İbadet-2

İbadet-2

Hamd âlemlerin Rabbi, Mabud−i bilhakk, Rauf, Rahim, Kerim olan Allah (cc)’a mahsustur.

Hamd âlemlerin Rabbi, Mabud−i bilhakk, Rauf, Rahim, Kerim olan Allah (cc)’a mahsustur. Salât ve selam gözlerimizin nuru, gönüllerimizin sururu Efendimiz Muhammed (sav)’e, onun tahir âl−i beytine, ezvacına, ashabına, etbaına ve bütün zürriyetine olsun.

Bu yazımızda inşallah mabudu tanımaya çalışacağız. Konuya Bakara Suresi’nin 255. ayetiyle başlayalım: “Allah, O'ndan başka tanrı olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip durandır. Göklerde olan ve yerde olan ancak O'nundur. O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir, dilediğinden başka ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Hükümranlığı gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi O'na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.” Mabudu tanımak için O’nun zatî ve sübutî sıfatlarını bilmek lazımdır. İman rükunlerinden iman−ı billâh bunu iktiza eder. Allah’ın zatî sıfatları:

1−Vücut

2−Kıdem

3−Beka

4−Vahdaniyet

5−Kıyam binefsihi

6−Muhalefet−un lil havadis

Yani Allah (cc) vardır. Ezelden beri var olup sonsuza kadar bakidir. Zatında sıfatlarında birdir. Hiçbir şeye muhtaç değildir. Sonradan olanlara muhaliftir. Hiçbir şeye benzemez.

Sübutî sıfatları:

1−Hayat

2−İlim

3−Sem’

4−Basar

5−İrade

6−Kudret

7−Kelam

8−Tekvin (İmam Maturidi’ye göre)

Yani Allah (cc) hayattadır, yaşıyor. Âlim’dir; her şeyi biliyor. Semî’dir; her şeyi işitiyor. Basîr’dir; her şeyi görüyor. O mutlak irade sahibidir. Dilediği her şeyi yapar. Mutlak kuvvet sahibidir, her şeye gücü−kudreti yeter. O’na hiçbir şey ağır gelmez. Allah konuşur. O’nun bizimle konuşması kadim kelamıdır.

Tekvin; oluşturmak, tahlik (yaratma), tarzik (rızıklandırma) gibi fiillere taalluk eder. Bu sıfatları açarsak ciltlerle bile ifade edilemezler. Bu hususta usul (akaid) âlimleri her şeyi yazmışlar. Allah onlardan ebediyen razı olsun. Benim konumu ilgilendiren ‘Mabudumuzu nasıl tanımalıyız?’ hususudur. Namazda “Sadece sana ibadet ederiz ve sadece senden yardım isteriz” diye hitab ettiğimiz mabudumuzu nasıl bilmeliyiz? Yukarıda geçtiği gibi biz; bilen, gören, işiten, konuşan bir mabuda ibadet ediyoruz. İbadet ettiğimizde şu diyalogu hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmamalıyız: “Ellerimin tersiyle geriye attığım her şeyden istiğna ettim; aklımı, fikrimi, kalbimi ve kalıbımı huzura getirdim ey beni benden daha iyi bilen, daha iyi gören, daha iyi işiten ve benimle Kur’an-ı Kerim ayetleri aracılığıyla konuşan Halıkım, Malikim, Rabbim, Râzıkım, Mabudum! İşte her şeyi elimin tersiyle geriye attım. Hani bir gün geride kalacaklar ya, benimle mezara, mezar ötesine gelmeyenlerden yüz çevirdim. Beni maderimin rahminde iradem olmadan rızıklandıran, büyütüp besleyen, mükemmel bir vücut veren, mal−mülk sahibi yapan ve beni imtihana tabi tutan Mabudum! İşte huzurundayım ve benim en çok sevdiğim an, şu anımdır. Huzurunda bulunduğum andır. Adınla başladım, bütün hamdler ezelden ebede hangi hamidden sadır olsa, hangi mahmudun aleyh üzerinde vaki olursa nam−u hesabıma sana takdim ediyorum. Sen Rahman’sın; dünyada herkesin ihtiyacını herhangi bir ayırım yapmadan temin ediyorsun. Yani dostunu, düşmanını eşit olarak nimetlerinden yararlandırıyorsun. Rahim’sin; ahirette herkese ameline göre ceza veya mükâfat verirsin. Din gününün yegâne Mâlikisin. ‘Bugün mülk kimindir?’ Diye sorulup da hiç kimseden ses çıkmayınca yine emrinle “Mülk, tek ve kahredici olan Allah’ındır” diye cevap verilir. İşte seni öyle biliyorum. Hani Kur’an-ı Kerim’inde buyurdun ya; “Göklerde, yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder. O güçlüdür, hikmet sahibidir. Göklerin ve yerin mülkü onundur, diriltir ve öldürür. O her şeye kadirdir. O hem evveldir, hem ahirdir, hem zahirdir, hem batındır. O her şeyi hakkıyla bilir. Gökleri ve yeri altı günde yaratan odur. Sonra arşa istiva buyurdu (Kudret ve saltanatı arşı kapladı). Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve ona yükseleni hep bilir. Nerede olsanız o sizinle beraberdir. Allah bütün yaptıklarınızı görür.”[1]

Görüldüğü gibi bilen, gören, işiten, nerede olursak bizimle beraber olan, bizimle konuşan Mabuda ibadet, kişiye çeki düzen verir. Zaten yüce Mabud “Namazı dosdoğru kıl! Muhakkak namaz çirkinliklerden nahoştan (münkerden) alıkoyar”[2] diye buyurmamış mıdır?

“Kıldığı namaz kişiyi kötülüklerden alıkoymuyorsa; bu namaz, Allah’tan uzaklaştırmaktan başka ona bir şey arttırmaz”[3] buyuran Efendimiz (sav), Mabudu tanıyarak ibadet etmenin ehemmiyetine işaret etmektedir.

Kişinin; Mabudunu tanımadan onun muhabbetiyle kalbinin lambasını yakmadan, Allah’ın huzurunda olduğunu hissetmeden, yaptığı ibadetler yüzeysel kalır. Hâlbuki ibadet ihsan ile yapılmalıdır. İhsan; Allah Resulü (sav)’nün buyurduğu üzere “Allah’ı görür gibi O’na ibadet etmendir. Eğer sen O’nu görmüyorsan da muhakkak ki O seni görmektedir.”[4] İslam ulemasından Molla Halil, Nehcül Enam adlı kitabında, abdin namazını tasvir ederken şöyle demektedir: Namaz kılarken öyle bir hesap yap ki Rabbin, Mabudun orda hazırdır, sağında cennet, solunda da cehennem vardır. Ve bu kıldığın namaz son namazın olabilir.

Namazı ve diğer bütün amellerimizi bu şuurla eda edersek, yani daima kendimizi mabudumuzun gözetimi altında hissederek yaparsak, hiç şüphesiz ibadetlerimizden tat alırız. Zira yarın mahşer gününde bu amellerim Rabbime, Resulü (sav)’ne ve müminlere arz edilecek. İşlediğim günahlarla, gafletlerle, üzerinde bulunduğum nahoş hallerle nasıl huzura gideceğim? Hem de Allah’ın huzuruna, Resulullah (sav)’ın huzuruna, Ebu Bekir’in, Ömer’in, Osman’ın, Ali’nin, sahabelerin, evliyaların müminlerin huzuruna!.. Manzara müthiş… Öyle ise hemen nasuh bir tevbe ile Rabbime dönmeliyim. Gözyaşı dökerek yalvarmalıyım. Ey nerede olursam benimle beraber olan! Senden gizlemeye çalıştım. Günah işlerken etrafıma baktım, kimse görmediyse rahatça işledim. Kimse işitmediyse nahoş sözler söyledim. Ya Rabbi tövbe, tövbe, tövbe!.. Bir daha gaflete düşmeyeceğime dair sana söz veriyorum. Amelimi rızana uygun yapacağım. Sözümü rızana uygun söyleyeceğim, mücadelemi rızana uygun vereceğim. Yüzümü sana yönelttim. “Muhakkak ki namazım, ibadetim, hayatım, ölümüm; bilen, gören, işiten, konuşan âlemlerin Rabbi Allah içindir.”

Mabudunu tanıyan, rızasına uygun hareket eder. Bu ilme ilahiyat ilmi, akaid ilmi denir. Yani amentu billâh ilmi: Allah’a iman, meleklere iman, kitaplarına iman, peygamberlere iman, ahirete iman, kadere iman. Bu hususları asrın müceddidi allame Bediüzzaman Said−i Dareyn Hazretleri en veciz bir şekilde Risale−i Nur’da teferruatıyla beyan buyurmuşlardır. O, önce imana; imanla marifetullaha; marifetullahla muhabbetullaha hakimane bir şekilde ulaştırıyor. Allah ondan razı olsun. “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir… İman, insanı insan eder, belki insanı sultan eder” [5] diye buyurarak imanın kuvvetini en fasih bir üslupla gözler önüne sermiştir.

İnşallah gelecek sayıda “Güzel kelimeler Allah’a yükselir. Onları yücelten salih ameldir”[6] ayetinin çerçevesinde sizlerle hasb−i halime devam ederim.

İnzar Dergisi
[1] Hadid: 1−4

[2] Ankebut Suresi: 45

[3] Tâc

[4] Cibril Hadisi (Riyaz’üs Salihin)

[5] Sözler: 23. Söz

[6] Fatır Suresi: 10
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.