HubbuşŞehevat -2

HubbuşŞehevat -2

Bizi karanlıklardan aydınlığa çıkaran, rahmeti bol, lütfu geniş olan Allah’a hamd olsun.

Bizi karanlıklardan aydınlığa çıkaran, rahmeti bol, lütfu geniş olan Allah’a hamd olsun.

Allah Sübhanehu ve Teala hazretlerinin, “imtihan ve sınanma aracı, dünya hayatının süsleridir” dediği, insan neslinin devamı için gerekli olan, insana tezyin edilen şehvetlerin ikincisi evlat sevgisidir.

Ayeti kerimede “Biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız sizin için aslında birer sınav konusudur”[1] buyrularak evlatların da bir imtihan aracı olduğu vurgulanmaktadır. Nitekim Allah (cc) peygamberlerini dahi bu zorlu imtihana tabi tutmuştur. Yüzü ekşi gibi duran bu imtihanın ahirinde aslında huri misal bir letafet ve güzellik vardır. Nitekim Ulul Azm Peygamberlerden İbrahim (as), yüz yıla yakın bir zaman yeşermeyen, ürün vermeyen, çiçek açmayan ağaçtan meyve alan bir çiftçi gibi, yüzyıla yakındır evlat hasretiyle yanan İbrahim (as)’a Allah (cc) ömrünün hazanını bahara tebdil etmiş, çorak toprağın da artık laleler, güller, sümbüller yeşertmiş, kalp ağacında cennet meyvesi tadında meyve bitmişti. Bu çiçek, bu gül, bu meyve İsmail’di. Ama o da ne? Taze açan bu gülü, dalındaki tek meyvesini koparmasını istiyordu Rabbi. Rabbi O’na ‘Halil’im yani dostum demişti.Ve şimdi O’ndan bu dostluğunu ispat etmesini istiyordu. Hiçbir zelzelenin, tayfunun fırtınanın, sarsamadığı,dağ gibi imana sahip İbrahim, Allah’ın emrine inkıyad etmek pahasına ateşlerde yanmaktan geri durmayan İbrahim, Zalim Nemrut’un karşısında akıbetini, başına gelecekleri düşünmeden pervasızca hakkı haykıran İbrahim. Yine aynı iman ve sadakatla Rabbinin emrine boyun eğmişti. Rabbinin bu emrini oğluna da tebliğ etmişti. İsmail, Peygamber oğluna yakışır bir tavır sergilemişti. “Babacığım sana ne emrediliyorsa yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın”[2] İşte İbrahim, oğlunu almış yüzüstü yatırıyor. “İbra­him onu alnı üzerine yatırınca”[3] Oğluyla gözgöze gelmesin diye, şefkat hisleri, babalık duyguları kabarmasın diye, Rabbiyle arasındaki hillete halel gelmesin diye, Rabbinin emrini yerini getirmeye engel olmasın diye.

Bir hocam demişti; eğer bu kıssayı Kur’an anlatmasaydı inanmayacaktım diye. İnsanların aklına durgunluk veren bir manzara. Bir baba oğlunu boğazlıyor.Tam bıçağı boğazına dayadığı bir sırada “Allahuekber Allahuekber” diye bir ses işitti. Issız çölde sesin kaynağını araştırdı. Göğe bakan İbrahim ufukta elinde bir kurbanlıkla Hz.Cibril’i gördü. Matem havasına bürünen yeryüzü ve bu acı tablo karşında ağlayan gökyüzü Emin Cebrailin bu muştusuyla adeta bayram ediyordu. Sanki kâinat Cibril’le beraber tekbir getiryordu. Cebrail(as) İbrahim’in İsmail’i o yetişmeden boğazlayacağından korkmuştu. İbrahim, bunun imtihanı geçmek olduğunu anlamış O da, “Lailaheillallahu Allahuekber” şeklinde Cebrail’in tekbirine karşılık vermişti.

Allah(cc); “Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz muhlisleri böyle mükâfatlandırı­rız. Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır, dedik.”[4] buyurarak dostunun imtihanı geçtiğini müjdelemişti. Allah(cc) İbrahim (as)’ın sünneti olan kurbanı Kur’an-ı Kerim’de anlatırken “Onların ne etleri, ne de kanları Allah’a ula­şır; fakat O’na sadece sizin takvanız ulaşır.”[5] buyurarak bunun gibi İbrahim (as)’ın da aslında oğlunu boğazlamasını istemiyor belki takvasını ölçüyordu. Oğlunu boğazlaması mülkünden bir şey eksiltmediği gibi, bir şey de ziyadeleştirmiyordu.

Yine evlat imtihanıyla, sınanan bir diğer peygamber de Yakup (as) idi. O’nun İsmail’i de, Yusuf’u idi. Bir an ayrı kalmaya, bir lahza olsun uzak durmaya tahammül edemediği, güzel rayihasını daima koklamak istediği, Yakub (as)’un gözünün nuru kalbinin süruru olan küçük Yusuf’u... Ve O’na düşmanlık eden, küçük yavru bir ceylanı yeme planları yapan kurtlar gibi masum Yusuf’u yeme ve böylece babalarının gözüne girme planları yapan, kalplerindeki merhamet duyguları körelmiş, gözlerini kin ve nefret bürümüş, acımasız kardeşleri. Artık dayanacak mecalleri kalmamıştı. Ve hain planlarını devreye sokmuşlardı. Küçük Yusuf’u babalarını da ikna ederek ıssız bir ormanda karanlık, derin bir kuyuya atmışlardı. Issız derin kuyuda tek başınaydı artık Yusuf. Ne yapacaktı tek başına vahşi ormanda, dipsiz kuyuda. Va esefa ki iniltisini duyacak, feryadını işitecek kimse yoktu. Küçük kalbi tir tir titriyordu. Kara haberi duyan Yakup (as) yıkılmıştı adeta. Yemekten içmekten kesildi. Küçük Yusuf’u aç, susuzken O nasıl yiyebilir, içebilirdi ki? Yusuf’una taşlar döşek, gök kubbe yorgan olurken, O nasıl sıcak yatağında uyuyabilirdi. Gerçi kardeşleri O’nu kurtların yediğini söylemişlerse de bir tek diş izi dahi olmayan, sadece kan bulaştırılan gömlek onların yalanını gün gibi ortaya çıkarıyordu. O güzel, masum çocuğa, kurtların dahi zarar veremeyeceğini biliyordu. Nitekim, Mısırlı kadınlar da O’nun için “Allah’ım, sen ne büyüksün! Bu bir insan değil, olsa olsa saygın bir melektir”[6] diyeceklerdi.

Melek ahlaklı Yusuf’unun kötü niyetli kardeşlerinin kurbanı olduğundan emindi Yakub. Yakub eski Yakub değildi artık. Hiçbir şeyden zevk alamaz oldu. Heybetli duruşundan eser kalmamıştı Yakub’un. Yusuf babasını anarken, O da ‘Yusuf, Yusuf!’ diye inliyordu. Ama ne çare. “Kadere iman eden kederden emin olur” sözü mucibince, kaderine rıza göstermişti. O da atası İbrahim gibi Rabbi tarafından imtihan edildiğini anlamış ve Rabbine tam bir teslimiyetle “Artık bana güzel bir sabır düşer”[7] diyordu. Yıllarca ağladı Yakub. Artık gözleri görmez olmuştu ağlamaktan. Seneler birbirini kovalamış, Yakub’un acısı dinmek yerine, arttıkça artmıştı. Ama yine kendisinin deyimiyle “güzel bir sabır”la sabretmişti. Sabretmenin mükafatı olarak Allah (cc) Yusuf’u derin çukurlardan, şahikalara, kuyunun karanlığından, Mısır azizliğine uruc ettirmişti.

Yusuf babasına gömleğini gönderdi. Görmeyen gözleri iyileşsin diye. Yanı başındaki kuyuda inleyen Yusuf’un iniltilerini işitmeyen babası Yakub’un imtihanı bitmiş, şimdi Mısırdan Yusuf’un gömleğinin kokusunu alıyordu. Allah’ın sünneti yine yerine gelmiş, Allah Sübhanehu Ve Teala sabredenleri en güzel şekilde mükafatlandırmıştı.

Evlat imtihanının zorlu sınavından geçen bir diğer Peygamber, bir parmağının işaretiyle ayın yarıldığı, dağların taşların, ağaçların, hayvanların lisanı kal ve lisanı halleriyle Onun peygamberliğini tasdik ve ikrar ettiği, O’nun uğruna binlerce başın verildiği, Hz.Muhammed (sav)dir.

Hicretin sekizinci yılı zilhicce ayıydı. İskenderiye kralı Mukavkıs’ın Peygamberimiz (sav)’e göndermiş olduğu Mariye adlı cariyeden bir erkek çocuk dünyaya geldi. Adını İbrahim koymuştu Peygamberimiz (sav). Efendimiz Onun doğumuna çok sevinmişti. Ona müjdeyi getiren Ebu Rafi’ye bir köle bağışlamıştı. Doğumunun yedinci gününde bir koç kestirmiş, kazıttığı saçlarının ağırlığınca gümüşü yoksullara dağıttırmıştı. Kucağına alıyor öpüyor okşuyor, çevresindekilere gösteriyordu. Gök ehli de sevince boğulmuştu. Cebrail(as) “Esselamu aleyke ya eba İbrahim” (selam olsun sana ey İbrahim’in babası) diye selamlamıştı.

Ama bu sevinç uzun sürmedi. Henüz on altı aylıkken vefat etti. Can çekiştiği sırada Peygamber efendimiz onu kucağına almış, ağlıyordu. “Göz ağlar ve kalp üzülür. Vallahi ey İbrahim! Biz, senin firakınla çok üzgünüzdür. İbrahim benim oğlumdur. O meme emerken ölen, bir süt kuzusudur” diyordu. Sonra da karşısındaki dağa “Ey dağ! Eğer bendeki üzüntü sende olsaydı, muhakkak yıkılmış gitmiştin” buyururarak üzüntüsünü dile getiriyordu.[8]

Geçen misaller, evlat imtihanının ne denli zor olduğunun anlaşılması açısından önem arzetmektedir. Hatta öyle zor ki Nuh (as)’ın, müşrik evladı için Allah’tan şefaat taleb etmesine sevkedecek ve Allah’ın itabına maruz kalmasına yol açacak kadar zor bir imtihandır.

İşte Allah Sübhanehu ve Teala, kadınlardan sonra çocukları zikretmesindeki hikmet budur. Çocuklarımız da kıyamet günü lehimize ya da aleyhimize delildir. Nitekim ayeti kerimede “İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden babasından eşinden ve çocuklarından kaçar.”[9] buyrularak, bu durum karşısında uyanık olmamızın gerekliliği vurgulanmıştır.

Şunu çok iyi bilmek gerekir ki kendisine kulluk yapmamız için bizi yaratan Rabbimiz’in bize verdiği tüm nimetler bizi O’na ulaştırmak için birer vesile, birer araçtır. Çocuk da bu nimetlerden bir parçadır. Belki de en tatlısı.

Kutubi Sittede geçen şu hadiste Allah(cc)’ın çocuk için kullandığı tabir çok anlamlıdır. Ve size bu hadisle bu ay veda etmek istiyorum. Dualarınızda bizi de hatırlamanız ümit ve temennisiyle, hepinizi Allah’a emanet ediyorum.

“Ebu Sinân anlatıyor: “Oğlum Sinan’ı defnettiğimde kabrin kenarında Ebu Talha el-Havlânî oturuyordu. Defin işinden çıkınca bana:

“Sana müjde vermeyeyim mi?” dedi. Ben:

“Tabiî, söyle!” dedim.

“Ebu Musa el-Eş’arî (radıyallahu anh) bana anlattı” diye söze başlayıp Resûlullah’ın şu sözlerini nakletti:

“Bir kulun çocuğu ölürse, Allah meleklere şöyle söyler:

“Kulumun çocuğunu kabzettiniz mi?”

“Evet” derler.

“Yani kalbinin meyvesini elinden mi aldınız?” Melekler yine:

“Evet” derler. Allah tekrar sorar:

“Kulum (bu esnâda) ne dedi?”

“Sana hamdetti ve istircâda (inna lillah ve inna ilayhi raciun) bulundu” derler. Bunun üzerine Allah Teâla hazretleri şöyle emreder:

“Öyleyse, kulum için cennette bir köşk inşa edin ve bunu Beytu’l-hamd (hamd evi) diye isimlendirin.”[10]

İnzar Dergisi

İslam ve Kur'an Haberleri

[1] Enfal:28

[2] Saffat:102

[3] Saffat:103

[4] Saffat:106

[5] Hacc:37

[6] Yusuf 31

[7] Yusuf 18

[8] M.Asım Köksal İslam Tarihi 15.C, S.565, 17.C, S 16

[9] Abese:34-36)

[10] Tirmizî, Cenâiz, 36, 1021

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.