İnşai Faaliyetlerimiz: Sürdürülebilir Olmayan Bir Gelecek Talep Etmek

İnşai Faaliyetlerimiz: Sürdürülebilir Olmayan Bir Gelecek Talep Etmek

Dünya ölçeğinde insanların içinde bulunduğu sosyal veya ekonomik meselelerin arka planında, mevcut kaynakların tüketimindeki aşırılığın da var olduğu kabul edilir.

Dünya ölçeğinde insanların içinde bulunduğu sosyal veya ekonomik meselelerin arka planında, mevcut kaynakların tüketimindeki aşırılığın da var olduğu kabul edilir. Aşırı tüketim, bununla birlikte aşırı üretim, beraberinde kaynakların tüketilmesi anlamına gelirken; kaynakların tükenmesi ise en görünür sonucuyla yeni kaynaklar elde etme mücadelesi demektir. Meselenin bu olası sonuçlarına girmeksizin şu gerçeği ifade etmek gerekir: tüketimin fazlalığından kaynaklı olarak üretimin artması, ‘israf’ kavramını sıklıkla gündemimize getirmektedir. Tabii bu durumla ilişkili olarak, özellikle yaşadığımız çağda önemli çevresel sorunların da konuşulduğunu görmekteyiz. İnsanın yaşam alanlarını sınırlayan veya çevreleyen bir katman olan şehir, “çevre sorunları” bağlamında konuşmamız gereken çerçeveyi daha tanımlı hale getirmektedir sanırım. Dolayısıyla şehirler, bizler için birer ‘çevre’ teşkil ediyor olması bakımından, ne şekilde planlandıklarını önemli kılmaktadır. İsraf kavramını değerlendirirken, daha büyük ölçekte yani şehir/kent inşası, hatta özellikle konut üretimindeki yöntem ve tutum dikkate alınırsa, çok daha kritik sonuçlara varılabilir.

Gelişmiş ülkelerde gittikçe azalan “toplu konut” üretimi, Türkiye’de hızla arttığı rahatlıkla söylenebilir. Öyle ki hızlı bir gözlemle görülebilir ki Türkiye’deki yapılaşma hareketliliği sanırım batı ülkelerinin hiçbirinde yok. Bu durumun arka planında önemli sebeplerin var olduğu muhakkaktır. Sebeplere girmeksizin, doğu-batı arasında yapılacak bir karşılaştırmayla bir ilginç detaya daha rastlanılabilir; ’toplu konut’ ve ‘yüksek yapı’ kavramlarının menşei olan batı dünyasındaki en kalabalık şehirlerin merkezi nüfuslarının da yine Türkiye’ye nazaran çok daha düşüktür. Keza aynı karşılaştırma çerçevesinde, Türkiye’ye göre Avrupa’da veya Amerika’da yaşam alanlarının çoğunluğunun doğal malzemeyle (taş, toprak, ahşap) üretilen müstakil bahçeli evlerden müteşekkil olduğu görülebilecektir.

İstatistiki verilerin bize sunduğu yukarıdaki ufak tabloyu çizdikten sonra, ülkemiz özelinde bazı çıkarımlarda bulunmak mümkün olabilir. Söz gelimi, merkezi şehirlerde yaşanan bu durumun temelinde kırsaldan kente doğru yoğun göçün yattığını kestirmek zor değil. Buna bağlı olarak şehir merkezlerinde konut üretiminin arttığını tahmin etmek de kolay. Trajik bir izlenim uyandıran durum şu ki, söz konusu yoğunluk ilk bakışta canlı bir sektöre işaret etmesi yönüyle toplumca ‘olumlu’ karşılanabilmektedir. Ancak tam da böyle bir ortamda spekülatif bir araç haline gelen konut üretimi, bir üretim sektöründen çıkıp tamamen tüketilen bir metaya dönüşmektedir. 20. yüzyılın başına kadar insanın barınma, güvenlik ve mahremiyet gibi temel ihtiyaçlarından neşet eden dolayısıyla tabii bir ihtiyaç olan ev, bugün bu merkezi noktalarda ev olma hüviyetini büyük oranda kaybettiği söylenebilir. Bu bağlamda konut üretiminin yoğunluğu beraberinde konut fiyatlarının düşüşü anlamına gelmemektedir maalesef. İstanbul’un hali pürmelalini düşünelim. Şuan dünyada konut üretiminin en yoğun gerçekleştiği şehirlerin başında İstanbul gelmesine rağmen, bu şehirde yaşayan merkez nüfusunun yarısı kirada yaşamaktadır. Ve gerek Türkiye geneli gerek İstanbul’da, kirada oturan nüfusun oranı gittikçe artmaktadır. Şehir içindeki tüm boşlukların yapılaştırılması/konutlaştırılması, eskimiş mevcut yapıların yıkılarak yerine daha yoğun ve yüksek yapıların yapılması gibi konut üreticilerine deyim yerindeyse sınırsız yetkilerin verildiği bir ortamda üretilen bunca konuta rağmen ev sahibi olma oranının azaldığını görmekteyiz. Spekülatif bir ortam oluşturma yönündeki bu üretim biçimi, ‘ev’i tabii ihtiyaç olmaktan çıkartıp çok kısa zaman içinde sınırsız gelirin elde edildiği bir maddeye dönüştürebilmektedir. O halde tam da bu noktada soralım: bir ülkede bu üretim alanının ve biçiminin hakim olması dolayısıyla iş gücü ve enerjinin bu alana kaydırılması, söz konusu ülke için sürdürülebilir bir durum mu? Soruyu bir başka şekilde sorarsak, ülkenin enerjisini, zamanını ve insan gücünün önemli oranda üzerine çeken bu sektör, ülkenin teknoloji, bilgi/bilim, endüstri ve kültür alanında öne çıkarmıyor ve geleceğe taşımıyorsa burada bir israftan söz edilemez mi?

Ev, tarih boyunca yaşadığımız coğrafyanın veya bölgenin bize sunduğu doğal malzemeyle kendi elimizle inşa edegeldiğimiz bir olgudur. Doğal malzeme kullanımından dolayı malzeme israfı söz konusu değildir. Tabiatın bize sunduğu taş, toprak veya ahşap bu konuda temel yapı malzemeleri olarak karşımıza çıkar. Ayrıca tabiatın içinde yayılan “ufki şehir” düzeninde, şehrin ortağı olmanın verdiği sorumlulukla yani “ortak katılım”la herkesin kendi evini yapma mesuliyeti, ev inşa etmeyi tabii bir sürece dönüştürmüştür. Bunun yanında bahçeli evini inşa eden fert, süreç içerisinden çok sayıda insan ve araç gücüne ihtiyaç duymadan ve maddi darlığa girmeden evine ekleme çıkarma yapabiliyor idi. Bu açıdan ev, doğal malzemenin de verdiği uzun ömürlülükle nesiller boyu yaşayan bir mekana dönüşmektedir. Birden fazla kuşağın bir aradalığına veya birbiri ardına yaşamasına imkan tanıyan bu ev/aile hali, anıların da bir arada toplanması ve geleceğe taşınmasını sağlıyordu. Bunun, aynı zamanda bir kültür birikimi olduğunu düşünürsek, bugün hoyratça üretilen toplu konutların getirdiği dağınıklığın, parçalanmışlığın, hareketliliğin evin merkez olma halini bertaraf ettiğini, bundan dolayı yaşanılan evde anıların birikmesini imkansız hale getirdiğini ifade edebiliriz. Bu gerçekliği de kültürel israfın bir başka boyutu olarak paranteze almak mümkün.

Bugün “toplu konut”, “sosyal konut” veya “daire” diye adlandırarak içinde yaşadığımız mekanlar, yıkma, yoğunlaştırma, yapma ve satma ideolojisiyle ve tamamına yakını betonarme olarak üretilmektedir. Birkaç maddeyle buradaki devasa israfı dile getirmek mümkün. Öncelikle betonarmenin ortalama elli yılda ömrünü tamamlaması, onun sürdürülebilir bir malzeme olmadığını bize göstermektedir. Yapay olarak elde etmek için verdiğimiz onca emek ve enerji kaynağı zaman içinde boşa çıkmaktadır. Türkiye gibi tüm şehirlerinin “beton cehennemi”ne döndüğü ülkeler için bu hiç de azımsanacak bir israf kalemidir. Bunun yanında üretimin toplu olması ve sektör olarak ülke için merkezi bir yer teşkil etmesi, sanayi üretimini de bu yönde kanalize etmektedir. Yani inşai faaliyetler bir ülke için başat bir mesele ise, yani ülkenin ekonomisi buna endeksli ise, haliyle sanayi üretimi de bu eksende işlemektedir. Sanayi üretiminin, sürdürülebilir yönü olmayan bu alanda varlık göstermesi, gelecek nesiller için de keza önemli bir zaman ve bilgi kaybı olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.

Yaşadığımız coğrafya ve gelecek nesiller için sürdürülebilir ve kalıcı üretim alanları açmak, ekonomik ve teknik gücün bu yönde kullanılması ihtimali varken; bu topyekün gücün “konut silosu” tabiriyle ifade edilebilecek toplu konutlara kaydırılması beraberinde önemli bir enerji, zaman ve emek kaybına yol açtığı açıktır. Konut üretimi bu anlamda ‘üretim’e ilişkin olmayıp ‘tüketim’e yönelik bir süreç halini almaktadır. Nitekim içinde bulunduğumuz şu zamanda, büyük oranda kargaşanın hakim olduğu, gayrı sıhhi koşullarda yaşamak zorunda kaldığımız; ev sahibi olmanın artık çok güç olduğu kaotik şehirler meydana getirdik. Ülke ekonomisinin “inşaat” faaliyetlerine endeksli olması bu kaotik ortamı daha da domine etmektedir. Bu faaliyetler, insanın tabii ihtiyaçlarının ve ölçeğinin dışına çıktığı noktadan itibaren israfa dönüştüğü aşikardır. Nitekim spekülatif bir saha haline gelmiş bu alanda kimisi olabildiğince kazanç elde ederken kimi ise en doğal ihtiyacı olan eve bir ömür boyu sahip olamamaktadır.

Sonuç itibariyle “tüketim” ve “israf” derken meselenin çok boyutlu ve daha büyük ölçekte ele alınması gerektiğini tekrar hatırlamakta fayda olabilir. Sosyal ve ekonomik alandaki planlama sorunları ve bunlara bağlı gelişen kentsel kararların ve üretim biçimlerinin yeniden gözden geçirilmesi elzem görünmektedir. Zira ülke ekonomisinin sacayaklarından olan bu üretim biçimi sürdürülebilir olmayan bir ‘gelecek’ talep etmektedir.

Söz&Kalem - Müslüm Botan

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.