Leopar bizim hayat sigortamız

Leopar bizim hayat sigortamız

Haftanın en sarsıcı olayı, Diyarbakır’ın Çınar ilçesinde öldürülen leopardı. Hayvanlar aleminin bu en karizmatik canlısını tamamen unutmuş, onu korumaya almamıştık.

Çünkü bizim için ne paha biçilmez bir varlık olduğunu, o bu topraklardan giderse sıranın bize geleceğini bilmiyorduk. Kaplanlarımız biterken bize bu sinyali vermişti ama aldırmamıştık. Şimdi çok daha güçlü bir uyarı leopardan geldi. Bu toprakların en kıymetli mücevheri, doğal mirasımızın patronu ölerek bize gösterdi ki o bizim hayat garantimizdir. İnanmazsanız Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) direktörü Sedat Kalem’i okuyun...

Sedat Kalem, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi mezunu. Yıldız teknik üniversitesi fen bilimleri enstitüsünde peyzaj planlama konusunda mastır yaptı. Bahreyn’de peyzaj mimarı olarak çalıştı 1995’ten sonra Türkiye’ye geldi. İki yıl Orman Bakanlığı’nda çalıştı. 95-2001 arasında Ankara üniversitesi peyzaj mimarlığı bölümünde doktora yaptı. Doktora konusu doğa koruma ve turizm üzerineydi. 16 yıldır  WWF bünyesinde görevli.

Durup dururken hayatımıza leopar girdi. Daha evvel varlığından bile çoğumuzun haberdar olmadığı bir yırtıcı. Aa bizim topraklarımızda da leopar mı varmış, Allah Allah dedik! Bilim insanları sevindirik oldular. Anladık ki kendimize fena halde yabancılaşmışız. Tamam da, leopar bizim topraklarımız için neden bu kadar önemli?

Bizim için sürpriz olmadı ama uzun yıllar Türkiye’de olmadığına dair bir inanç vardı. Bu elimdeki Dünya Doğayı Koruma Birliği’nin (IUCN)leopar özel sayısı olan dergisi. Şu haritada görmüş olduğunuz gibi Afrika, Ortadoğu ve Asya’nın güneyindeki coğrafyada doğal olarak yayılış alanı olan birkaç leopar türü var. Latince panthera pardus dediğimiz leoparın iki tane alt türü bizim bulunduğumuz Anadolu, Kafkasya ve İran’ı da içeren coğrafyada bulunur.

En son 1974’te panthera pardus tuliana adı verilen leopar türü, yani Anadolu leoparı Beypazarı civarında görüldü. Türkçe Anadolu parsı diye eskiden beri adlandırılan bir tür. IUCN’nin kedi uzmanları, yaptıkları çalışmalarda bizim Anadoluda yaşayan leoparlarla Kafkasya ve İran’da yaşayan leoparları bir tür olarak birleştirilmesini ve bu şekilde anılmasını kabul ettiler. Dolayısıyla bugün bu bölgelerdeki leoparlar panthera pardus saxcicolor adıyla kabul ediliyor.  

Yani Anadolu leoparı isim olarak kalkmış mı oldu?

Aslında bunun Anadolu ya da başka bir şekilde anılmasının fazla bir önemi yok. Önemli olan leoparın var olması.

Pars ile leopar aynı anlamda sanırım, bazen panteri de leopar yerine kullanıyorlar.

Panter ayrı bir tür. Neden sürpriz olmadığını size söyleyeyim. Leoparın ana popülasyonu  İran’ın kuzeybatısında Taliş dağlarında, İran’ın Azerbaycan ve Ermenistan sınırındaki dağlık bölgede yaşıyor. Bu hayvanlar hareket halindeler. Çünkü her bir leopar bireyinin ya da ailesinin beslenme alanına ihtiyacı var. Dolayısıyla bunlar merkezden giderek uzaklaşan dalgalar halinde, nüfus yoğunlukları biraz daha azalarak açılıyorlar. Azerbaycan ve Ermenistan’da İran’a göre daha az sayıda olmakla beraber bir kısım leopar bireylerinin olduğunu biliyoruz. Kafkasya dağları iki dağ sisteminden oluşuyor. Birisi, Rusya’nın güneyinden Hazar Denizi’ne doğru ulaşan 4 bin metrenin üzerinde bir dağ sistemi. Burada aşağı yukarı 15 bireyin olduğu yazılıyor kaynaklarda. Bir de küçük Kafkasya dağ sistemi var. Bu da bizim doğu Karadeniz dağlarımızın Gürcistan içerisinden geçerek yine Ermenistan, Azerbaycan’a uzanan bir dağ sistemi. Bunun da en yüksek yerleri bizim Kaçkarlarda 3900 metre. Bu küçük Kafkasya’da da 50 bireyin olduğu yazılıyor. Sonuç olarak İran’a ne kadar yakınsa leopar popülasyonu o kadar fazla oluyor. İran’dan ne kadar uzaklaşırsak o kadar az. Biz de İran ile bir sınır ülkesi olduğumuz için bizim de özellikle güneydoğu Anadolu bölgemizde tabii leoparın yaşam şartlarına uygun alanlarda bulunuyor.

Hayvanlarda bir sınır anlayışı yok Allah’tan.

Onlar bizim çizdiğimiz siyasi sınırları bilmiyorlar. Kendileri için beslenecek alanlar ararken dolaşa dolaşa nihayet doğu Anadolu’ya kadar geliyorlar. Sonuç olarak böyle bir hayvanı ülkemizde görmek sürpriz sayılmaz.

Gelmese ne olur? Biz niye seviniyoruz leoparımız var diye.

Türkiye çok zengin bir ülke. Bu bizim biyolojik mirasımız. Leopar gibi büyük memeli hayvanlar, yırtıcılar, etobur hayvanlar, ekosistemde besin piramidinin en üstünde bulunuyorlar. Piramidin en altında bitkiler var. Bitkileri biz üreticiler olarak tarif ediyoruz. Çünkü güneşten aldığı ışığı, topraktan aldığı suyla besine dönüştürüyorlar. Bir üst grupta tüketiciler var. Bunlar otobur hayvanlar, bitkileri yiyorlar. Geyik, karaca gibi canlılar. Bunun üzerinde etobur hayvanlar var. Bunlar da otoburlarla besleniyorlar.

Aşağıdan yukarıya çıktıkça hayvanların popülasyonu azalıyor tabii.

Evet. Leopar ya da bozayı gibi büyük ve yırtıcı memeli hayvanlar, bu piramidin en üstünde yer alan, popülasyonu en az olan hayvanlar. Bu tür hayvanlar bir ülkenin biyolojik mirasının en tepesinde olan canlılar. Bunlar canlı türlerimizin şahı. Aynı zamanda karizmatik, yani gösterişli hayvanlar. İnsanların dikkatini çekiyor. Bakın bir leopar öldü, toplumun ne kadar ilgisini çekti.

Piramidin en üstündekiler biterse bu, yokolma sırası aşağıdakilere geliyor demek mi?

Bir ekosistemin işlemesi bu canlı türleri arasındaki ilişkilerin devamına bağlı. Aynen bir saati oluşturan parçaları düşünelim. Bunun da en kilit noktasında leopar türü var. Bu türlerin özelliği şemsiye olmaları. Yani leoparı yaşatmayı başardığımızda aslında ondan daha geniş bir canlı grubunu yaşatmayı başarmışız demektir. Leopar şemsiyesi altına diğer canlılar da girmiş oluyor. Bir yerde leoparın olduğunu görmek demek, aslında onun beslendiği çok sayıda başka türlerin de olduğu anlamına geliyor.

Dolayısıyla leopar bizim garanti belgemiz, hayat sigortamız!

Aynen öyle. Leoparın varlığı bizim için sistemin sağlıklı bir şekilde işlediğinin bir delili.

Öldürülen son leoparın daha önce ayağından tabanca ile vurulmuş olduğunu öğrendik. Çobanların leoparı nefsi müdafaa için öldürmemiş olabileceğini düşündürdü bu.

Siirt’te, birkaç yıl önce yine başka bir bölgede benzer bir olay oldu. Biz leoparlarla nedense hep ölü olarak karşılaşıyoruz. Leoparla canlı olarak karşılaşma hikâyeleri pek yok. Aslında hayvanları canlı olarak da görebilmemiz lazım. Eğer bu hayvanları korumak istiyorsak, bu hayvanların nerelerde yaşadığını, nerelerde olabildiğini araştırmamız lazım.

Bunları görenlerin bir görevi de durumu bildirmek o zaman. Kime bildirmek lazım?

Tabii ki Orman ve Su işleri Bakanlığına bağlı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü. Orada av ve yaban hayatı daireleri var. Onların görevleri bunları biliyor olmak. Son olaya dönecek olursak, özellikle farkındalığı olmayan insanlarda hayvanın hemen görülür görülmez öldürülmesine yönelik bir refleks var. Bu hayvanın daha önce de vurulmuş olması, bir vandal alışkanlıkla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

Ama insan ürker yahu! Leopardan daha hızlı kaçamayacağıma göre, öldürmeyip de ne yapacağım?

Bu düşünce, hayvan sizi gördüğünde saldıracakmış varsayımına dayanıyor. Hâlbuki hayvanın doğal biyolojik davranışı insanlara saldırmak değil. Çünkü tüm canlılar kendilerini güvenli bir ortamda bulmak isterler. Dolayısıyla kendilerine tehdit oluşturacak şeylerden kaçınırlar. Eğer yavrusu ile hareket eden bir anneyse ya da köşeye sıkıştırılmış, yaralanmış bir hayvansa belki size saldırabilir.

Karnı açsa?

Tabii ki hayvanın en temel içgüdüsü açlığını bastırmak.

İnsandan âlâ et mi bulacak, yok ben hayvan eti isterim demeyecek herhalde!

Ama kendisi için daha kolay, daha az risk oluşturan kaynaklara yönelme eğilimindedir hayvan. Bu nedenle dağda gördüğü keçiye, karacaya, domuz yavrusuna, tavşana saldırır.

Yani bizim çobanlara saldırmamış mıdır, yalan mı söylüyorlar?

Mutlaka bunun bir nedeni vardır. Ama bizim duyduğumuz, tesadüf eseri hayvanın bulunduğu nokta ile çobanların geçtiği noktanın kesiştiği, otomatik olarak iki tarafın da kendini koruma refleksiyle hareket ettiği yönünde. Fakat hayvanı suçlamak, hayvan insana saldırdı demek biraz işin kolayına kaçmak oluyor. Normal şartlarda hayvanın insana saldırmaması gerekir. Belki sürülere doğru saldırması daha mantıklı olabilir. Koyun, keçi gibi evcil hayvan varsa açlığını gidermek için ona saldırıyor olabilir. İnsanları leoparı öldürmeye teşvik eden nedenlerden birisi bu olabilir.

Yani öncesinde kışkırtmasalardı leopar o çobanlara saldırmazdı diyorsunuz.

Öyle. Ya da hayvan bir şekilde kendini tehdit altında hissetmemiş olsaydı...

Söylediklerine göre birinin üstüne atlamış, on beş metre sürüklemiş. Ne yapacaktı öbürü? Vuracaktı.

Eğer olay böyle geliştiyse fazla söylenebilecek bir şey yok. Ama doğru yorum yapabilmek için olayı yerinde doğru kişilerden bilgilenmek gerekir.

İŞİN SIRRI TEHDİT ETMEMEK

Leoparla karşılaşsırsak ne yapmak lazım?

Böyle bir karşılaşma anında hayvanı ses çıkararak korkutmak lazım. Havaya ateş açılabilir.  Çobansanız yanınızda köpekler olması lazım. Biz belki leoparı fark edemeyebiliriz. Ama köpeklerin onu fark etmesi ve onu uzaklaştırma şansı daha yüksek. Köpekler yoksa, güvenli bir mesafedeyseniz havaya ateş açarak hayvanın uzaklaşmasını sağlayabilirsiniz. Sıkıştırmazsanız büyük bir ihtimalle hayvan size saldırmaz. Genel olarak yabani hayvanlarla ilgili yapılması gereken şey, onları tehdit etmemek, bir huzursuzluk, güvensizlik yaratmamak. İşin sırrı burada. Ama eğer sadece hayvana zarar vermek, onu avlamak gibi bir motivasyonla bu insanlar bunu yaptılarsa böyle insanları, bunların bulunmaz canlı türleri olduğu konusunda eğitmek lazım.

Bu bilinçlendirmenin yolu yordamı nedir? Sizin böyle programlarınız var mı?

Türklerin yaklaşım tarzı genellikle kriz çözümü üzerine. Hâlbuki biz buna daha hazırlıklı olmuş olsaydık, deseydik ki Türkiye leoparın muhtemel olduğu bir ülke, bu konudaki araştırmaları destekleyelim. Bu hayvan Türkiye’nin hangi bölgelerinde var, yaşayabilecekleri doğal yaşam ortamları nerelerdir, hangi türlerle beslenebiliyor, beslenebileceği türlerin yeterli popülasyonu var mı? Çünkü bu hayvan muhtemeldir ki orada yaşayan insanlarla karşı karşıya gelebilir. Ne yapmak gerekir? Bütün  bunları önceden düşünüp projelendirebilirdik. Gidip hayvanın yaşadığı yerlerde köylülerle, çobanlarla konuşarak, onlara bu hayvanın davranışlarını anlatarak, karşı karşıya geldiklerinde neler yapmaları gerektiğini anlatarak ama bunların hepsi bir sistem içerisinde planlanması gereken şeyler.

Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünün koordinatörlüğünde değil mi?

Evet. Ayrıca hayvanın yaşadığı, ürediği, beslendiği ya da göç ettiği alanların haritalandırılarak, bunların bir bölümünün koruma altına alınması, geçtiği şeylerde güvenlik koridorların oluşturulması gibi bütüncül bir bakışa ihtiyaç var.

Bu bilgilerin saklanması gerektiğini, yoksa postu için özellikle avlanacağını söylüyor uzmanlar.

Bunlar kamuya açık haritalar olmazlar zaten. Tabii ki bunların olası avcılarla paylaşılmaması gerekiyor. Ama doğru, etkili bir korumanın yolu da doğru doğru bilgiye dayanıyor. Biz ihmal ettik bu leopar konusunu. Biz düşünüyorduk ki Türkiye’de leopar yok. Hatta bizim son yıllarda değiştirilen kara avcılığı kanunumuzda avlanması yasak olmayan türlerden biriydi.

Leopar postu neye yarıyor?

Leopar postu, prestij açısından çok değerli.

Vurup duvara mı asıyorlar?

Tabii. Kendisini bu işe adamış avcılar var. Bunun için Afrikalara, Asyalara gidip trofelerini yani öldürülen hayvanların kafalarını, postlarını koleksiyon yapanlar ve bunlar için de on binlerce dolar para veren insanlar var.

LEOPAR TAZMİNATI

Leopar postundan giysi yapılıyor mu?

Zannetmiyorum böyle endüstriyel kullanımı olduğunu. Çünkü çok fazla elde edilen bir şey değil. Farkındalık eğitiminden bahsettik. İnsanları sorumlu tutmak yerine biraz taşın altına elimizi koymamız lazım. Diyelim ki dağlık bir köyde yaşıyorsunuz. Hayvancılık yapıyorsunuz. Bir hayvan geliyor, sürünüzden bir hayvanı götürüyor. Buna öfke duyuyorsunuz. Mal kaybına uğradınız. Ya da yaralandınız, canınıza bir tehlike geldiği için hayvana karşı bir öfke duyuyorsunuz, bunu öldürmeye girişiyorsunuz. Buradaki motivasyon çok önemli. Bazı ülkelerde yaban hayvanlarının verdiği zararları tazmin edebilecek sistemler oluşturuluyor.

Sigorta sistemi mi?

Sigortaya benzer bir şey. Diyelim ki bir leopar köye geldi, sürüden bir hayvanı götürdü ve  siz bunu öldürmediniz. Bu tür tazmin sistemlerinin olması durumunda bunu fotoğrafla veya şahitlerle belgeleyerek hayvanın parasını alabiliyorsunuz. Maalesef Türkiye’de böyle bir sistem yok. Bu gönüllülük üzerine olabilir, sigorta sistemi şeklinde olabilir, devlet bir fon oluşturabilir. Bu, aynı zamanda leoparın da öldürülmemesini sağlamış oluyor.

Siz WWF olarak böyle bir şey başlatabilir misiniz?

Başlatmak isteriz. Ama bunlar biliyorsunuz kaynak yaratarak olacak şeyler. Bunun öncülüğünü resmi kurumların yapması en ideali.

Aslında komşu ülkelerle ortak bir eylem planı yapmak lazım.

Aynen. Uluslararası işbirliğine ihtiyaç var. Leopar İran’da korundu diyelim. Bizim sınırı geçti öldürüldü bakın. Biz burada koruyorsak, sınırın öbür tarafında öldürülüyorsa hiçbir kıymeti yok. Onun için her şeyden önce ülkeler arasında bir işbirliğine, ortak bir stratejiye ihtiyaç var. IUCN’nin Kafkasya ekolojik bölgesinde leoparın korunmasına dair bir stratejisi var. Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Rusya, Türkiye ve İran’ın bulunduğu bölgeyi içeriyor. Bu Dünya Doğayı Koruma Birliği’ne  Milli Parklar Genel Müdürlüğü, TEMA, WWF-Türkiye gibi resmi ya da sivil kuruluşlar üye. Aynı zamanda uzmanlar bireysel olarak üye olabiliyor. Bu birliğin içindeki kedi uzmanları grubu WWF’nin ortak girişimleriyle Kafkasya’da leoparın korunması için bir strateji yani bir vizyon, hedefler, amaçlar, tavsiye ettiği yaklaşım tarzları var.

ULUSAL EYLEM PLANIMIZ YOK

Türkiye imzaladı mı böyle bir şeyi?

Bu bir sözleşme değil. Bağlayıcı olmayan ama ülkelere tavsiyede bulunan bir doküman. Diyor ki, biz leoparın yaşadığı bütün bu bölgede varlığını güvence altına almak için ortak anayasamız budur. Bu doküman aynı zamanda diyor ki ülkelere, siz de bu konuyla ilgili olarak ulusal eylem planlarınızı yapın. Bu ulusal eylem planlarını bildiğim kadarıyla Türkiye dışındaki bütün ülkeler yaptılar.

Biz niye yapmadık?

Çünkü leoparın ülkemizde olduğuna çok fazla inanmadık. Ya da bu kadar önem vermedik. Bu işin üzerinde biraz daha pasif kaldık bugüne kadar. Orman Bakanlığı’nın liderliğinde,  bu işin payidaşlarıyla beraber bunu yapmamız lazım. Leopar konusunda ülkemizde çalışma yapan bilim insanlarıyla bizler gibi sivil toplum kuruluşları, kafa kafaya verip, birkaç gün bir araya gelip biz leoparı ülkemizde korumak için neler yapmalıyız, nerelerden başlamalıyız, önceliklerimiz neler olmalı, hangi adımları atmalıyız gibi bir doküman hazırlamamız lazım.

Leopar popülasyonu nasıl tespit ediliyor?

Fototrapler var. Termal kameraları ağaçların arasına yerleştiriyorsunuz. Bunlar hayvanın ısısına duyarlı. Gece veya gündüz herhangi bir canlı geldiğinde onu otomatik olarak çekiyor.  Biz bunu Adana’da saz kedileri için yaptık. O küçük bölgede yaşayan bütün bireyleri neredeyse tespit ettik. Leoparın da tercih ettiği bir yaşam ortamı var. Leoparı çölde görmeyiz. seyrek ağaçlık bölgelerde görürüz. Dolayısıyla uydu fotoğraflarını ele alıp, onun üzerinde çalışıp, hayvanın uğraması muhtemel alanları tespit etmemiz lazım. Onların gezdiği bölgelerde yiyebilecekleri etobur hayvanlar, domuzlar, geyikler, dağ keçileri var mı? Bunların popülasyonları yeterli mi bunu beslemek için?

Bunlar gezgin hayvanlar olduğuna göre acaba tespit ettiğimiz rakamlara güvenebilir miyiz?

En az bir yıllık süreçte izlenirlerse gerçeğe yakın fikir verebilirler.

İŞADAMLARINA KAPLAN YERİNE LEOPAR DİYELİM

Bu iki çobanın da soyadı Kaplan. Kaplan var mı Türkiye’de?

Kaplan geçmişte vardı, bugün maalesef yok. Olmadığı bilimsel kayıtlarda geçiyor.  Biliyorsunuz kaplan da bir diğer kedi türü. Leoparla ve evlerimizde kedilerle akraba. Ve bildiğimiz kaplan hazer kaplanı, felistigris adını Dicle’den alıyor. Yirminci yüzyılda kaybolan türlerden biri.

Kaplanın ortadan kaybolması ile bizler ne kaybettiğimizi biliyor muyuz?

Kaplanın olmaması bize bir takım işaretler veriyor. Biz bir rahatsızlık geçirdiğimizde onu nasıl algılıyoruz? Diyelim ki böbreğimiz ağrıyor, böbreğimizin rahatsız olduğunu gösteren bir işaret. Piramidin tepesinde olan, bu tür hayvanların olmaması da sistemin bozulmaya başladığını gösteriyor.

Jaguar, vaşak, çita, aslan... Bunlar da yok değil mi Türkiye’de?

Anadolu, çitanın yayılış alanı değil. Aslan eskiden çok varmış, o da yok olan türler arasında. Jaguar Afrika’da olan bir tür, Türkiye’de beş tane kedi türü var. Bunların en başında, en büyüğü leopar. Ondan sonra karakulak. Özellikle Toros Dağları’nda yaşayan bir kedi türü. Leopar kadar büyük değil, uzun kulaklarının ucunda püskülleri var. Vaşak, halen ormanlarımızda olan bir tür. Sırtlan da var ama kedilerden farklıdır o. Köpekle daha yakındır.  Bizim topraklarımızda yaşayan diğer kedigiller de yaban kedisi ve saz kedisi. Saz kedisi de mesela bizim üzerinde çalıştığımız türlerden biri. Sazlık, bataklık gibi yerlerde yaşar.

Bunlarla da ilgili sınırlı bilgiler var. Ama bunların durumu leopar kadar kritik değil.

İran’dan leeopar ithal etmek, iyi bir fikir mi?

Hayır. Gürcistan’da bir zamanlar var olan ceylan popülasyonu yok olma noktasına geldiği için Gürcistan hükümeti ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı arasında bir işbirliği yapıldı. Bizim Urfa’da yetiştirilen ceylanlardan on tanesi oraya nakledildi. Bu tür şeyler tabii ki mümkün.

Ama ideal bir çözüm değil. İdeal olanı hayvanın kendi doğal dinamikleri içerisinde nüfusunu büyütmesi, kendisinin göç etmesi.

Anadolu kaplanları diye bir deyim var işadamları için kullanılan. Madem artık kaplan yok ülkemizde, acaba bu deyimi Anadolu leoparları diye değiştirilmesi mi gerekir?

Olabilir tabii, Daha güncel, daha yakışan bir şey olabilir bu işadamlarına. Hem farkındalığı da artırır. Benim leopara en çok yakıştırdığım rol, bir topluluğun lideri olması. İmparatoru mu, padişahı mı diyelim artık. Bizim ülkemizde 10 bin küsur bitki türü var. 450 küsur kuş türü var. 160 civarında memeli hayvan türü var. Kelebekler var, balıklar var. Biz bunların hepsini bir paket içerisinde doğal mirasımız olarak ortaya koyacak olsak, bunun etiketi, kapağı, markası leopar olmalıdır. Bizim biyolojik mirasımızın patronu, sembolü leopar olmalıdır.

BİR LEOPARI EVLAT EDİNMEK

Sizin WWF olarak bir kaplan evlat edinin diye bir projeniz var. Neden bir leoparı evlat edinin diye bir kampanya başlatmıyorsunuz?

Bu da güzel bir fikir. Evlat edinme programımızın içine leoparı da dâhil etmemiz lazım.

WWF’in küresel öncelikleri var. Ve bu Asya kedileri dediğimiz aslanlar, kaplanlar, leoparlar gibi türler küresel öncelikli. Bunlar dünya çapında nesli tehlike altında olan türler. Bizim bu evlat edinme programımızda amaç, bu öncelikli türlerin korunması için kaynak oluşturmak. İnsanların yapacakları küçük küçük katkılarla onları evlat edinerek biriktirilen paraları onların korunmasına kullanmak.

Aslında yırtıcılar bizim için tehlike değil, biz insanlar onlar için tehlikeliyiz galiba. Çünkü onların yaşam alanlarını daraltan biziz. Barajlarla, yollarla,elektrik direkleriyle, enerji hatlarıyla. Yahut onların yiyeceği şeyleri boş yere avlayarak...

Aynen öyle. Maalesef biz etki alanımızı genişlettikçe, nüfusumuz arttıkça, otoyollarla, barajlarla her geçen gün onların yaşayabilecekleri alanları biraz daha daraltmış oluyoruz.

Aslında bugün yaşadığımız sıkıntı da bundan kaynaklanıyor.  Bugün dünya nüfusu yedi milyara ulaştı. 2050 yılında on milyara geçecek. Bu kadar insana yeterli olacak kaynaklarımız var mı? Biz bu alanımızı büyüttükçe onların alanını da ister istemez daraltmış oluyoruz.

WWF’in yayınladığı ekolojik ayak izi raporu var. Buna göre dünya, insanların bugünkü taleplerini karşılayacak yeterlilikte değil. Biz yılda bir buçuk dünyanın kaynaklarını tüketiyoruz. Bugüne kadar bankadaki sermayemiz gibi doğanın bir kapitali duruyor. Ve biz şu anda sermayeden tüketmeye başladık. Bu sürdürülebilir bir gidiş değil. Birey başına düşen kaynak tüketim miktarını bir dünyaya eşitlememiz gerekiyor.

Öğrendiğime göre bir türün resmi olarak tükendiğini kabul etme süresi elli yılmış. Elli yıl içinde görünmüyorsa bitti deniyormuş. Son elli yılda Anadolu’da biz neleri kaybettik?

Bundan yüz yıl öncesine kadar Anadolu’da yaşayıp bugün olmayan beş tane tür var. Bunlardan bir tanesi Asya fili. Asya filinin bizim Maraş, Hatay bölgemize kadar yayılış alanı vardı. Yaban öküzü, aslan, çita gibi türlerin yayılış alanlarının Anadolu’ya kadar uzandığına yönelik tarihsel bilgiler var. Ama bunlar bugün yok. Yirminci yüzyılda kaybettiğimiz türlerden biri kaplan.Bunu konuştuk.  Leopar gibi sayısı son derece azalmış durumda olan bir de toy var. Toy hindiye benzeyen yabani bir kuş. Mesela kara akbabalar var, sayıları yüz kadar kalmış durumda. Kara akbabalar ölmüş hayvan leşlerini temizledikleri, onlarla beslendikleri için salgın hastalıkların yayılmasını önleyen bir tür. Bunun yok olmasını önlemek için titiz olmak lazım.

Bir dönem çok popülerdi, kelaynakları kurtardık mı?

Kelaynakların bugün artık doğada kendi başlarına yaşayan popülasyonları yok. Kelaynaklar gözetim altında. İnsan müdahalesiyle, adeta biberonla beslenerek varlığını sağladığımız türler. Mesela tehlike altında olanlardan bir tanesi, telli turna. Edebiyatımızda, kültürümüzde çok önemli yeri var. Genellikle verimli tarım arazileri, sulak bölgeleri seçen, göçen bir kuş türü.   Tek eşli bir canlı. Dişisiyle erkeği birbirleriyle karşılıklı olarak dans eden, kendine has davranışlarıyla insana ilham veren ilginç bir tür. Akdeniz fokunun sayıları son derece azalmış durumda. Yine ala geyik öyle. Ala geyiğin ana vatanı Çukurova bölgesi. Ama bugün nüfusu neredeyse yok olma noktasında. Bir başka örnek lale, kardelen, orkide... 2012 itibariyle 179 bitki ve hayvan türü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum