İman ve Sosyal Hayat

İman ve Sosyal Hayat

İman ve amel arasındaki ilişki, ağaçla kök arasındaki ilişki gibidir. İhlasla yapılan amel, sağlam köklerin dışarıya meyveli bir ağaç olarak boy vermesidir.

İman ve amel arasındaki ilişki, ağaçla kök arasındaki ilişki gibidir. İhlasla yapılan amel, sağlam köklerin dışarıya meyveli bir ağaç olarak boy vermesidir.

Amelsiz bir iman; ağaca dönüşmeyen kök gibidir, varsa da işlevsizdir, çürüktür, zayıftır ya da çürüyüp tükenme yolundadır.

İmansız bir amel ise toprağa tutunulan plastik bir ağaç gibidir; ne ölçüde süslü olursa olsun, faydasızdır, sadece faydasız da değildir, aldatıcıdır.

İmanın yaşama yansımasında fertle toplum arasında bariz bir fark yoktur. İman ehli ferdin yaşamı, nasıl ki imanının yansıması ise, imanının görünürlüğünü sağlıyorsa toplumsal yaşam da imanın yansıması olmalıdır. Daha doğru bir ifadeyle iman, toplumda da davranış olarak görülmelidir.

Hz. Muhammed Mustafa salallahü aleyhi vesellem’in önderliğinde Medine’de kurulan İslam toplumu, fetih öncesi Mekke toplumuna hiç benzer mi ya da imanla henüz buluşmamış bir Bedevî toplumla aynı olabilir mi?

Medine çarşısı, fetih öncesi Mekke çarşısına benzer mi?

Medine çarşısı, müşrik Beni Hanife çarşısı ile aynı olabilir mi?

Asla!

Medine ve fetih öncesi Mekke, bambaşka iki dünyadır. Medine çarşısı ve Beni Hanife çarşısı bambaşka iki ilişkiler evrenidir.

İkisi arasında şekilde de ilişkilerde de ilk bakışta görülen farklar vardır. Bugün hayal etmekte güçlük çektiğimiz, sanat dünyamızın olmamasından dolayı ise şeklen de olsa canlandıramadığımız farklar…

“NAMAZLI” BİR EBÛ CEHİL DÜŞÜNEBİLİR MİSİNİZ?

Toplumlar önce şeklen mi bozulur yoksa manevi olarak mı? Bu soruya cevap vermek pek de kolay değil. Fakat şekildeki bozukluk, bir tür alarm gibidir ve özün bozulduğunu, manevi yanın çürüdüğünü haber verir. Aynen gizli bir iç hastalığa yakalanan birinin yüzünün sararması, cildinin sivilcelenmesi, çürümesi gibi. Söz konusu kişinin yüzü sararmaz, cildi sivilcelenmez, çürüyüp dökülmezse hastalığı fark edilmez.

Sosyal bilimlerin ihmal edildiği toplumlarda, sosyal yaşamda da şekli bozukluklar olmadan manevi bozulmanın olduğu fark edilemez.

Örneğin, İslam toplumunda geçmişten bu yana cemaatle namaza ilginin, kadınların tesettürlerine verdikleri ehemmiyetin azalması; içkinin çoğalması, eğlencelerin artması toplumun manen bozulduğuna işaret kabul edilmiştir.

Zira manen güçlü bir toplumda bunlar bulunmaz. Daha doğrusu, güçlü bir maneviyatla bu toplumsal hâller bir arada olmaz. Manen güçlü bir toplum, bunların yaşanmasının yolunu açmaz, yolunun açılmasına tahammül de etmez.

Fetih öncesi Mekke çarşısında küp küp içki satılır, içilirdi. Ka’be’de ibadetler yapılırken etrafta içkili eğlenceler devam ederdi.

Buna karşı kim, Medine çarşısında içki yasağından sonra şarabın satıldığını görmüştür? Böyle bir şey mümkün mü? Ya da Mescid-i Nebevî’nin yanı başında bir meyhanenin işlediğini hayal edebilir miyiz?

Karşımızda ırkları aynı, dilleri aynı; aynı anne babaların çocukları, aynı örf ve adetlerle büyümüş ama yaşam tarzları bambaşka fertlerden oluşan iki toplum vardır. Aradaki bu farkı hasıl eden; vahyin aşıladığı, vahyin öğrettiği ve Hz. Peygamber salallahü aleyhi vesellem’in en mükemmel karşılığı olduğu imandan başka bir şey değildir.

Medine ile fetih öncesi Mekke arasındaki manevi fark/iman farkı; Medine ile fetih öncesi Mekke arasındaki toplumsal yaşam farkını getirmiştir. Vahyin şekil verdiği bir maneviyat, vahyin şekil verdiği bir toplumsal yaşam hasıl etmiştir. Ancak Medine ile fetih öncesi Mekke arasındaki fark, salt cemaatle namaz ve tesettür gibi simgesel bir mesele de değildir. Medine adil iken fetih öncesi Mekke zalimdir.

İslam, laik değildir.  Hz. Peygamber salallahü aleyhi vesellem, Medine’de salt dini bir görüntü oluşturmaya çalışmamıştır. İslam, meselelere bütüncül bakar, meseleleri bütüncül ele alır. İslam, tesettür ve cemaatle namaza önem verdiği gibi adil bir toplum inşa etmeye de önem vermiştir. Böyle bir toplumda zulmün bir cezası vardır: Zalimden hem nefret edilir hem ona fiziken de ceza verilir.

Mekke’nin müstekbirlerinin yabancılara, kimsesizlere yönelik haksızlıkları Medine’de biri tarafından yapılabilir miydi? Medine’de “namazlı” bir Ebû Cehil düşünebilir misiniz? Hem namaz kılacak hem yabancıya, kimsesize zulmedecek… Böyle yapmanın iki karşılığı vardır: cezalandırılmak ve Müslüman olmanın kendisine sağladığı onurdan soyutlanmak yani Müslüman toplumun nefretine konu olmak.

İslam dünyasında kimi abartılı anlatımlara sakın ola kanmayın, hiçbir zaman namazlı Ebû Cehillik kabullenilmemiştir. Ama İslam’ın ceza sistemi siyasi düzenin İslam’dan uzaklaşmasıyla zayıfladıkça geriye sadece Müslümanların nefreti kaldı. İslamî duyarlılık da zayıfladıkça o nefret de iş görmemeye başladı.

İBADET VE ADALET BİRBİRİNİN ALTERNATİFİ OLABİLİR Mİ?

İslam’la ilgili her parçalı yaklaşım, mutlak hatalı yaklaşımdır. Herhangi bir noktaya odaklanıp diğer noktaları ihmal ise mutlaka parçalanma getirir.

Hz. Peygamber salallahü aleyhi vesellem, bütün yanları dengeli bir insan-i kâmildir. Ancak Müslümanlar Onun sünnetinden uzaklaştıklarında ortaya Onun yolunda olduğunu ifade eden parçalı tipler çıktı. İnsanlarla ilişkileri iyi ama ibadetten uzak; ibadetleri sağlam ama insanlarla ilişkileri sorunlu tipler… Özellikle toplumun zayıf kesimlerinin İslam’a yönelmesiyle toplumsal ilişkileri (medeni yanları) zayıf ama ibadeti sağlam hatta abartılı tipler Müslümanlar arasında çoğaldı. Konu idareciler boyutuna da ulaşınca Müslümanlar arasında adalet ve ibadet konusunda bir münakaşa zuhur etti…

Müslümanların bir kısmı, ibadet üzerinde yoğunlaştı. Diğer kısmı ise “Mühim olan adalettir!” deyip ibadeti küçümsedi. Özünde her ikisi de sakat yaklaşımlardır. Zira İslam, bir bütündür. Ama İslam, ibadetleri merkeze alarak toplumsal adaleti sağlama nizamı olduğundan meseleyi özünden koparacak şekilde adaleti ibadetlerin önüne geçirmek, bu konuya yönelenlerin “adalet” ararken zamanla İslam’dan kopmaları gibi bir sonuç doğurdu.

Günümüzün daha organize olmuş İslam düşmanları, bu tarihsel serüvenimizi bugün İslam aleyhinde bir fırsata dönüştürmeye çalışıyorlar. İslam dünyasında ibadetlerin icra edildiği toplumlarda adaletin bulunmamasını öne sürerek fert ve toplumları İslam’dan koparma uyanıklığına gidiyorlar. “Madem adalet yok, bu din niye vardır?” diyerek meseleyi tamamen çarpıtıyorlar.

Oysa adaletin İslam toplumundan göç etmesinde bizatihi kendilerinin de payı vardır. Sinsi bir planlamayla önce adaletin inşasını engelliyorlar. Ardından adaletin olmamasını İslam’ın işlevsizleşmesine delil yapıyorlar. Bu, Müslümanların hâlâ tamamını anlamadıkları Deccalvari korkunç bir planlamadır.

Bununla birlikte İslam dünyasında din ile medeniyetin bazı noktalarda İslam’ın bütününü kavrayacak şekilde yetişmemiş kişiler yüzünden ayrıştığı da malumdur.

SOSYAL YAŞAMI DA NAS’TAN ÖĞRENMEK ZORUNDAYIZ

Kişi, iman noktasında Allah’ın varlığı ve birliğine inanmış, örneğin Afrika kıtasında putunu terk etmiştir. Yine kişi, Kur’an’ın emirlerini icra bağlamında namaz kılmaya başlamıştır. Ama kendisine İslam’ı tebliğ eden, farklı sebeplerle ona İslam medeniyetini öğretememiştir veya bilerek öğretmemiştir.

Bunun için söz konusu kişinin, inançta ve farz ibadetlerde Müslüman iken onun medeniyet olarak Müslümanlaşmadığını görebiliyorsunuz. Hacılarımızın Ka’be-i Şerif ziyaretleri sırasında yüz yüze kaldıkları ezaların çoğu da bunlardan gelmektedir. Ancak toplumların bir dönem medeniyet olarak da Müslümanlaştığı hâlde, sonradan klasik dindarlıklarını koruyup medeniyet bağlamında Müslümanlaşmayı unutmaları da mümkündür.

Nitekim, Anadolu’da çadırlarda yaşayan Koçer ve Yörüklerin çoğu, İslam medeniyetinin tahrip olduğu günlerde yerleşik yaşama geçmişler. Bundan dolayı yerleşik yaşama geçerken medeniyet bakımından Müslüman bir görüntü arz etmemişlerdir. Bunun için onların bir tür barınak mahiyetinde inşa ettikleri evlerde, harem selam hiç bulunmamıştır. İmkânları olmasına rağmen, evlerini iki büyük oda olarak inşa etmişler. Eşyalar bir odaya yığılırken diğer odada bütün aile efradı, İslam’ın kaidelerine aykırı olarak bir arada yatmış; evlerin avlularında olsun, hela yapılmamış, özellikle yaz aylarında dere kenarlarında yıkanma gibi gayri İslami ve Bedevîce haller görülmüş, evlerin temizlik açısından zaruri düzgün bir mutfağı da bulunmamıştır.

Söz konusu topluluklar, elbette çarşıda pazarda, insanî ilişkilerinde kaba tutumlarına devam etmişler, saygın bulunmayınca da kaba muamele görmüşlerdir. Bunların hâlleri ortaya çok çelişkili Müslüman toplumlar çıkarmıştır.

Bugün, arz edilen bütün bu hâller üzerine düşünerek iman ve ibadetlerimizi Kur’an ve Sünnetten öğrendiğimiz gibi sosyal yaşamımızı da Kur’an ve Sünnetten/Nas’tan öğrenme yoluna gitmek zorundayız.

Fert olarak Müslüman olmak yetmez. Müslüman fert, bir İslam toplumu inşa etmek için cehd etmek durumundadır. Bu da İslam’ın medeniyetle ilgili yanlarını yaşamak ve yaşatmaya çalışmakla mümkündür.

İslam, bugünün dünyasında Müslümanların parçalı olduğundan daha parçalı yaşanmaktadır. Parçalanmak bedeni acıtıp kanattığı gibi parçalı bir İslâmî yaşam da ümmeti acıtıp kan kaybına uğratıyor.

Bunun önüne geçmenin çaresi, kâmil bir İslam toplumu inşa etmek için uğraşmak gerektiğine inanmak ve aşkla o uğraşa sarılmaktır.

“Her insan topluluğunu önderleriyle birlikte çağıracağımız o günde, kimlerin amel defterleri sağından verilirse işte onlar amel defterlerini okuyacaklar ve en küçük bir haksızlığa uğramayacaklar.

Bu dünyada kör olan âhirette de kördür, yolunu daha da şaşırmıştır.” (İsrâ Sûresi, 71-72)

“Kızım Fatıma! Kıyamet günü Allah’ın huzuruna sâlih amelle gelmeye çalış! Sakın bana ve nesebine güvenme! Çünkü orada herkes kendi ameliyle baş başa kalacaktır.” (Buhârî)

Dr. Abdulkadir Turan

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.