İlahi davete karşı müşriklerin tuğyanı

İlahi davete karşı müşriklerin tuğyanı

Gözlerimizin nuru Sevgili Peygamberimiz (sav)’in Safa Tepesindeki tevhidi davetin ilanından sonra Mekke’deki şirk düzeninin büyükleri paniklenmeye başladılar.

Gözlerimizin nuru Sevgili Peygamberimiz (sav)’in Safa Tepesindeki tevhidi davetin ilanından sonra Mekke’deki şirk düzeninin büyükleri paniklenmeye başladılar. Bu ilahi davetin temelini oluşturan ve ilk maddesi olan “Lailahe ilallah Muhammed’ürresulullah / Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed, Allah’ın Resulüdür” sözüne karşı şiddetle tepki gösterdiler. Bu tepkileri başta alaya alma ve sözlü sataşmalar şeklindeyken daha sonra fiili saldırılarla devam etti.

Mekke’deki müşriklerin ileri gelenleri, bu kelimenin ne manaya geldiğini çok iyi bildikleri için, Hz. Resulullah (sav)’ın bu davetine şiddetle karşı çıkıyorlardı. Onlar çok iyi biliyorlardı ki, bu hak davete toplumun rağbeti yoğun olacak ve zayıf bırakılmış insanlar bu davete koşacak. Böyle bir durumun oluşması halinde üzerinden büyük kazanç sağladıkları düzenleri bozulacaktı. Dolayısıyla artık insanları istedikleri şekilde sömürüp zulüm edemeyeceklerdi. İşte bu nedenle başta müşriklerin ileri gelenleri olmak üzere bu yeni ilahi davete var güçleriyle karşı çıkıyor ve onun gelişmesini engellemek için her çareye başvuruyorlardı.

Müşrikler, Kâinatın Efendisine ve beraberindekilere yönelik; ilkin sözlü sataşmalarla eziyet ettiler. Bu ilahi nuru fazla büyümemişken ağızlarıyla söndürmek istiyorlardı. Bunun için de her türlü yalan, iftira ve hakarete başvurarak O yüce peygambere; şair, sihirbaz, kahin, deli ve yalancı dediler. Oysa risaletten önce Sevgili Peygamberimiz dürüstlük ve eminliği sebebiyle “Muhammed-ül Emin” olarak adlandırılmıştır. Muhammed-ül Emin öylesine üstün meziyetlerle mücehhezdi ki, toplum içinde Onu bu üstün vasıflarıyla tanımayan yoktu. Herkes Ona güveniyor ve kıymetli eşyalarını O’nun yanına emaneten bırakıyorlardı. Aslında Onun getirdiği bu ilahi davetin hak olduğunu da biliyorlardı. Ancak müşriklerde bulunan cahili kin, adavet, kibir, bilgisizlik, nefisperestlik vs. vasıflardan dolayı inanmıyorlardı. Cahillerden bazıları fıtratlarıyla başbaşa kaldıklarında, davetin sesine kulak verecek gibi olurlar; ancak şeytan ve dostlarının fısıldaşmalarıyla onları yeniden cahalet bataklığına düşürürlerdi. Bu konuda sadece bir örnek olan Velid b. Muğire’nin tavrı ibret vericidir:

Müşriklerin ileri geleni ve en saygınlarından olan Velid b. Muğire’nin Kur’an-ı Kerimi dinlemesine karşı içine düştüğü hal müşriklerin cahaletlerini yansıtıyor. Rivayetlere göre Velid b. Muğire, Sevgili Peygamberimizi kendince ikna etmek ve O’nu davasından vazgeçirmek için yanına gider. Hz. Peygamber (sav)’e:

“Bana Kur’ân oku!” der.Peygamberimiz (sav) de;

“İyi biliniz ki, Allah, size adaleti, ihsanı, akrabaya vermeyi emreder. Ve sizi fuhşiyattan, fenalıklardan ve zulüm yapmaktan nehyeder. Dinleyip tutasınız diye, size öğüt verir” (Nahl: 90) âyeti kerimesini okur. Velid b. Muğire:

“Bunu bana bir daha oku!” der. Peygamberimiz (sav) âyeti tekrar okuyunca, Velid b. Muğire:

“Vallahi, bu sözde öyle tatlılık, öyle güzellik ve parlaklık var ki, o, tepesi bol yemişli, dibi ve kökü sulak yemyeşil bir ağaç sanki! Bunu beşer söyleyemez! Bu, bir beşer sözü değildir!” demekten kendisini alamaz.

Bundan sonra Velid b. Muğire, Kureyşlilerin yanına varır ve:

“Ebu Kebşe’nin oğlunun söylediği, doğrusu hayretlere şâyân şey! Vallahi, o ne şiirdir, ne sihirdir, ne de delilik saçmalarındandır! Onun söylediği, hiç kuşkusuz, Allah kelamındandır!” der. Velid b. Muğire’nin bu sözünü işiten Kureyşlîlerden bazıları, bir araya gelerek:

“Vallahi, Velid dininden dönecek olursa, muhakkak, bütün Kureyşliler de dinlerinden dönerler!” diyerek endişelerini dile getirirler. Ebu Cehil bunu işitince:

“Vallahi ben, sizin için, onun hakkından gelirim!” diyerek Velid b. Muğire’nin evine varır. Ve: “Ey amca! Kavminin, senin için sadaka mal topladıklarını gördün mü?” der. Velid b. Muğire:

“Ne için topluyorlar?” diye sorar. Ebu Cehil:

“Sana vermek için! Çünkü, sen kendisinden bir şeyler elde etmek için Muhammed’in yanına gidiyormuşsun!” der. Velid b. Muğire:

“Kureyşlîler benim malca kendilerinin en zengini olduğumu bilirler. Ben mal ve evlatça onlardan daha zengin değil miyim?” der. Ebu Cehil:

“Öyle ise, sen Kur’ân hakkında bir söz söyle de, kavmin bunu senden işitsin ve senin ondan hoşlanmadığını, inkâr ettiğini anlasınlar!” der. Velid b. Muğire:

“Ne söyleyeyim bilmem ki! Vallahi, içinizde şiirlerin her çeşidini; recezini, kasidesini ve cin şiirlerini benden daha iyi bilen kimse yoktur. Vallahi, onun söylediği bunların hiçbirine benzemiyor! Vallahi, onun söylediği sözde öyle bir tatlılık, öyle bir parlaklık ve güzellik var ki, sanki tepesi bol yemişli, dibi sulak yemyeşil bir ağaç o! Hiç kuşkusuz, o söz, her şeye üstün gelir. Fakat, ona hiçbir şey üstün gelemez! O, altındakini de kırar!” der. Ebu Cehil:

“Onun hakkında bir şey söylemedikçe, kavmin senden hoşnut olmayacaktır” deyince, Velid b. Muğire:

“Öyle ise, beni kendi halime bırak da, ben bir düşüneyim!” diyerek mühlet ister. Sonunda da bile bile şirk batağına döner ve ilahi nura karşı gözlerini kapayarak küfür ve inadını sürdürür.

Velid b. Muğire, Mekke müşriklerinin diğer azgın elebaşlarıyla birlikte Hz. Peygamber (sav)’e karşı çeşitli oyun ve desiseleri oluşturmak için çalışıyor ve hak davayı etkisiz kılmak için didinip çırpınıyorlar. Hac mevsiminin yaklaşması sebebiyle hacıları, Hz. Peygamber (sav) hakkında yanlış bilgilendirmek için Dar’ün nedvede toplanırlar. Velid b. Muğire söze başlayarak:

“Ey Kureyş Cemaatı! İşte, hac mevsimi de geldi. Bu mevsimde Arap heyetleri yanınıza geleceklerdir. Tabi ki, onlar şu sahibinizin işini de işitmiş bulunuyorlardır. Onlar hac günlerinde yanınıza gelince, Muhammed hakkında size birtakım sorular soracaklardır. Kiminiz: O bir sihirbazdır! Kiminiz: O bir şairdir! Ve kiminiz de: O bir kâhindir! diyecek. Onun hakkında ihtilafa düşeceksiniz. Halk da bu kadar şeylerin bir kimsede birleşemeyeceğini anlayacak, sözlerinize kulak asmayacaktır. Siz onun hakkında bir tek görüşte birleşin! Birbirinizi yalanlayıp, birbirinizin sözünü reddedip de anlaşmazlığa düşmeyin!” der. Ona:

“Ey Abduşşems’in babası! Haydi, sen, bizim için bir şey söyle, bir görüş ileri sür de, onun hakkında onu söyleyelim?” derler. Velid b. Muğire:

“Hayır! Siz söyleyiniz de, ben dinleyeyim!” der.

Kureyşîler;

“Kâhindir deriz” derler. Velid:

“Hayır! Vallahi, o bir kâhin değildir. Biz kâhinleri görmüşüzdür. Onun okuduğu şeyler, ne kâhin mırıldanışı, ne de kâhin düzmesi, konuşmasıdır. Kehanet sahibi olan, doğru da söyler, yalan da söyler. Biz, şimdiye kadar, Muhammed’de hiçbir yalan görmedik ki!” der. Kureyşîler:

“O mecnundur, delidir deriz” derler. Velid b. Muğire:

“O mecnun da değildir! Biz delilikleri ve delilik alâmetlerini, belirtilerini çok iyi biliriz. Onun ne boğulması, ne çırpınıp titremesi, ne de evhamlanması var” der. Kureyşlîler:

“Şairdir deriz” derler. Velid b. Muğire:

“O şair de değildir! Biz şiirin her çeşidini; recezini, hacezini, karizasını, makbuzasını ve mebsutasını.. çok iyi biliriz. Onun okudukları şiir değildir” der. Kureyşîler:

“Öyle ise O sihirbazdır deriz” derler. Velid b. Muğîre:

“O sihirbaz da değildir. Biz sihirbazları ve onların yaptıkları sihirlerini görmüşüzdür. Onun okudukları ne sihirbazların okuyup üfledikleridir, ne de düğümleyip bağladıklarıdır” der. Kureyşlîler:

“Ey Abduşşems’in babası! Haydi, sen söyle! Ne diyelim?” derler. Velid b. Muğîre:

“Siz, onun hakkında, söylediğiniz şeylerden hangisini söylerseniz, boş ve yersiz olduğu anlaşılır. Bence, yine onun hakkında ‘Sihirbazdır’ demeniz, herhalde, akla en yakın olanıdır! Çünkü, onun getirdiği söz bir sihir gibidir: İnsanın babasıyla, kardeşiyle, karısıyla ve kabilesiyle arasını açıyor” der.

Allah (cc) Velid b. Muğire’nin bu durumunu; Kitabı Keriminde zikreder ve onun akibetini bildirerek kendisini şöyle zemmeder:

“(Ey Muhammed!) Beni, yarattığım kişiyle başbaşa bırak. Ona bol mal ve gözü önünde duran oğullar verdim. Kendisine alabildiğine imkanlar sağladım. Sonra da o hırsla daha da artırmamı umar. Hayır, umduğu gibi olmayacak. Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı inatçıdır. Ben onu dimdik bir yokuşa sardıracağım. Çünkü o, düşündü taşındı, ölçtü biçti. Kahrolası nasıl da ölçtü biçti! Yine kahrolası, nasıl ölçtü biçti! Sonra (Kur’an hakkında) derin derin düşündü. Sonra yüzünü ekşitti, kaşlarını çattı. Sonra arkasını döndü ve büyüklük taslayıp şöyle dedi: ‘Bu, ancak nakledilegelen bir sihirdir. Bu, ancak insan sözüdür.’ Ben onu Sekar’a (cehenneme) sokacağım.” (Müddessir: 11-26)

İlahi dinin insan fıtratına uygun olması hasebiyle onun davetinin kitlelerce kabulü tarihi vakalardandır. Ancak bu davaya karşı önyargısı veya başka hesapları olanlar; bu davete bile bile kulaklarını tıkar ve bu davanın davetçilerine karşı düşmanlık etmeye başlarlar. Onların bu düşmanlıkları bazen aleyhte dedikodu, yalan, iftira, şantaj vb. propagandalar şeklinde, bazen de davetçilere fiili işkence ve saldırılar suretinde tezahür eder. İslam davetinin geçmiş dönemlerinde, davetçilere yönelik bu tür saldırı ve karalamalar hiçbir zaman kesilmemiştir. Günümüzde de bu saldırılar tüm hızıyla devam etmektedir. Her türlü sapık ve hayvani düşünce ve fikirlere müsamaha edildiği günümüzde İslam’a ve Müslümanlara yönelik her türlü karalama kampanyalarıyla düşmanlık edilmektedir. Derin güçler, bu gün Ebu Leheb, Ebu Cehil, Ümeyye b. Halef ve Velid b. Muğire’nin misyonunu üstlenmiş olarak düşmanlık etmekten geri durmuyorlar.

Çağdaş müşrikler, kitle iletişim araçlarının da etkisiyle İslam’a ve davetçilerine yönelik küresel bir saldırı ve karalama çabası içindedirler. Psikolojik savaş olarak isimlendirdikleri bu iftira kampanyalarıyla zulümlerini meşru; İslam davetçilerinin davetini de gayri meşru olarak göstermektedirler. Şu bir hakikattir ki, İslam davetçileri davetlerini sürdürdükleri müddetçe bu zalimlerin de karalamaları devam edecektir. Ama davetçilerin sebat ederek direnişe devam etmeleri karşısında bu tür karalama kampanyalarının akamete uğrayacağı görülecektir. Yeter ki, davetçiler, kendilerine reva görülen bu eziyet ve meşakkatlerin bir imtihan olduğunun şuurunda olsunlar. Nitekim daha önce de aynı tablolar sahnelenmiştir. Ama davetçilerin sebatıyla bu imtihan başarıyla sonuçlanmış ve akıbet Mü’minlerin olmuştur. Bunun bir imtihan olduğunu Allah (cc) Kitab-ı Keriminde apaçık beyan ederek şöyle buyur- maktadır:

“…(Ey insanlar!) Biz kiminizi kiminiz için imtihan vesilesi yaptık ki bakalım sabredecek misiniz? Rabbin her şeyi görüp gözetlemektedir.” (Furkan: 20)

Eğer davetçiler, kendilerine rehber edindikleri, sevgili Peygamberlerinin çizgisini takip ediyorlarsa bilsinler ki, Ona reva görülen durumlar; bir imtihan olarak kendilerinin de başlarına gelecektir. Bu bir sünnetullahtır. Eğer bu dava güllük ve gülistanlık olsaydı; herkes dava adamı olurdu. O zaman da bu davanın gerçek erleri ile çürük olanları ayırt edilmeyecekti. Bizden öncekiler sabrederek ak bir alın ile rablerine ulaştılar. İnşallah bizlere de nasip olacaktır. Yeter ki, sabır ve sebat azığımız olsun.

“Andolsun ki: Senden önceki peygamberlerle de alay edildi de, eğlenmekte oldukları şey, içlerinden o maskaralık edenleri çepeçevre kuşatıverdi! De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın! Sonra da bakınız ki, peygamberleri yalanlayanların sonu nasıl olmuştur?” (Enam: 10-11)

“Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır. Allah, Rasûlü’nü hidayet ve hak dinle gönderdi ki Müşrikler istemese dahi onu, bütün dinlerin üstüne çıkarsın.” (Saf: 8-9)

KAYNAKLAR

-İslam Tarihi: M.Asım Köksal

-El Esas Fi Sünne: Said Havva

-Fukhu’s Siyre: Dr.M. S. Ramazan El Buti

-İslam Peygamberi: Prof. Dr. M.Hamidullah

-Peygamberimizin Hayatı: İmam Şibli

-Siret-i İbn-i Hişam

-Tarihü-l İslam: İmam Zehebi

-Muhammed Aleyhisselam: imamüddin Halil

-Hz. Muhammed’in Hayatı: Mustafa Sibai

-Son Peygamber Hz. Muhammed: Prof. Dr. M. E.Zehra

İnzar Dergisi

İslam Kuran Haberleri

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.