Kemalatın Yıldızları

Kemalatın Yıldızları

O’nu tanımak, O’na inanmak, O’nu sevmek, O’na yönelmek, O’nun sevgisi ve rızasında eriyip yeniden şekillenip var olmak…

O’nu tanımak, O’na inanmak, O’nu sevmek, O’na yönelmek, O’nun sevgisi ve rızasında eriyip yeniden şekillenip var olmak…

Ariflerden söz ediyorum. Yani Allah (cc)’ın velayet bahçesinin sakinleri Evliyaullah’tan yani hak ve hakikat aşınası, marifetullah gülistanının bahçıvanları ulemadan bahs açıyorum.

Ne zaman ariflerden, Evliyaullah’tan veya İslam’ın büyük âlimlerinden biri söz konusu olsa, gıpta damarları çarpar; içler kıpır kıpır, yürekler o ana kadar olmadığı şekilde firuzendir. Çünkü onlar sevgilinin sevgilileridir ve En Güzel’in en güzel kullarıdır. Bütün ömürlerini ve bu ömürde ellerine tutuşturdukları her şeylerini Allah’a adamış, O’nu hikmet ve marifet penceresinden seyredip, muhabbet mehtabının altında, meveddet ikliminin esintilerini teneffüs ederek O’na aşık olmuşlar. Ve de O’nun sevgi ve rahmet nazarını üzerlerine çekebilmiş, Rablerini kendilerinden hoşnut edebilmişler. Her biri kemalat arşının nur saçan aydınlık yıldızları olmuşlar. Dahası ve en önemlisi, insanlığın önünde tereddütsüz, kaygısız örnek alınıp izlerinden gidilesi kahraman önderler olmuşlar.

Deccal asrının karanlık vadilerinde yolunu kaybetmiş; ışıksız, öndersiz, kimsesiz kalmış yetim İslam milleti her biri insan−ı kamil güneşi olan bu örnek şahsiyetlerin eteklerine tutunup kutlu yollarını kendisine minhac yaparak aydınlık ayak izlerini takip etmek suretiyle yolunu bulabilir, kurtuluşa erebilir.

Arif, sözlükçede; bilen, tanıyan, kavramış, anlamış bilge manalarına gelir. Dini ıstılahta ise ‘Arif’; kâinatın Rabbini tanıma yoluna kendini adamış ve tüm varlığıyla bu yolda sa’y ve sülûk etmiş, Rabbin marifetine giden sonsuz yollardan ve kapılardan birinin ve belki de birkaçının aşinası olmuş; dahası Rabb−ı Cemil’in marifet dergâhına kadem bastıktan sonra karşısında bulduğu yine sonsuz sayıda irfan merdivenlerinden birine bu sefer ilahi aşk balının birazcık olsun tadına varmış olarak ufuklar ötesine ve perdeler gerisine doğru yükselmiş veya yükselmeye çalışmış kişidir. Bu dünyadaki yegâne tad ve zevkin, en cazibeli şevk ve vecdin, Rabbini tanımak ve O’na ram olup itaat etmek olduğunu öğrenip bilmiş ve hatta tatmıştır. Zaten onun için ismi Arif olmuş. Çünkü o, bilinmesi gereken yegane varlığı yani Allah (cc)’ı bilmiştir.

Tabi biz ‘bilinmesi gereken’ dedik; ama irfan mektebi yüce Allah’a “Ma’ruf” der. Yani, “Bilinen, tanınan…” Çünkü O, bilinendir; kulları ve yarattığı varlıkların her biri kendi kabiliyeti ve penceresinin imkânları ölçüsünde O’nu bilendir. Yani Allah (cc) maruftur, kul ise arif. Kimi asi ve gafil kulların O’nu bilmemeleri, O’nun maruf olmadığını göstermez. Onu görmeyenler kendilerini köreltenlerdir. Çünkü O’nun varlık âleminde bilinmemesi ve tanınmaması imkânsızdır. O’nun varlığı güneş gibidir ve her yer ve zamanda sonsuz parıltılarla tecelli etmektedir. Oysaki güneşi körler bile görür veya görür gibi hissederler.

İslam âlimleri Allah Teala’nın bilinen ve tecellileri görülebilen olduğu görüşünde ittifak halindedirler. Ama peygamberler gelmeseydi yine Allah’ı bilmek, tanımak ve O’na kullukta bulunmak vacip olur muydu konusunda çeşitli ihtilaflar mevcutsa da hak ehli, vacibiyeti peygamberlerin gelişine bağlar. Yani peygamberler geldikten sonra kulların Rablerini tanımaları ve onun emirlerine uyup yasaklarından sakınmaları vacip olmuştur. Zaten peygamberlerin gönderilişindeki hikmetlerden bir tanesi de bu vucubiyetin gerçekleşmesidir. Dolayısıyla kulların imtihan edilip itaat ve isyanın belirginleşmesi içindir ki dünya ve insanlık bu imtihan için yaratılmışlardır.

Arifler, âlimler bu imtihanın öncü birlikleri örnek ve önder kişilikleridirler. Bu sebeple bizlerin imtihan caddesini sağ−selamet geçmemiz bu mübarek önderleri ve mübarek izlerini tanımamız ve onlara tutunmamızla mümkündür.

Arif, insan−ı kamil dağının zirvelerini mesken edinmiştir, süfli ve adi mesafelerle işi yoktur. Gözünü kemal noktasına dikmiş, gönlünü sonsuzluğun cereyanına bırakarak adım adım tırmanışı, nefes nefes yükselişi solumaktadır. Her adımda iyilik ve güzellik bahçelerinden nadide güller dermiş, durmaksızın ilerlemiş; “Öyleyse (işlerinden) boş kalınca hemen ibadete dur”[1] fermanı onun yorulmasını, bıkmasını engellemiş “Ve yalnız Rabbine yönel”[2] ilahi buyruğu onu tam motive ederek kıblesinin ve yolunun sıradan bir kıble ve yol olmadığını; sonsuz mutluluğun ve bütün güzelliklerin bu yönde olduğunu ona hatırlatmıştır.

Bu rotada hedefe ulaşmanın başka şartları da vardır. Bir yandan iyilikler, salih ameller ve takva amelleri işlenirken ağırlık yapmaması ve yola engel oluşturmaması için ferdi amellerden, boş ve faydasız işlerden yüz çevirmek gerekmektedir. Arif de öyle yapmış; kötülük ve yanlışlıklardan uzak durmakla kalmamış; “O kimselerdir ki boş şeylerden yüz çevirirler”[3] düsturuyla boş ve faydasız şeylerden dahi yüz çevirmiştir.

Kemal örtüsünü nakış nakış tava ile işler de bürünür arif. İhsan ve kerem nehrinde kendini akıntıya vermiş; cûd ve sahâ damarlarından akan şuruplardır kan yerine. Merd−i meydanedir hak−hukuk mücadelesinde. Haksızlığa ve zulme karşı celallenir ki heybetinden dağlar sıtmaya tutulur. Öte yandan Allah’ın yarattıklarına karşı kalbi kuş kalbi gibi titrer de bırakın insanı sıradan bir varlığa karşı en ufak bir büyüklenme duygusuna kapılmaz, belki ayağının altındaki toprağı bile hor görüp yaratıklara hürmetsizlik etmez. Yaratılanı sever yaratandan ötürü. Ariftir, çünkü o kendini bilmiş haddini bilmiştir de böylece Rabbine varmış. O en hassas mekânları aydınlatan bir lamba olmuştur artık. Ve öyle olduğunun farkındadır. Çoğu zaman ay yüzünü güneşler güneşine çevirmiş İslam’ın aydınlık çağlarının nurlu sayfalarını aşk kalemiyle, gönül mürekkebiyle satır satır hecelemiş, hakeza cihana hidayet önderi olmuştur.

Mana gezginidir arif. Hatta mana avcısı demek daha doğru olacak ki ilahi marifetin bin bir boyası ile televvün etmiş, Zümrüdüanka misal mana kuşlarını avlar ve gönül kafesine koyup kalbini ve ruhunu şenlendirir. Marifet okyanusunda kaptan−ı deryadır. Ters esen rüzgâra ve fırtınalara karşı işi bir hayli zor olsa da okyanusun ortasında tehlikelere karşı hazırlıklı, temkinli ve tevekküllüdür. Ağzından bal akmaktadır. Çünkü sözünü bilmiş de söylemiştir. Boş konuşmak, kötü konuşmak kadar çirkindir onun gözünde. Kötü, yalan, yanlış ve nahoş sözlere ağzını kilitlemiştir. Yüreğinde hissettiği, duyduğu, bildiği en güzel manaları ruhunun ince perdelerinden bir sarraf hassasiyetiyle süzerek en faydalı, en manalı, en hoş sözcüklere çevirir ağzında. Çünkü bilir ki atılan ok ve bir de ağızdan çıkmış söz bir daha geri getirilemez. Bu nedenle mahcup ve pişman olmamanın yollarını sözü sarf etmeden önce arar bulur ki tarih hiçbirinden kötü bir söz bize nakletmemiştir. Nadiren ve sehven sürç−i lisan olmuşsa da ya bizzat kendileri veya emsalleri tarafından tashih edilip düzeltilmiştir.

Arif gönül insanı, muhabbet erbabıdır. Ondaki insan sevgisi hümanistleri kıskandıran mertebededir. Ve hümanizmanın en büyük piri onun mektebinde müptedi bir öğrenci düzeyindedir. Bir tek insan bütün insanlık kadar değerli ve saygındır onun indinde. Çünkü insanın yaratılışındaki hikmetin ve bu hikmetin arkasında gizlenmiş hazinenin farkındadır. Allah’ın değer verdiğini hor görmek gibi bir isyanın hayali bile ruhunu derinden sarsar.

Sevgi ve merhamet, yüreğinden insanlık sahralarına akıp duran iki cennet nehridir. O yürek ki cihanı tüm ağırlığıyla içine alsa daralmaz, sıkılmaz. Affedicilik onda hiç sönmeyen ışık kaynağıdır. Kötülükleri zifiri geceler gibi örter. Ve ab−ı hayat edasıyla temizleyip giderir. Bir yandan hataları örterken öte taraftan himmetiyle onu giderir ki insanlığı kötülüğün ve yanlışın zararlarından korur.

Onun ilminin ve bilgeliğinin tesiri bahar ayının mis kokulu esintisi gibi yayılır insanlığın cahil kalmış ovalarına. Onun ilmi bahr−ı ummandır; ama o hep “bilmiyorum” gömleğini giyer de tevazu barakasında hizmetçi olmayı kibir sarayının padişahlığına tercih eder.

Cehalet gecesinde parlak yıldızlardır arifler. Hangisine tutunsan, hangisine baksan yönünü ve yolunu bulabilirsin, sıratını müstakimleştirebilirsin. Farklı zaman ve mekânlardadırlar; lakin sen onları aynı ordunun askerleri gibi bir saf üzere bulursun. Yaşam tarzları, konuşma üslupları, ilkeleri, düşünceleri, tavsiyeleri, uyarıları, hoşlandıkları, nefret ettikleri tıpatıp birdir. Çünkü onlar aynı yolun salikleri, aynı çeşmenin sakileri, aynı iklimin sakinleridirler. Çünkü onlar Rahman’ın arifleri, Muhammed (sav)’in yadigârları, Kur’an’ın tilmizleridirler.

Ve sonra arif okul olmuştur. Tüm sorulara cevap kitap da bizzat kendisidir. Onu okumak kitabı okumak gibidir artık. Dertlere deva, yaralara merhem de yine odur. Tabip o, reçete o ve dahi ne arasan bulacağın eczane de odur. Bir de bakmayın isimlerin farklılığına! O bir zamanlar ilmin kapısı Ali ve Kur’an müfessiri İbn−i Abbas idi. Sonra himmetinin ulviyeti, ilminin azametiyle İmam−ı Azam oldu. Sonra marifet semasında kartal oldu da Gavs−ı Azam oldu. Ve sonra aşk ve irfan güneşini başının üzerine alıp dönmeye ve insanları o güneş etrafında döndürmeye başladı da Mevlana oldu. Evet her mekânda her asırda güneş oldu ve her gün yeniden doğdu, doğdu Şafii, Buhari, Nakşibendi, Eş’ari doğdu. Gazali, Ebu Yusuf, Nevevi, Suyuti, Arabî, Rufai, Rabbani, Nursi, İskilipli, Afgani, İkbal, El−Benna doğdu. Saymakla biter miydi ki! Onbinler, yüzbinler ve hatta milyonlar doğdu. Hepsi de insanlığın karanlık vahalarına nur olup doğdu. Onların çoğu şu an cisimleriyle aramızda değil; ama karanlık asrın çocukları olan bizler için önümüzde sürekli yanıp ışık saçan meşaleler olmaya devam edecekler. Onlar gitti; ama tüm manevi varlıklarıyla aramızdalar. Evet tüm varlıklarıyla, imanlarıyla, himmetleriyle, erdemleriyle, ahlaklarıyla öğretileriyle, aşklarıyla, şevkleriyle ve hatta hüzünleriyle…

Allah hepinizi ariflerden, salihlerden eylesin. Âmin 

İnzar Dergisi
[1] İnşirah Suresi: 7

[2] İnşirah Suresi: 8

[3] Mü’minun Suresi: 3

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.