Malatya İslamcılığının serencamı

Malatya İslamcılığının serencamı

Ayhan Yıldırım'ın Timetürk'te başlattığı 'Malatya İslamcılığı' tartışması devam ediyor.

Ayhan Yıldırım'ın Timetürk'te başlattığı "Malatya İslamcılığı" tartışması devam ediyor.Necip Cengil, Özgün İrade dergisinin 102. sayısında yazdığı “İslâmcılık Tartışmaları ve Malatya İslâmcılığı” başlıklı bir yazıyla, İslâmcılığın Malatya’daki serencamına ilişkin önemli tespitlerde bulunuyor. Dünya Bülteni'nden Asım Öz'de "Zanların ötesinde tartışmayı göze almak" başlıklı yazı ile tartışmaya katıldı

Ayhan Yıldırım'ın geleneğe yaslanarak yazdığı ve benim "ürpertici" bulduğum "İslâmcılık Tartışması ve Malatya İslâmcılığı" başlıklı yazısını okuduğumdan beri zihnimde bazı düşünceler belirmeye başladı. İslamcılığın şehir düzleminde tartışılması noktasında bir kırılma durumuna işaret eden bu yazıyı "İstanbul İslamcılığının" düşüşüne vurgu yapan eleştirilerle birlikte düşündüğümüzde İslamcılık olarak tanımlanan akım içinde yaşanan "düşünsel krizlerin" bir işareti olarak da okumak mümkün.
Yıldırım'ın yazısını okuyup bitirdikten sonra konu hakkında yazı yazmak için dönemin dergilerinin bir kısmının sayfaları arasında buldum kendimi. Çok çetin olan bu mevzuda ilk olarak aklıma M. Said Çekmegil'in, Kalem dergisinin 19-24. sayılarında 1989'da yayımlanan mektubunda yer alan "Bugünlere nerelerden gelmiş olduğumuzu okumuş duymuş olabilirsiniz. Ama o günleri yaşamadınız" ifadeleri geldi. Türkiye'de İslâmcılık tartışmalarının hafızasızlığı konusundaki tespitlerin haklı olduğuna bir kere daha kani oldum. Yıldırım'ın yazısının özellikle ilk kısmında da görüleceği üzere bu tartışmalar metinlerden ziyade abartılı söz oyunlarına yaslanır. Duyguların tesiri ve tahrikiyle yazıldığı belli olan bu yazının birkaç noktada kritik edilmesinin 'davamız' açısından gerekli olduğunu düşünmekteyim. Şu unutulmamalı ki, İslâmî ferasetle kapalı kapılar arasından sızabilmek; odalarda yetiştirilen "limon ağacı"ndan birkaç meyve toplamak, müzmin soğuk algınlıklara karşı insanları evde korumak için birkaç limon tanesi veren fidanlar yetiştirebilmek kolay bir iş değildi.

Öncelikle şu sorular üzerinde düşünülmelidir: Acaba tekil bir yapıdan ve bakış açısından ibaret olmayan "Malatya İslâmcılığı" denilen olgu sadece Yıldırım'ın yazısında öne çıkarılan "Malatyalılar" grubu üzerinden tartışılabilir mi? Süreçler ve kişiler dikkate alınmaksızın doksanlı yılların sonunda fark edilen bazı eserleri okumanın veya yayın sürecine katkı yapmış olmanın getirdiği farkında oluşla ellili ve yetmişli yılları değerlendirmeye çalışmak bir başka haksızlığa sebebiyet vermez mi? Tenkitlerde haklı olunan noktalar olsa bile insaflı bir değerlendirme yapılması gerekmez mi? Hele Etyen Mahçupyan'ın 'İslâmcılarda tenkit yok' önyargılarını hatırlatan şu cümlelerin: "Türkiye'deki İslâmcılık hareketi kendini tenkit etmeyi, öz eleştiri yapmayı maalesef ihmal etti. İçerisinde büyüyüp geliştiği coğrafyanın (Anadolu) tarihi derinliklerine, kültürel zenginliğine daima bigane kaldı." Malatya İslâmcılığının tümünü kapsayacak biçimde kurulabiliyor olması yazarın bu olgu içinde andığı bazı isimleri ve eserleri göz ardı ettiğini göstermez mi? Peki, Yıldırım, yazısında söz ettiği Sadreddin Konevi üzerinde etkili olan İbn Arabi'nin Fusûsu'l-Hikem'inin yetmişli yıllarda Malatya'daki ders halkalarında -Fevzi Özer'in terzi dükkanında- okunduğunu biliyor muydu? Sanırım bu ve buna benzer pek çok noktada ele almaya çalıştığı olgunun tamamını dikkate alan ince tahlillerden sonuçlar çıkarma derdinin oldukça uzağında Yıldırım'ın yazısı.

Yıldırım'ın büyük ölçüde izlenimlere, "kişisel husumetlere" ve Müslüman dünyadan yapılan tercümelerin katkı yaptığı İslâm anlayışını yermeye dayanan 'yerlici' yazısına Necip Cengil Özgün İrade dergisinde yazdığı "İslâmcılık Tartışmaları ve Malatya İslâmcılığı" başlıklı bir yazıyla cevap verdi. Eminim Yıldırım, bu yazıyı okuduktan sonra yazısında yer alan bazı ifadeleri tashih etmek hatta bir kısmından vazgeçmek durumunda kalacaktır. Meselenin kişisel çekişmelere dayalı olan boyutları ise isim vermeksizin belki eser adlarına gönderme yapılarak sürdürülecektir. Cengil bir Malatyalı olarak Yıldırım'ın yazısında ortaya konulan itham edici yaklaşımlardan rahatsız olduğunu yazısının girişinden başlamak üzere hissettirmektedir.
Gerek delilli konuşmak gerekse isimler ve eserler üzerinden yer yer ofansif çoğu zaman defansif niteliğe sahip olduğunu düşündüğüm yazı her şeye rağmen fikri savunma sürecinde gösterdiği kararlılıktan dolayı önemsenmelidir. MTTB dolayımında İslâmcı çevrelerle 1970'li yıllardan itibaren ilişki içerisinde olduğunu belirten Cengil, tanıdığı isimlerden dolayı 1950'li yıllardan itibaren Malatya'da yaşanan değişimi değerlendirebilecek nitelikte bir isim. Bundan dolayı yazısında tarihseli yaşayan ana taşıyan bir yönü var. Ben burada hem Malatya İslamcılığı içinde hem de Türkiye İslamcılığı içinde çok güçlü olmadığını düşündüğüm fakat Müslümanların düşünsel zaaflarının aşılmasına yapmış olduğu katkılardan dolayı müstakil olarak ele alınmasının gerekli olduğunu düşündüğüm "Malatya Ekolü" ile irtibatlı isimler üzerinden bazı meseleleri ele almak istiyorum.

"ARAMIZDAKİ FARK"

Malatya'da İslami uyanış sürecinde özellikle 1950'li yıllar söz konusu olduğunda İsmail Hatip Erzen'in sergilediği mücadele üzerinde mutlaka durulması gerekir. Erzen'in İslâmi Hakikatler ana başlığı altında yayınladığı bir seri kitabında önemli bazı konulardaki yanlış anlayışlara yahut saptırmalara sert bir üslupla karşı koyarak doğru İslâmî anlayışın savunucusu olarak ortaya çıkışı sonraki yıllarda "Malatya Ekolü" olarak belirginleşen düşünceye önemli katkılarda bulunur. Ahmet Ertürk İsmail Hatip Erzen'in önemi konusunda 1990'da Dünya ve İslâm dergisinin 3. sayısında şunları yazmıştı: "İslâm düşünce tarihinde örneklerine fazla rastlamadığımız benzeri yenilikçi şahsiyetlerde olduğu gibi, İ. Hatip Erzen'in de çevresinde bir kayıtsızlık yahut düşmanlık ağı örülmüştü. Geleneksel anlayışa ve yerleşik değerlere karşı koyan herkesin uğradığı yalnızlık ve tecrid edilmişlik yahut duyarsızlık O'nun da peşini bırakmamıştı. Böyle çorak bir iklimde İ. Hatip Erzen'in en yakınında bulunup O'nu samimiyetle dinleyen ve anlamaya çalışan bir avuç insanın başında M. Said Çekmegil geliyordu."

Fakat öncelikle bir konuyu hatırlatmak gerekecektir: Ayhan Yıldırım'ın yazısında ortaya koyduğu yaklaşım tarzı farkında olsun ya da olmasın reflekslerin kaynağı ve argümanları bakımından Necip Fazıl'ın yıllar önce Mehmet Said Çekmegil başta olmak üzere çağdaş Müslüman düşünürler hakkında yapmış olduğu eleştirileri hatırlatmaktadır. Bilindiği gibi Çekmegil, 1940'ların sonundan itibaren Necip Fazıl'la yakın ilişki içerisinde olmuş, Büyük Doğu dergisinin Malatya'da tanınıp okunması için büyük fedakârlıklar yapmıştır. Büyük Doğu dergisinde yazılar yazmış, Büyük Doğu Cemiyetinin kurucu azalarından biri olmuştur. Çünkü o yıllar için Büyük Doğu hareketi İslâm karşıtı oluşlara, kısırlaştırılmış fikre, batılılaşmış politikaya savaş açma manası taşıması bakımından emsalsizdir. Bu hareketin mimarı Necip Fazıl Kısakürek Türkiye çapında Büyük Doğu'yu Cemiyet yapma düşüncesiyle bir davetiye çıkarmış; fakat bu davet İstanbul'dan yeterince karşılık bulamamıştır. Buna karşın, Çekmegil'in de dâhil olduğu Anadolu'dan seçme kurucularla Büyük Doğu Cemiyeti kurulmuş ve Büyük Doğu dergisinin 3 Şubat 1950 tarihli 17. sayısında ilan edilmiştir. Çekmegil, Malatya suikastı adıyla bilinen çoğu kişiyi tedirgin etmekle kalmayıp aynı zamanda Türkiye siyasetini yakından etkileyen bir olayın sonrasında tutuklanan ve Malatya cezaevine konulan Üstad'ını yalnız bırakmamıştır. Pek çok kişi korkudan Necip Fazıl'ın adını dahi anmaktan çekinirken, o cezaevine yün döşek ve yorgan götürmüş her hafta düzenli olarak ev yemekleri taşımıştır onun için. Sonraki yıllarda Malatya'ya gelen Necip Fazıl "Çekmegil'in atölyesi akademi" diye yazacaktır. Fakat Çekmegil'in İsmail Hatip Erzen'le tanıştıktan sonra belirginlik kazanan eleştirel bakışı, kaynaklara yaklaşım usulü ve çalışmalarını daha kavramsal düzeyde yapmaya başlaması Büyük Doğu ile esaslı bir farklılaşmayı beraberinde getirmiştir. Hatta Necip Fazıl bir gün "Çekmegilcilik şöyle falan" diye laflar ettiğinde Çekmegil ona "Üstad, zaten tarih boyunca bir sürü gruplar çıkmış. Bir de Çekmegilcilik diye bir grup çıkmasın" demek durumunda kalmıştır. Çekmegil'in Büyük Doğu ile ilişkisi, bu hareket hakkındaki düşünceleri Kriter dergisinin 37. sayısından 48. sayısına kadar "Büyük Doğu-Necip Fazıl" başlıklı yazılarda ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Vahit Gönüldaş tarafından kaleme alınan bu tefrikaya bakıldığında Türkiye'de Necip Fazıl üzerine düşünme ve yazma tarzının bir boyutunun Necip Fazıl özel sayılarının bibliyografyasında bile üstünün nasıl örtüldüğü daha iyi görülecektir.

BİR ÇARPIKLIK OLARAK "YERLİLİK"
Çekmegil 1960'larda, biraz daha bariz şekilde görünen İslâmi uyanış sürecinin tek partili yıllara uzanan seyrini nasıl gördüğünü ve bu uyanışın kaynaklarını, bir soruya cevaplarken şöylece açıklayacaktır: "Hani bir temsil vardır: Su kazana konulur da altında ateş yakılırsa uzun süre ses seda vermez. Oysa altında yanan ateş fark ettirmeden suyu ısıtmaya devam eder. Sonra bakarsın ki, kazan dibinde yavaş yavaş tomurcuklar belirir, buharlaşma başlar. Bu hal suyun kaynamaya başlamasının işaretidir. Sonra fokur fokur kaynar, taşıp durmaya başlar.

(...) Ta Osmanlının çöküş döneminde Said Halim Paşalar, Mehmed Akif'ler, Said Kürdiler (Nursi) gibi gayyur şahsiyetler; 'Sırat-ı Müstakim', 'Sebilürreşad' benzeri neşriyatlar, İslâm aleminde gelişerek Türkiye'ye taşınan fikri cehtleri 1920'lerden sonra tomurcuklanmaya başlamıştır, 1928'lerde Ömer Rıza tarafından Türkçeye çevrilerek 9'u asli harflerle, 10. cildi de Latin harfleriyle yayınlanan on ciltlik Asr-ı Saadet Tarihi ve 1935'te yayınlanmaya başlanıp 1938'de tamamlanan Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın dokuz ciltlik tefsiri; 50 yıl aralıklarla yayınlanıp duran Sebilürreşad mecmuası ve benzeri gayretlerin ısıtmaya başladığı bir Türkiye vardır. Yer yer aksayan, doyurur bulunmayan bu gayretler, bazı yanlışlarına rağmen, Türkiye'de Müslümanların şuurlanmasına pek çok katkıları olmuştur.

Mesela 1950'de kurularak yurdun pek çok yerinde şubeler açan Büyük Doğu Cemiyeti, ki biz de onun kurucularındanız. O zamanlar genç heyecanlarla arka arkaya yayınladığımız 'Ruhta İnkılap', 'İnsanoğlu Kendini Arıyor', 'Bir Nur Doğacak' adlı kitaplarımız gibi neşriyatımızla, karınca kaderince, bu doğruluşlara katkıda bulunuyorduk.

Bütün aksamalarına ve 'Umumi Reisi'nin mistik yapısına rağmen Büyük Doğu Cemiyeti bir silkiniş davasını ve kendisine geliş ayıklığını gösterir. Necip Fazıl bir düşünce aksiyonunun yılmayan bir sanatkârıdır; duygusallığının öne çıkarılmasının ve daima önde olma tutkusunun aksaklıklarını göz ardı edebilirsek, hafakanlarının yoğurduğu bir dava adamıdır, diyebiliriz ona."
Çekmegil'in bu ifadeleri hakkıyla anlaşılabilirse Yıldırım'ın yazısında yer alan şu ifadelerin ne kadar temelsiz ve zanni olduğu görülecektir. " "Geçmişte İbni Arabilerin, Sadreddin Konevilerin, Somuncu Babaların aşiyân-ı manevisi olan Malatya geçmişin müslüman aklının ve irfanın tecelli ettiği ulu camilerden, mescitlerden, kervansaraylardan ve tarihi han ve köprülerden mahrum kalmıştı. Bu mahrumiyet daha sonraları şehirde gelişecek olan İslâmcılığın karakteristiğini de tayin edecekti. Malatya'daki İslâmcılar İslâm'ı Seyyid Kutup'un "Yoldaki İşaretler", "Fizilâli'l-Kur'ân" ve Mevdudi'nin "Dört Terim" ve "Tefhimu'l-Kur'ân" gibi kitaplarından öğreniyorlardı. Okuduklarını soğukkanlılıkla değerlendirmek ve özümsemek yerine hemen hayata geçirmeyi istiyorlardı."

"Yerlilik" vurgusu ile neyin anlatılmak istendiği de yeterince açık görünmüyor. Nedense azmini kaybedenler, her şeyi kuru laftan, ölü klişelerden, cevheri düşmüş kabuklardan ibaret sananlar yerlilik limanında ikamet etmeyi önceliyorlar. Sanırım, bu kavramın dünyasını yalnızca coğrafya bakımından, yani mekansal olarak değil, onun dünyaya bakışını, düşüncelerini de kapsayacak biçimde geniş anlamda aldığımızda karşımıza milliyetçiliğin çıkacağının da farkında olunması gerekir. Bun karşın yazarın bidat ve hurafe kavramlarını sorgulamaksızın savunan çevrelerden farklı bir yerde durması Malatya ekolünün etkisinden kaynaklanıyor olsa gerek. En azından ben böyle bir etkileşimin olduğu sonucuna ulaşıyorum.

Meseleleri istihfaf yoluna giderek Çekmegil'in düşünce dünyasını ve eserlerini eleştirel teorinin mektebi Frankfurt Okulu'nu anarak küçültmeye çalışmak onu anlamamış olmanın bir başka örneği olarak mutlaka zikredilmelidir. Çünkü bir Müslüman'ın düşüncelerini, yaklaşımlarını kritik ederken hareket noktasını, İslâm ilim, tefekkür, fıkıh, kelam geleneklerini takip ederek, bağlamına oturtarak değerlendirmek gerekmektedir. Eğer bu bakış ortaya konulmazsa gelenek olarak savunulan çoğu şeyin aslında postmodernliğin yansıması olduğu şeklindeki düşünce doğrulanacaktır ki, Çekmegil eleştirileri bunu göstermektedir. Anlaşılan o ki, İslâm irfanının ortaya çıkmasına izin vermediği düşünülen modernliğin karşısında postmodernlik bir imkân olarak görülmektedir.

Hasan Basri Çantay'ın Alak suresinin dördüncü ayetine "Dikkat et -ayık ol- (okumayan) azar." şeklinde meal vermiş olduğunu hatırlatan Çekmegil ömrü boyunca okumayı ve okuduklarını kritik etmeyi önemsemiştir. Bu yüzden kendisine kitabını imzalayıp hediye ettiği zaman, salatın gereğine çağırdığı Ruşen Çakır Ayet ve Slogan eserinde Türkiye'de İslâmî oluşumlara bakarken onunla ilgili olarak şunları kaydediyordu: "...Özgün İslâmi yaklaşım sahibi bazı aydınların da onlarla anılmasına yol açtı. Bunların en ünlüsü Malatya'da yaşayan ve sayısız öğrenci yetiştirmiş olan Said Çekmegil... Kendi kendini yetiştirmiş karizmatik bir kişi... Her önüne gelen din adamının 'Kur'ân, Peygamber diyor ki' diye başlayıp aklına eseni söylemesine karşı mücadele ediyor... Çekmegil akademik bir üsluba sahip... Onun yöntemi kendi tezinin antitezi 'mağlup etmesi' üzerine kuruluyordu. Sonuçta kişisellikten arındırılmış bir İslâm anlayışını savunan Çekmegil kişisel bir otoriteye talipti."

Necip Cengil'in Özgün İrade'de yer alan yazısı aynı zamanda Cengil'in geçmişe ilişkin izlenimlerinden parçalar sunması bakımından da dikkate değer: "Ben "akıl, fikir, duygu gözlerimi" Malatya'da açtım. İman tanımımı orada yaptım. Kardeşlik tanımımı orada edindim. Yanlışları ve doğruları tanıma fırsatı bulduğum samimi bir atmosferin içinde, çocukluktan çıktığım dönemleri ve gençliğimi yaşadım. Üzüldüğüm şeyler oldu, kahrettiğim şeyler oldu ancak pişmanlık duymadığım bir hayatım oldu. Bana bu konuyu soranlara şöyle dedim: "üzüldüğüm şeyler var ama yaşadıklarıma pişman değilim.""

Ne var ki bugün Malatya Ekolü olarak adlandırılan Mehmet Sait Çekmegil'in fikir dünyası ile genel olarak Malatyalılar olarak anılan çevrenin düşünce dünyası arasında gönül bağından kaynaklanan yakınlıklar bulunmuş olsa da usulde görülen farklılıklar çok fazladır. Usul farklılığının en önemli göstergesi Çekmegil'in rivayetlere yaklaşımında ortaya koyduğu eleştirel bakışın Malatyalıların yayınladığı dergilerde ve kitaplarda çoğu zaman rastlanmayışıdır. Çekmegil'in düşünce dünyası Büyük Doğu'dan itibaren takip edildiğinde kaynaklara dönüş anlayışının Türkiye'deki ve dünyadaki seyrine ilişkin önemli çıkarımlar elde edilebilir. Fakat Malatyalılar olarak anılan çevrenin çıkardığı dergiler İslamcı bir dergi olmakla Sızıntı dergisi üslubu arasında gidip gelen bir bakışa sahip oldukları için düşünsel bakımdan süreklilikleri irdelemek pek mümkün olmamaktadır. Bu konularda Yıldırım'ın yapmış olduğu şu tespitlerin tartışılması gerektiğini düşünüyorum: "Malatyalı İslamcıların sadece kaba mesajla iktifa etme zaafları, fikriyat oluşturamama, sistemli yaklaşamama açmazları teşebbüste bulundukları işlerde de kendisini gösteriyor. Çıkardıkları dergilerin, kurdukları yayınevlerinin bir iki yıl içerisinde kapanması bile onların Malatya'dan beraberlerinde getirdikleri süreklilik ve temadi duygusundan yoksun olma zaaflarını açıkça ortaya koyuyor."

Yıldırım'ın Özgün Düşünce dergisi ile Özgün Duruş gazetesi üzerinden yaptığını düşündüğüm bu değerlendirmelerin doksanlı yıllardaki Değişim dergisi ile halen yayın hayatını sürdüren Özgün İrade'nin iç kırılmaları üzerinden yapılmasının Malatya İslamcılığını tartışmak açısından önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum. Öte yandan Malatya'dan Türkiye'ye yayılan ve düşünce dünyası açısından önemli olan Çekmegil'in Türkiye'de İslâmcılıkla ilgili hemen her şeyi kuşatma iddiası taşıyan kitaplarda bile değerlendirilmek bir yana adının bile anılmaması İslamcılığa dair çalışmaları popülerliğin medyatik kanatları altında yazıldığını göstermektedir.

Malatya İslâmcılığını kaynaklara dayalı olarak daha yakından tanımak isteyenler, başta Mehmet Sait Çekmegil'in kitapları ve yazıları olmak üzere Süleyman Arslantaş'ın Said Ertürk'ü anlattığı İzler, zamanın Malatya müftüsü 'ikonoklast karakter' İsmail Hatip Erzen'in hayatı hakkında önemli bilgiler içeren M. Said Erzen'in Dünden Bugüne Erzen Ailesi kitabı ve Metin Önal Mengüşoğlu'nun Bilge Terzi kitaplarını dikkatle okumalıdırlar. Mengüşoğlu'nun gelecek yıl yayımlanacak olan Necip Fazıl monografisi tartışmayı şahitlik temelinde sürdürmek isteyenler açısından oldukça önemli katkılar sunacaktır. Bu eserler üzerinden yapılacak tartışmalar Çekmegil'in delili öne çıkaran, "kişisellikten arındırılmış İslâm anlayışını savunan" usulüne uygun olacağından dolayı tartışmayı daha da bereketli kılacaktır.

Çekmegil'in 1995'te yazmış olduğu şiirde yer alan dizelerle bağlayalım bu yazıyı:
"Kim ne derse desin güzellikler Allah'tandır
Çirkinlik görürsen eğer insandandır
Dünya gelip geçilen bir handır
Anladım
(ASIM ÖZ)

timetürk

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler