Hepimiz Tavsiyeye Muhtacız

Hepimiz Tavsiyeye Muhtacız

Asra yemin olsun ki, İnsan mutlaka ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.

“Asra yemin olsun ki, İnsan mutlaka ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.” (Asr:1-3)

Asr Suresi İslam’ın dört temel dayanağını oluşturur. Bunlar; İman, Salih Amel, Hak ve Sabırdır. İslam insanlar arasında ancak bu temeller sayesinde yerleşir, ilerler ve hâkim olur. İmam Şafii Hazretleri bu sure için şöyle der: "Eğer insan bu sureyi derin bir şekilde düşünecek olursa, yalnız bu sure onun hidayeti için yeterlidir.

“Asr” kavramı âlimler arasında “Dehr” yani “Zaman” olarak tanımlanır. Elmalı Tefsirinde; "Dehr" (zaman) yaratıcı Allah'ın kudretine delalet eden her türlü acaiblikleri, gariplikleri içerir. Acı veya tatlı, kârlı veya zararlı her türlü hareket ve olay, değişim ve başkalaşımlar onda vaki olur. Devletler, milletler, nimetler, felaketler onda ortaya çıkar, onda büyür, onda son bulur, onda kalır. İnsan içinse zaman, “İnsan ömrünün en kıymetli sermayesidir” demektedir.

Allah-u Teala’nın “zaman” üzerine yaptığı yeminden sonra birinci rükûn olan imandan bahseder. İman insan için her şeyin başıdır. O olmadan hiçbir şey olmaz. İmansız dünyanın ve varlığın hiçbir anlamı yoktur. Pakistanlı Âlim Mevdudi, Tefhimül Kur’an’da imanı şöyle tanımlar. “İman etmekten muradın birincisi, Allah'a iman etmektir. Ancak sadece varlığına değil, aynı zamanda tek İlah olduğuna, şeriki olmadığına, insanların ibadet ve itaat edeceği yegane zat olduğuna, insanların kısmetini düzenleyip bozanın ancak Allah (c.c.) olduğuna, dua ve tevekkül edilecek varlığın ancak O olduğuna, ancak O'nun emirlerine uyulup ve ancak O'nun yasaklarından kaçınılacağına, O'nun farzlarının yerine getirilip O'nun menettiklerinden uzak durulacağına, her şeyi duyan ve görenin ancak O olduğuna, insanın sadece fiillerini değil, fiillerini harekete geçiren gizli niyetlerini de bildiğine inanmaktır. İkincisi Resulullah'a inanmaktır. O'nun Allah (c.c.) tarafından tayin edilmiş yol gösterici olduğuna, getirdiği talimatın Allah (c.c.) tarafından ve hak olduğuna, O'na itaat etmenin zorunlu olduğuna inanmaktır. Risalete iman etmek aynı zamanda meleklere, semavî kitaplara, peygamberlere ve Kur'an'a inanmaya da şamildir. Çünkü bunlar Allah (cc)’ın Resulü'ne gelen talimatların bir parçasıdırlar. Üçüncüsü ahirete inanmaktır. İnsan ölümden sonra tekrar diriltilecektir. Bu dünyada işlediği amellerin hesabını Allah'a verecek ve bunun sonunda salih olanlar mükâfatlandırılacak, kötü olanlar cezaya çarptırılacaklardır” demektedir.

İkinci rükûn olan salih ameli Mısırlı Şehit Üstad Seyyid KUTUB “Salih amel, başlıca iki türlüdür. Birisi bedene ait ibadetler gibi mükellefin baştan itibaren ve bizzat kendisine faydalı ve kendi iyiliğine olan ameller. Diğeri de zekât ve sadaka gibi başkalarına faydalı olan amellerdir. Birine kendini kemale erdiren, fazilet, diğerine de başkasını tamlayan, fadl (iyilik etme) denilir. Bunun en önemlisi de hakka çağırma ve hak yolunda mücadele etmedir. ‘Salih’ kelimesinin anlamı bütün iyiliği kapsar. Küçük ve büyük iyilik de buna dâhildir. Ama Kur'an'a göre imandan beslenmeyen hiçbir amel, salih amel sayılmaz. Herhangi bir amel Allah (c.c.) ve Resulü’nün bildirdiği şekilde işlense de iman olmaksızın salih amel sayılmaz” demektedir.

Üçüncü rükûn “hak” kavramıdır. Tefhimül Kur’an-da Üstad Mevdudi şöyle der; "Hak" kelimesi "batıl"ın zıddıdır. Genellikle bu iki manada kullanılır. Birincisi, doğruya, adalete uygun ve gerçek sözdür. İster akidevî iman ile ilgili olsun, ister dünyevî meseleler hakkında olsun aynıdır. İkincisi, insanın yerine getirmesi vacip olan haktır. O, Allah'ın hakkı, insanların hakkı veya nefsinin hakkı olabilir” demektedir.

Hak ölçüsü, Kur’an ve sünnette belirlenen doğrulardır. İslamın iyi gördüğü hak, kötü gördüğü ise batıldır. Bir başka deyişle Allah(cc)’ın ve Peygamberinin (sav) güzel gördüğü ve bizlere tavsiye ettiği her şey hak çerçevesine girer. Güzel görmediği ve uzaklaşmamızı istediği her şey de batılı oluşturur. Bizlerin hak ölçüsü budur. Tabi ki bu ölçüyü bizlere detaylarıyla açıklayanlar islam âlimleri olduğundan âlimlerimizden faydalanmak ve tavsiyelerine uymak gerekir.

Elmalılı Hamdi Yazır Efendi: “Ziyan olmayacak amel, ancak Hakk'a iman ve Hak yolunda çalışmakla elde edilir. Onun için Mü’minler, büyük ve küçük olmaya bakmaksızın, birbirleriyle, eşit olduklarını bilmeli gösteriş, münafıklık, riyakârlık ve dalkavukluk etmeyip, bütün iyiliğin Hakk'ın elinde olduğunu bilerek ve fanî, geçici, aldatıcı, yıkıma götürücü şeylere aldanmayıp, her şeyin hakkını gözeterek hep birbirlerine hakk'ı tavsiye etmelidir. Her işte hakkı, doğru olanı yapmayı, hak üzere birleşmeyi, hep hakk'a davet etmeyi, emri bil-marufu (iyiliği emretmek) ve nehyi ani'l-münkeri (kötülüğü yasaklama), kısaca Hak ve doğruluk üzere hareketi tavsiye ve nasihat etmelilerdir” der.

Üstad Seyyid KUTUB ise; “Hakkı birbirine tavsiye etmek zorunludur. Zira hakka sarılmak zordur. Haktan alıkoyan engeller de pek çoktur: Nefsin arzuları, çıkar mantığı, çevrenin düşünceleri, azgınların taşkınlıkları, zalimlerin zulümleri ve saldırganların saldırıları hep birer engeldir. Karşılıklı öğütleşme ise hatırlatmadır, cesaret vermedir. Hedefin ve amacın yakınlığını hissettirmedir. Zorluk ve emanet konusunda kardeş olmadır. Karşılıklı öğütleşme, bireysel yönelişlerin bileşkesini sağlamlaştırır. Beraber hareket edip, güçlerin katlanmasını sağlar. Hakkın her bekçisine şu gerçeği hissettirir: "Bu yolda sen yalnız değilsin. Sana öğüt veren, cesaretlendiren, yanında yer alan, seni seven ve yalnız bırakmayanlar da vardır.” Hakkın ta kendisi olan islam dini de ancak bu şekilde birbiri ile yardımlaşan, öğütleşen, birlik ve dayanışma içinde hareket eden bir topluluğun gözetimi ve bekçiliği ile hâkim olabilir. Kendi yapısının bilincinde olduğu gibi görevinin de bilincinde olan iman ve ameli salih gibi kendisine yöneldiği eylemlerin gerçek mahiyetini bilen cemaat. Kendi aralarında bu büyük emanete ilişkin göreve engel olabilecek her şeyde birbirlerine öğüt veren bir cemaattir. İşte İslâm, İslâm ümmetinin böyle olmasını ister. İslâm hayırlı, seçkin, güçlü, bilinçli, hakkın ve iyiliğin bekçisi olan sevgi, kardeşlik ve yardımlaşma içinde hakkı ve sabrı birbirine öğütleyen bir ümmet ister. Kur'an bunu karşılıklı öğütleşme sözü ile dile getirmektedir.

Karşılıklı olarak sabrı öğütleme, insanın gücünü artırır. Zira hedef birliği, yöneliş birliği, toplumsal dayanışma gibi duyguları ve hisleri harekete geçirir. Onları sevgi, azim ve sebatla donatır. Bu da cemaatin pek çok değerlerini ve olgularını harekete geçirir. Özünde onları yaşamayan, İslâm’ın gerçekliğini yaşayamaz. Ve ancak bunun vasıtası ile söz konusu gerçeğin bir anlamı olabilir. Yoksa hüsrandan ve yıkımdan başka çare bulunmaz.

O halde bizler, toplum olarak birbirimize tavsiyelerde bulunma kültür ve ahlakını geliştirip, nefsimizde uygulamak zorundayız. Kötülüğü emreden nefislerimizin kendisine yapılacak tavsiyelerden hoşlanmayacağı bir gerçektir. Her halükârda nefsin hilelerine kulak asmamalı, ona hoş görünen desiselere fırsat vermemeliyiz. Tavsiyenin kimden geldiğine değil, hak olup olmadığına bakmak şiarımız olmalıdır. Amacımız, hakka teslim olmaktır. Hakkın hâkim olmasını istediğimiz bir toplumda yapılacak en doğru şey de, hakka ve hak olana uymaktır. Hak yolcusu olan müminlere düşen en güzel ölçüde budur. Bunun aksi ise Allah korusun hüsran olur. Allah bizleri dünya ve ahirette hüsrana uğramaktan muhafaza eylesin.

İnzar Dergisi

İslam ve Kuran Haberleri

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.