İhyanın önündeki engeller

İhyanın önündeki engeller

İmam Gazzâlî rahmetüllahi aleyh, ümmetin ihyası için Sünnet-i Seniyye üzerine bir çerçeve oluştururken ihyanın ümmet içi bir cedel cephesine dönüşmemesine büyük itina göstermiştir.

İmam Gazzâlî rahmetüllahi aleyh, ümmetin ihyası için Sünnet-i Seniyye üzerine bir çerçeve oluştururken ihyanın ümmet içi bir cedel cephesine dönüşmemesine büyük itina göstermiştir. Ümmet ıslah edilirken yeni kırılmalara yol açmamak, onun en çok ihtimam gösterdiği konular arasındadır.

Onun gayesi, yanlış yolda gördüğü bazı Müslümanları teşhir etmek değil, ümmetin genel durumunu ortaya koymak ve buna mümkün olan en üst birlik içinde çözümler getirmektir.

Bunun için istisnalar dışında sert eleştirilerden kaçınmış ve eleştirilerinin hem bütün ümmete yönelmesinin önüne geçmiş hem de belli şahısları hedef alıp ihyanın onlarla ihya taraftarları arasında bir cedelleşmeye dönüşmesinden uzak durmuştur.

İmam-ı Gazzâlî, kimseyi eleştirmiyor mu? Eleştiriyor elbette. Hatta çağının pek çok kesimini eleştiriyor. Ama bu eleştirisinin hep yapıcı olmasına özen gösteriyor. Örneğin, alimlerden söz ederken;

1 “Hak yolunun kılavuzları, peygamberlerin varisi olan hakikî âlimlerdir.” ,“Âlimin sürçmesiyle âlem sürçer.” uyarısında bulunuyor. Alimlere sorumluluklarını hatırlatıyor.
2 “Bu zamanda böyle âlimler hemen hemen kalmadı. Yalnız taklitçileri kaldı. Onlara da şeytan nüfûz ederek çoklarını azdırdı ve her biri maddî menfaat sevdasına kapıldı. Bu sebepten maruf münker, münker maruf sanıldı. Hatta dinin alâmeti bile gölgede kaybolarak hidayet ışığı yeryüzünden kalktı” diyerek çağının alimlerine yönelik genel bir eleştiri getiriyor.

Eleştirisini biraz daha hem genelleştirip hem daraltarak “Ne yazık ki olgun insanlar gitti de şimdi insan müsveddeleri kaldı. Bunlara insan diye bakılmaz. Belki de bunlar hayırlarından ümit kesilmiş kimselerdir.” “Bakarsın, ipek giyen bir insan görüldüğü vakit, alabildiğine tenkit edildiği halde, devamlı olarak milleti diline dolayıp çekiştirenlere kimse bir şey demez.” dikkatleri toplumun üzerine çekiyor ama yine alim bağlamında kalıyor.

3 “Eski âlimler emr-i maruf ve nehy-i münkerde o kadar arzulu idiler ki sultanların satvetlerine bile aldırış etmezlerdi. Bu yolda sadece Allah’ın himayesine girmeyi ve O’nun kendilerini korumasını düşünür ve onun kendileri hakkında vereceği hükme razı olurlardı. Hatta haklarında şahadet hükmü vermesini candan arzu ederlerdi. Fakat şimdi âlimlerin dillerini tamahkârlıkları bağladı, onlar sustular. Konuşurlarsa da sözleri ile özleri birbirine uymaz. Bunun için zafere ulaşamazlar. Şayet doğru konuşup hakkı savunsalardı elbette sözleri etkili olur, kendileri de felaha ulaşırdı. Memurların fesadı, hükümdarların fesadı iledir. Hükümdarların fesadı da ulemanın bozulmasıyladır. Âlimlerin bozulması ise, mal ve mevki sevgisi iledir. Dünya sevgisi içini kaplayan bir kimse bayağı insanları bile irşad edemez. Nerede kaldı hükümdarlar ve büyükleri irşad.” diyerek yeni meseleyi sorumluluklar bağlamında tutuyor.

Neticede Gazzâlî yeni bir hareketin oluşması için zorunluluk olan tenkidi elden bırakmasa da hiçbir tenkidinin ümmetin bütünleşerek ihya olması maksadına zarar vermemesi için sözlerini kılı kırk yararak dile getiriyor.

Aynı ihtimamı onu örnek alan Şeyh Halid-i Zülcenaheyn ve İmam Hasan el-Bennâ’da da görmek mümkündür. Onların derdi ihyadır, ıslahtır, bütünleştirmedir, inşadır. Bunun için sorunlar üzerine odaklanmaktan çok, inşa edici nasihatler üzerinde yoğunlaşırlar. Onlar, ihya hareketini bir taraf olarak değil, tarafları buluşturan bir ana yol olarak düşünmüşlerdir.

İhyayı hedeflerken bu esas hat üzerine kalmak ihyanın maksadına ermesi için zorunluluktur. Ne var ki şu gerçeği kabul ederek günümüze bakmak durumundayız:

Bir dış güç tarafından düzenli olarak beslenen örgütlü bir yapı, Miladî 19. yüzyıla kadar İslam dünyasına hemen hemen sirayet etmemiştir. İslam tarihinde geçen Abdullah İbn Sebe’nin arkasında Bizans yoktur; dış kaynaklardan fikren beslenen felsefecilerin arkasında onlara parasal kaynaklar sağlayan, onları Müslümanlara zarar verdikleri ölçüde makam açısından ödüllendiren bir dış güç söz konusu değildir.

İslam dünyası, ilk kez Miladî 19. yüzyılda dış güçlerin Müslümanlar içinde yanlış bir dönüşüme yol açacak yapıların ihdası, desteklenmesi ve bu menfi yöndeki başarılarına göre ödüllendirilmesine tanıklık etti.

Söz konusu yapıların arkasında ise birbirini tamamlayacak şekilde çalışan, birbirinden bağımsız görünseler de söz konusu İslam dünyası olunca bir dayanışma içinde olan iki büyük devlet bulunmuştur: İngiltere ve Fransa.

İngiltere’nin İslam dünyasına yönelik çalışmaları, Müslümanların içinden ihdas edilmiş yapıları dinî bir söylem üzerine ayrılıkçı bir kuvvetle donatma üzerine şekillenmiştir.

Fransa’nın çalışmaları ise yine Müslümanların içinde ihdas edilmiş yapıları ama her tür dinî söyleme karşı durarak ayrılıkçı bir kuvvetle donatma sahasında yürümüştür.

Başka bir ifadeyle İngiltere yaygın bir şekilde dine karşı dini kullanırken Fransa, dine karşı dinden uzaklaşmış yapıları kullanmıştır.

Bu bağlamda İngiltere şu çalışmalarda bulunmuştur:

-İslam’dan, Kadiyanilik, Bahailik gibi yeni dinler devşirmek,

-İslamiyet içindeki siyasi etkinliğini yitirmiş mezheplerin dini veya siyasi temsilcilerini desteklemek,

-Müslümanlar içinde İslam’ın temel kaynaklarına güveni azaltıcı reformist, modernist, sözde bilimselci gruplar oluşturmak,

-Hilafetin kaldırılmasını destekleyerek ve bir daha kurulmasını engelleyerek bölünmeyi kalıcılaştırmak

İslam dünyasında yakın bir dönemde tanıklık edilen mealcilik, mucizeyi inkâr eden sözde bilimselci tefsircilik gibi yapılar tamamen İngiltere’nin desteği altında yol almışlardır. İngiltere’nin;

-Finanse edip örgütlediği,

-Yerel hükümetler nezdinde himaye ettiği,

-Hükümet kurumlarında yer almalarını sağladığı,

-Üniversitelere yerleşmelerinin önünü açtığı ve

-Medyada yer tutup kendilerini tanıtmaları için imkân oluşturduğu

bu grupların ortak özelliği, Müslümanları içeride “dini konular” üzerinde çekiştirmektir.

Bu çalışmaların amacı ise;

–İslamî söylemi bulandırmak,

-Müslümanların zihinlerini uğraştırmak,

-Toplumu dini konuları konuşmaktan bıktırmak ve

-Toplumun zihninde Müslümanlar arasında sürekli çatışma varmış imajı oluşturmaktır.

Fransa’nın ise çalışmaları şöyle özetlenebilir:

-Laik milliyetçiliği yayarak Müslümanların kardeşliğini bozup ümmeti dağıtmak,

-İslam dünyasına pozitivizm, ateizm gibi akımları idhal ederek Müslümanları İslam’dan uzaklaştırıp irtidat akımları oluşturmak,

-İslam dünyasında hem ümmetten hem İslam’ın temel kaynaklarından uzaklaşmış elit kişiler yetiştirip onları Masonik bağlar üzerinden örgütlemek ve devleti yönetecek güce ulaştırmak,

-Ulusalcı sosyalizmi örgütleyerek İslam dünyasında despot askeri yönetimler kurmak ve bu yönetimleri İslamî ihya hareketlerine karşı zulümde kullanmak.

Dikkat edilirse İngiltere’nin çalışmaları, ihya hareketini “dini cedel/tartışma” sahasında boğmayı, dolayısıyla yol almasını, toplumun güvenini kazanıp iktidar olmasını engellemeyi hedeflemektedir.

Fransa’nın çalışmaları ise Müslümanları İslam’dan kopararak tamamen Batılı bir sahaya çekip devşirmeyi ve o devşirilenler üzerinden Müslümanlara zulmedip hükmetmeyi hedeflemektedir.

Kimi zaman bu çalışmalardan biri diğerinden daha az tahrip edici gibi görünse de hakikatte Batı, İslam dünyası konusunda ortak ve birbirini tamamlayıcı projelere, daha doğrusu bir ortak stratejiye sahip görünmektedir.

1. Dünya Savaşı’ndan sonra bu iki ülke bazı çalışmalarını sürdürseler de rollerini genellikle ABD’ye devrettiler.

Bugün ABD, her iki çalışma türünü de üzerine alarak Müslümanları hem “dini söylem” üzerinden bölme hem despot yönetimler eliyle kontrol altında tutma çalışması yürütüyor.

Örneğin ABD, son zamanlarda sözü edilen tarihselci grubu doğrudan üniversitelerinde istihdam ederek destekliyor ve onların sesinin dünyaya yayılmasına katkı sağlıyor. Aynı ABD, Mısır’da Sisi yönetimini de destekleyerek bu zalim yönetimin Müslümanları baskı altında tutmasının arka planında duruyor.

ABD’nin bu işi ne kadar ciddiyetle yürüttüğünü ise Mısırlı müellif Muhammed Haseneyn Heykel’in CIA’nın 1983 yılında, sadece İslami ihya konusunda 120’den fazla konferans ve toplantıyı tamamen veya kısmen, açıktan veya gizli olarak finanse ettiği tespiti ortaya koymaktadır.

Bir yıl içinde İslamî ihyayı konu alan 120 etkinlik… Dikkat edin, her üç güne bir etkinlik düşüyor. Ki biz, ayda bir bu konuyu işlediğimizde bile yorgunluk gösteriyoruz.

ABD’nin çok yönlü yürüttüğü bu çalışmaların ana amaçlarından biri ise İslamî ihyaya yönelen Müslüman gençliğin İslam’ı davet faaliyetleri ile uğraşmasını engelleyecek uğraştırıcı cedel konularına yönelmesini sağlamaktır. Mealicilik, akılcılık, tarhiselcilik gibi yapıların onlar açısından ana işlevlerinde biri budur.

Söz Konusu Yapıları Gündem Yapmak

Söz konusu yapılar, Müslümanların içindeki tabii gelişmelerin birer neticesi değildirler, birer urdurlar, hastalıktırlar. Esas olan, hastalıkla doktorların uğraşmasıdır. Doktorlar dışındakiler hastalıkla uğraştıklarında belki kendileri de hasta olacaklar ve hastalığın yayılmasına yol açacaklardır.

İslam düşmanlarının bu tür yapılarla ilgili en şeytani hesaplarından biri, söz konusu akımlara kapılıp toplumdan uzak kalan o kişilerin sürekli ihtilaf konuları üretmeleri; toplumla yakınlığı olan kişilerin ise o konuları toplum gündemine taşıyıp popülerleştirmeleridir. Ne yazık ki çoğu zaman bu iki kesimi yönlendiren el, aynı eldir ve proje, o elin bu iki yönlü faaliyetiyle maksadına ulaşmaktadır. Açık bir ifadeyle çoğu zaman tartışmayı kendi mahzeninde ortaya atan ile ona karşı çıkıyormuş gibi tartışmayı toplum gündemine taşıyan aynı yerden yönetiliyordur.

İslam davetçileri yani İslamî ihyayı gerçekleştirecek olanlar, toplumun zihnini bulandıran, toplumu dini sohbetler konusunda yorup bıktıran bu tartışmaları toplum gündemine taşıyıcılar arasında yer alamazlar. İrşad ve tebliğlerine ayırmaları gereken vakti bunlara ayıramazlar.

İmam Gazzâlî, Şeyh Halid ve İmam Hasan el-Benna… Bütün ihya önderlerinin ortak özelliği, sapkınlıkları gündem edip onlar üzerinden bir söylem geliştirmek yerine, sapkınlıklardan söz etseler de asıl gündemlerini, kendi davalarına, yani inşaya ayırmış olmalarıdır. Bugün de bu tür sapkın yapılara karşı olması gereken budur.

Bu tür sapkın yapılar, ancak İslam davetçileri inşayı bırakıp onlarla uğraştıklarında başarıya ulaşırlar. İhya hareketini bu tür gündemlerden keyif alan ve çoğu zaman birilerini itham ederek varlığına anlam kazandıran yapılardan ayıran en önemli özelliklerinden biri de ihya ehlinin sadece zararlarını def kadar bu sapkınlıklarla uğraşmasıdır. Onların söylemlerini “lağv” içinde görüp disiplinini koruyarak vakarla, “kirâmen” kendini onlardan ve onların tartışmalarından uzak tutmasıdır. Zira onların cedeline katılmak, bir tür onların tanıtımını yapmaktır.

Yüce Allah ne güzel buyuruyor!

“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz erdemlilik değildir. Asıl erdemli kişi Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; sevdiği maldan yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve özgürlüğünü kaybetmiş olanlara harcayan; namazı kılıp zekâtı verendir. Böyleleri anlaşma yaptıklarında sözlerini tutarlar; darlıkta, hastalıkta ve savaş zamanında sabrederler. İşte doğru olanlar bunlardır ve işte takvâ sahipleri bunlardır.” (Bakara Sûresi 177)

İşte bütün mesele bu… İslam düşmanlarına rağmen, inşa erdeminde bulunmak, kendi davası üzerine odaklanmak… Dışarıdan dayatılan gündemlerle sadece onları def edecek kadar uğraşmak…

Dr. Abdulkadir Turanİhyanın

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.