İslam Fıkhının Kaynakları

İslam Fıkhının Kaynakları

Kelime olarak; birleşmek, azmetmek, ittifak etmek gibi manalara gelir. Terim olarak; "Müçtehit İmamların bir asırda Şer'i bir hüküm üzerinde ittifak etmelerine icma' denir.

Geçen sayımızda İslam Fıkhının kaynaklarına değinmeye başlamış, Kitap ve Sünnet hakkında genişçe izahlarımız olmuştu. İnşallah bu sayımızda da diğer kaynaklarımıza yer vermeye çalışacağız.

3. İCMA-I ÜMMET
Kelime olarak; birleşmek, azmetmek, ittifak etmek gibi manalara gelir. Terim olarak; "Müçtehit İmamların bir asırda Şer'i bir hüküm üzerinde ittifak etmelerine icma' denir."[1] diye tarif olunmuştur. Diğer bir tarifle " Her asırda heva ve heveslerine uymayan, fışkı (fasıklığı) zahir olmayan bütün müçtehit İmamların (bir hüküm üzerindeki) ittifakına icma' denir,"[2] diye de tarif olunmuştur.

Şer'i kaynaklardan Kur'an ve Sünnetten sonra en önemli kaynak icma'dır. Kur'an ve sünnette sarih olarak zikredilmeyen bir hükmü icma'a başvurmadan akla, şahsi kanaate ve hevasına göre belirlemek haramdır ve o konuda icma var ise icmalen belirlenmiş olan hükme tabi olmak vaciptir. İcma'ı inkar eden cehennemlik olur. Zira icma-ı ümmete uymanın vücubunu beyan eden ulema Kur'an-ı Kerimden delile dayanmaktadır.

Kur'an-ı Kerimde "Her kim kendisine dosdoğru yol belli olduktan sonra peygambere muhalefet eder, mü'minlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu döndüğü o yolda bırakırız, (fakat ahirette) kendisini cehenneme koyarız. O ne kötü bir yerdir,"[3] diye buyrulmaktadır. Bu ayeti kerimede müminlerin yolundan ayrılıp başka herhangi bir yola tabi olanların cehenneme girecekleri hükmü beyan buyrulmaktadır. Yani icma-ı ümmetten ayrılanların cehennemle tehdit edildiği görülmektedir. Tefsirlerde ve İslam fıkhında bu ayeti kerimenin icma-ı ümmete delil olduğu hususunda İslam Ulemasının ittifakı vardır. Tefsir-i Hazin'de "Peygambere muhalefet etmek ve müminlerin yolundan ayrılmak haramdır. O halde müminlerin yoluna (icma-ı ümmete) tabi olmak ise vaciptir"[4] diye tefsir olunmuştur. Ayrıca bu ayeti kerimede Hz. Peygamber (sav)'e muhalefet ile müminlerin yolundan ayrılma aynı hükümde değerlendirilmiştir.

Yine icma-ı ümmetin bağlayıcılığına delil olarak Allah Resulü (sav)'in hadis-i şerifleri mevcuttur. Bunlardan iki tanesini belirtelim:

"Benim ümmetim dalalet üzerine ittifak etmez."[5] "Mü'minlerin güzel gördüğü şey, Allah (cc) katında da güzeldir,"[6] diye buyurmuşlardır.

İcmanın oluşması için aynı asırda yaşayan bütün müçtehitlerin ittifakı ve üzerinde ittifakla icma'ın oluştuğu meselenin Kur'an ve Sünnette icmalen bulunması şarttır. Böylece kafi bir nass'a dayanarak oluşan ve tevatürle gelen "icma'nın inkârı, insanı küfre götürür."[7] Çünkü kafi delilleri inkâr söz konusudur. Bu durumda "müçtehit olmayan kimselerin tamamı herhangi bir fıkhi meselede ittifak etseler bununla icma teşekkül etmez. Hatta aynı asırda yaşayan müçtehitlerden bir tanesi dahi o meseleye katılmasa yine icma teşekkül etmez. Sıfatı ve konumu ne olursa olsun müçtehit olmayan kimsenin bir müçtehide tabi olması vaciptir.

4. KIYAS-I FUKAHA
Kıyas, Arapça bir kelime olup sülasi mücerredden mazisi asıl harfleri (k-y-s) iken İ'lal kuralı gereği 'kâse' okunur. İçtihat ise mufa'ale babından ikinci mastardır. Babı müşareket için olduğundan lügatte karşılıklı iki şeyi birbiri ile ölçmek, benzerlikleri ve ortak yönleri tespit etmek ve mukayese etmek gibi manalara gelir. Istılahta kıyas; "kitap, sünnet ve icma' ile sabit olan bir hükmün illet ve sebepleri dikkate alınarak hakkında nas bulunmayan meselelerin hükmünü belirlemeye (ortaya koymaya) kıyas denilir."[8] diye tarif yapılmıştır.

Kıyas; Kitap, sünnet ve icma ile sabit olup sarih olmayan kinayeli kavillerde metotla ortaya çıkarılan hüküm ve dolaylı delildir. Sarih, muhkem ve müfesser nas bulunan konularda kıyas yapılamaz. Usulü fıkıh ile ancak müçtehit İmamlar kıyas yaparlar. Müçtehit olmayan âlimler araştırma ve içtihatlarda seçim yapabilirler; fakat içtihat yapamazlar. İçtihadın yapılmasına ve teşvikine dair kitaptan ve sünnetten deliller mevcuttur.

Kur'an-ı Kerimde "Onlara emniyet veya korku haberi geldiği zaman onu yayarlar. Hâlbuki bunu onlardan (müminlerden) emir sahiplerine arz etseler, elbette bunların istinbata kadir olanları onu anlar bilirlerdi..."[9] diye buyrulmaktadır. Ayet-i Kerimede beyan buyrulan "istinbat" in kıyas yoluyla hüküm çıkarmak olduğu hususunda İslam Uleması müttefiktirler. Allah Resulü(sav) kıyas hususunda bizzat yol gösterip teşvik sadedinden olarak Muaz b. Cebel (ra)'i Yemen'e valilik göreviyle gönderirken; "Ey Muaz, bir mesele, hadise ile karşılaşırsan nasıl hükmedeceksin?" diye sormuş ve Hz. Muaz b. Cebel (ra) "Allah'ın (cc) kitabı ile Ya Resulullah" diye cevap verir. Allah Resulü (sav): "Peki o hükmü kitapta bulamazsan nasıl hükmedersin?" diye sordu. Hz. Muaz b. Cebel (ra)'da "Allah'ın Resulünün sünnetine başvururum" diye cevap verdi. Resulullah (sav) "Peki hem Allah (cc)'ın kitabında hem de Resulünün sünnetinde bulamazsan nasıl hükmedersin?" diye sordu. Hz. Muaz b. Cebel (ra)'de "O zaman reyimle (kıyas yaparak) hükmederim," deyince Allah Resulü (sav) bu cevaba memnuniyetini beyan ederek dua etmiş ve Muaz b. Cebel (ra)'ı Yemen'e göndermiştir."[10]

Kesinleşmiş hükümlerde ve akılla kavranamayan hususlarda kıyas geçerli değildir. "Mesela ibadetlerden biri diğerine kıyas edilerek yeni bir ibadet şekli tayin edilemeyeceği gibi, had cezaları ve kefaretlerde kıyas yoluyla yeni hüküm konulamaz."[11] Bununla beraber Kıyas-ı fukaha içtihad-ı bil mezhep (mutlak müçtehitlerin içtihadı), içtihad-ı fil mezhep (mezhep içindeki müctehitlerin) ve ictihat-ı bil mesele (meselede müctehitlerin içtihadı) ile mümkün olur. Aksi takdirde, herhangi bir mukallidin akıl yürüterek kendince yapmış olduğu bir tespit kıyas-ı fukaha olamaz; ancak bu şahsi bir kanattır. Şahsi kanaati kıyas olarak nitelendirmek vebalden hali olamaz. "Bir kimse bir sual ile Tabiun'dan olan Şa'bi (ra)'ye gelir. Şa'bi de İbn-i Mesud'dan bir cevap ile mukabele eder. O kimse "...sen kanaatini söyle" deyince Şa'bi (ra) "Şu adama bakın, ben ona Abdullah ibn-i Mesut şöyle dedi diyorum. O bana şahsi kanaatimi soruyor. Ben dinimi bundan tenzih ederim. Vallahi müzikle meşgul olmayı, sana şahsi kanaatimle fetva vermeye tercih ederim"[12] diyerek meselenin vahametine dikkat çekmiştir.

İslam fıkhının delilleri için bu dört kaynaktan başka istislah, istihsan, örf ve adet gibi fer'i deliller de vardır. Bu hususta Kütüb-ü Fıkhiyye'de geniş bilgiler mevcuttur.

İSLAMDA İCTİHAD'IN MAHİYETİ
İçtihat kelimesi; sülasi mücerret olarak "ce-he-de" kökünden gelip iftial babından mastardır. Cehd; gayret etmek, takat getirmek, yorulmak, meşakkat çekmek ve imtihan etmek gibi manalara gelir. İslami ıstılahta; "Kur'an ve sünnete başvurmak, bir meselede hüküm çıkarmak veya Kitap, Sünnet ve icmada sarih olarak bulunmayan bir meselede müçtehit olan bir fakih'in bütün gayretini sarf ederek bir sonuca (hükme) varmasıdır."[13]

Buna göre, müçtehit olmayan bir kimsenin bütün bilgisiyle gücünü sarf ederek vardığı sonuç (belirlediği bir hüküm) içtihat olamaz. Yani içtihadın makbul olması için, içtihat eden bir kimsede müçtehitte bulunması gereken doğruluk, adalet ve takva gibi bütün vasıfların bulunması şarttır. Söz konusu şartlara haiz olan bir müçtehidin yapmış olduğu içtihat isabet etmese de sevap vardır. Zira Allah Resulü (sav) bu hususta "İçtihadı ile hükmeden kadı isabet ederse iki ecir (sevap), içtihadı ile hükmettiği halde hata ederse bir ecir (sevap) vardır,"[14] diye buyurmuşlardır. Şer'i bir delile dayanmadan çıkarılan hükümler Şer'i birer fetva değil, nefsi hevadır. Ayrıca şer'i delile dayansa dahi müçtehitte bulunması gereken vasıflarla muttasıf olmayan bir kimsenin fetvasıyla amel edilmez; çünkü fasık'ın fetvası muteber değildir, müminleri bağlamaz.

İmamı Şafii (ra) içtihadın makbul olup olmaması hususunu beyan ederken: "Tevile müsait olan ayeti kerimeleri Resulullah'ın sünnetini delil getirerek açıklamak, sünnetle mevcut değilse müminlerin icmasını ve onda da yoksa kıyası delil getirmek gerekir. Allah Resulü (sav)'nün sünnetini bilmeden, selefi salihinin sözlerini, Müslümanların icmalarını ve ihtilaflarını ve Arap dilinin inceliklerini kavramadan kıyas ile içtihat yapılamaz. Arapça dilinde noksanlığı bulunan kimse de içtihat yapamaz,"[15] diyerek meselenin hassasiyetini belirtmiştir.

Tağuti güçlerin doğrudan veya dolaylı olarak İslam ahkâmını mer'iyyetten ilga edip kendi ahkamını icra etmek suretiyle istila etmiş oldukları coğrafyalarda kurmuş oldukları siyasi hakimiyet ve eğitim-öğretim sistemi içerisinde müçtehit ulemanın yetişmesi imkansız denecek kadar zordur.

Böylesi bir durumda bütün Müslümanların İslami vecibelerin yaşanabileceği bir ortamı sağlamak için ellerinden gelen çabayı sarfetmeleri bir zorunluluktur.

İnzar Dergisi

[1] M. Hüsrev M. Usul c:2 s:30

[2] İ. Serahsi, Temhidül Fusul c.1 s.311

[3] Nisa : 115

[4] Mecmuattüttefasir C:2 S.166

[5] S.İ. Macec:2S.13O3

[6] İ.ibni Hanbel, Müsned C.1 S.379

[7] M.Hüsrev, M. Usul C.2 S.69

[8] Yusuf Kerimoğlu, Emanet ve Ehliyet c.1 s.43

[9] Nisa:83

[10] İ.Hanbel El müsned c.5 s.236

[11] Kerimoğlu, Ehliyet ve Emanet c.1 s.45

[12] S.Darimi s.47

[13] Kemalüddin ibni Humam, et-Tahrir c.2 s.291

[14] İmam Şafii, er-Risale s.494

[15] İmam Şafii, er-Risale s:510-511
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.