiş olarak ‘Hakk’ın emri ile ipe çekiliyorsam, buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer batılın zulmüne kurban gidiyorsam, batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam!..”

O günkü toplumu okuması ile günümüz davetçilerinin toplumu okuması arasındaki okumalar benzeşiyor mu? Günümüzde neden bir Seyyid Kutub yetişmiyor?

Şehid Seyyid Kutub’u, bu aziz İslam şehidini anlamak için “Kur’an’ın Gölgesinde” düşünmek, o iklimin havasını teneffüs etmek gerekir.

Bediuzzaman Said Nursi’nin şu sözlerindeki kaygı, dert ve bir şeyler yapma telaşını Seyyid Kutub’un hayatında da görebiliriz: “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum.”

Ümmetin evlatları köklerinden kopmuş, yenilgi psikolojisinin etkisiyle, yenilgiyi yanlış yerlerde arıyor, yanlış yollara kayıyor, İslam’ı çeşitli “izm”lerle birleştirme garabetine düşüyordu. Daha vahimi, naslar sorgulanıyor, değerler erozyona uğruyordu. Seyyid Kutub, böyle bir zamanda eğilip bükülmeden dimdik durmanın resmi, İslam’ın meydan okuyan sesiydi. Mezhebi, kelami, felsefi, kavmi tartışmaların tuzağına düşmeden doğrudan küfrü hedef aldı.

Sözleri net ve berraktı. Küfür, “Küfür” olduğu müddetçe cahiliye idi. Cahiliye hiçbir zaman insana saadeti veremezdi.

“Asr-ı Saadetten”, “göğün ölçülerinden” söz ederken, yakinen iman etmiş bir mü’minin nefesini duyar gibi olursunuz satır aralarında. Sahabeyle dost olur, Aziz Peygamberi hemen yanınızda hissedersiniz.

Bir Kur’an aşığıdır Seyyid Kutub. Kıyamet sahnelerini, ceza ve mükafatı öyle canlı bir şekilde anlatır ki, ister istemez bir başka iklime gidersiniz. Siz canlı tablolarla heyecanlanırken, o eriyip gider ilahi kelam karşısında. Necm sûresinin tefsirinde nasıl elinde olmadan secdeye kapandığını anlatır mesela.

Baştan başa inanç, baştan başa davadır Seyyid Kutub. Davetçinin vasıflarından ve uzun mücadele sürecinde karşılaşması muhtemel zorluklardan söz eder. Azık olarak sabırdan, zikirden, duadan, namazdan söz eder. Sözleri, öylesine söylenmiş sözler değildir Seyyid Kutub’un. Yaşanmışlar yazılmış ve yazılanların yaşanması istenmiştir.

Şehid Seyyid Kutub, Kur’an’ın gölgesinde düşünmüş, Asr-ı Saadet iklimini adeta teneffüs etmiş, çağını ve Müslümanların yaşadığı sıkıntıları okumuş ve gözlemiştir. Sözlerinde ihlas ve fedakarlık bariz bir şekilde görüldüğünden dolayı temiz dimağlara ulaşabilmiş, hiç kimse onun için söz ve eylem çelişkisinden söz etmemiştir.

Sanırım burdan yola çıkarak sorunumuzun ne olduğu anlaşılabilir.

Seyyid Kutub gibileri Allah’ın bu ümmete lütuf ve keremidir.

Sağlam zeminde ilerlemeye devam ettiği müddetçe Allah, ümmete, Seyyid Kutublar bahşedecektir.

Eserleri ve kalemi hakkında ne dersiniz?

“Fizilal-il Kur’an” adlı hacimli Kur’an tefsiri en önemli eseridir. Dönemin ideolojik akımlarından, modernizmden, aklın her şeyin önüne geçirilmesinden uzak durmuş bir asr-ı saadet aşığıdır şehid. Sağa sola yalpalamadan, batıya karşı özür dilemeden, mahcubiyet duymadan yola devam etmiş, İslam’ın onurlu sesini yükseltmiştir. Genellemelerdeki tavizsizliği, ilkelerdeki yamulma ve kırılmaları önlemiştir.

Eserlerinden bazıları şunlardır:

İslam’da Sosyal Adalet

Kur’an’da Edebi Tasvir

Kur’an’da Kıyamet sahneleri

Dünya Barışı ve İslam

İslam Düşüncesi

İslam kapitalizm Çatışması

İslam ve Emperyalizm

Yoldaki İşaretler

Şehadetinden tam 14 yıl önce “İslami Etüdler” adlı eserinde şöyle yazmıştı: “Kalem sahibi kimseler birçok büyük işler yapabilirler. Ancak, fikirlerinin yaşaması pahasına kendilerini feda etmeleri şartıyla… Fikirlerinin kan ve canları karşılığında manalanması şartıyla… “Hak” bildikleri şeyin “Hak” olduğunu fütur etmeden söyleyip, gerekirse bu uğurda başlarını vermeleri şartıyla…”

Okuyucularımıza son olarak neler söylemek istersiniz?

İlk soruya verdiğimiz cevapta özellikle Seyyid Kutub’un İslam ümmetine özgüven ve izzet telkin ettiğinden söz etmiştik. Son olarak Ali Bulaç’ın bu konudaki cümlelerini buraya almak ve altına imzamı atmak isterim:

“Almanların ünlü filozofu Nietzsche der ki, “İslam erkeksi bir dindir, Hıristiyanlık kadınsıdır. Hıristiyanlığı itaat altına alabilirsiniz, ama İslamiyet´i itaat altına alamazsınız.” Bu yüzden Nietzsche´nin İslamiyet´e gizli bir hayranlık duyduğunu zannediyorum. Tarih içinde kadın erkeğine kendisini nasıl sunarsa Hıristiyanlık da iktidara kendini öyle sunar ve sunmuştur. Fakat İslam erkeksidir kendini teslim etmek istemiyor, teslim almak istiyor. Ben bunu erkek-dişi/cinsiyetçilikle değil Kur´an´ın vurgu yaptığı “izzet” kavramıyla ifade etmek gerektiğini düşünüyorum. “İzzet” onur, güç, hakimiyet ve üstünlüktür içine “mü´min erkeği ve mü´min kadını” alır. Şu halde İslam “izzetin dinidir” deriz. Batı bu izzeti İslam´ın elinden almak istiyor, ama onu teslim alamıyor. Batılıların Ortadoğu´ya gelişlerinin sebebi gerçekten petrol değildir, gerçekten İsrail´in güvenliği değildir, gerçekten bizim sularımız değildir, gerçekten bizim stratejik coğrafyamız da değildir. Bunları edinmek kolaydır, zaten onların kontrolündedir. Ortada başka bir şey var. İslam itaat/boyunduruk altına girmeyi kabul etmiyor. İtaat altına almayı istiyor. İslam´ın talep ettiği itaat özgürlüğün, ahlakın, adaletin ve bir arada yaşama iradesinin teminat altına alındığı hukuka itaattir. Tarihte Kudüs´te bunun örneğini koymuştuk. İslam´ın hakimiyetinde bütün dinler ve bütün din müntesipleri -en azından sivil alanda- özgür bir şekilde yaşamışlardır. İtaat altına alan İslam kimseyi köle etmez, temel hak ve özgürlüklerinden yoksun bırakmaz, sömürmez ve aşağılamaz. etmez.

Şehid Seyyid Kutup bir özgüven telkin ediyordu. İslam´ın izzetinden alıyordu özgüvenini, bunun farkındaydı, kuvvetli bir biçimde bunun altını çizdi, onun için Batı hiçbir zaman Seyyid Kutup ve onun çizgisiyle kendi arasında kavgayı sona erdirmiyor ve erdirmeyecektir."

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.