“Marmara’nın oralarda” Musibetlerin lapa lapa yağdığı an’ın anısına…

“Marmara’nın oralarda” Musibetlerin lapa lapa yağdığı an’ın anısına…

Dostum Ocağın en sert yamacından geçtim Asırlardan en pahalı zamanı Nesillerden en yamanını aldım Karın kırmızıya çaldığı bu karakışta Avucuma kardelenler ektim.

Dostum

Ocağın en sert yamacından geçtim

Asırlardan en pahalı zamanı

Nesillerden en yamanını aldım

Karın kırmızıya çaldığı bu karakışta

Avucuma kardelenler ektim

Lale tadında

Sonra

Makbul bir dua olsun

Dolunay doğsun diye

Bu gece sana

Yıldızlara uzandım

İstanbul’da

Ayaklarımı eteklerimi topladım

Çökük dizlerimi karnıma aldım

Aguşumu açarak

Bir derviş gibi

Yuşa tepesine adandım

 

Hazret−i Yuşa’yı bin Selam

Eyyub−ül Ensari’yi bin rahmet

O kadar Veli

Ve de saidi

Minnetle andım

 

Efendim

Bigane bir şehirdesin şimdi

Irak

Belli ki bigane

Ay parçası camdır aynalarda

Yıldızlar düşer aynalardan

Akis akis

Ve benim gönlüm camdır şimdi

Bunu re’sulayn’de

Ta çobanlık yaptığım günlerden bilirim

 

Efendim

Puslu bir karayel düştü şimdi

İhanet nankör

İhanet diz boyu

İhanet hayat yutan bir hortumdur

Bizimdir dediğimiz sokaklarda

Bunu doğduğumuzdan beri

Sayısızdır görüyoruz

Biraz da bu değil mi

Bizi yetim koyan

Bizi ele muhtaç eden

Ve de ihtiyarlatan

 

Efendim

Sen

‘Çember daralıyor’ dediğinden beridir

Gözün uyku tutmuyor

Gözün cennet tütüyor

Yüzün hasret kokuyor

O zamandan beri

Yüzüm hicran…

Marmara’nın oralarda

İstanbul’da / Beykoz’da

En kasvet−engiz yanından

Ocağın ve Asr’ın herhangi bir vaktinde

 

Sanki sen

Arafat’ta Urane vadisindesin

Sanki sen

Mescid−i Nebevi’de Hattaboğlu Ömersin

Ve sanki sen

Dicle diyarından

Kerb u Bela’dan

Bize kalan Hüseynsin

 

Dostum

Bir ay vurdum bu gece / Rüyada

Badiye kadar yüreği vardı

Nehirler kadar saçları

Bizim kadar ekmeği

Ve hazana çalan bir siması vardı

Yürürken ardından

Öksüzler ağlardı

Kadınlar ağlardı

Çocuklar ağlardı

Camiye giden çocuklar

‘Elif lam mim…’ dedi diye

Hapse düşen çocuklar

Bizim çocuklarımız

Denize düşerken gördüm onu

Şeyda dolu gözleri vardı

Ahu gibi yüreği

Bir kardelen uzattım

Ardından

Bir kardelen daha

Lale tadında

Fesleğen gibi bir kokusu vardı / yalnız

 

Yalnız ve

Tarihe metruk

Şehirler kadar ıssızdı

 

Bir zarfa düştü sonra

Bir Burak

Bir refref düştü yoluna

Bir güvercin aldı onu

Özenle koydu gagasına

Ve özgürlüğe uçtu

Bir toz katmanı geldi

Marmara’ya

Gelen deprem gibi

Bir tozan

Bir buruk

Ve hazan bıraktı ardından

Genizleri yakan

Giden o olmasına rağmen

Amenna

Ne varsa kaldı onu anımsatan

Gözleri bile

Adına nergis dedim

Adına şehid dedim

Adıma ise hicran

 

Sonra

Bir içimlik bengisuyu

Vahada serab gördüm

Mekke’de zemzem

Biraz da Hacer

Dönüp giderken o

Dönülmesi gerekene

Adına hüzün dedim

Adına çile dedim

Adına firak

Sürgünler gibi fakir

Ve de çıplak

Bir bilsen

Bu gece onunla

Ne vuslatlar büyüttüm

Senin için ne düşler besledim

Ne güller derledim

Yarına / ve kokular

Adına Ahmed dedim

Adına reyhan dedim

Adıma ise zindan

Senin için

Derken uyandım

Senin vuslatını

Benim firakıma mezceden

Rüyadan

 

Efendim

Hayırdır İnşaallah!

Habire yetimliğime çağrı alıyorum

Habire yetimliğime çağrı alıyorsun

Beyazın üzerine

Siyah çığlıkların düştüğü

Bu karakışta

Kendi üslubunca bir aşure

Kurşun renginde bir randevuda tadıyorsun

Adı ölüm

Adı hicret

Yani şehadet olan bir randevu

Yani firak yani tanık / Tanıdık

Sonra sen

Tarihine öykündüğüm

En öksüz yüzümü alıp

Hoyratça kabarmış boğazın

Çılgın dalgalarına çarpıyorsun

Beykoz’da

Konstantiniyye’de

Yani Marmara’da

Gomore sırıtan

Şehrin kirli suratına

Sodomun torunlarına

Kendinle beraber

Bir kasırga

Ve tufan kaldırıyorsun

 

Üzerimize Uhudlar kadar acı

Bir ğamın düştü o zaman

Üzerimize gözü dem’ analar kadar

Bir yas düştü o zaman

Üzerimize virane virane haneler

İffet timsali bacılar

Ve yadigar

Çocuklar düştü

Sonra

En kirletilmiş kelimeler

En şaklaban adamlar

Apolet omuzlar

Ve acımasız bakışlar düştü

Bacasından

Yiğitlik öğrettiğin ocakla beraber

İkibinde

Bir de sen gittikten sonra

Medinet’ün−Nebiyi sardığı kadar

İkibin açılı bir ifk

Döküm döküm dökülen

Çılgın alevlere yakıt

İbn−i Selul suratlı

Bir nifak düştü

O zaman

 

Bunu duyan

Yer ve gök

Güneş ve ay inledi

Bunu duyan

Kış ve yaz

Bahar ve güz

Tüm mevsimler inledi

Ve bunu

Doğudan batıya

Batıdan kuzeye

Ta güneye kadar

Bütün bir âlem izledi

Gözlerini

Ekranların Yahudi gözlerine dikerek

Ve büyülenerek

Ne müdhiş bir zamandı

O zaman…

 

Güneşe

Avazım kadar bir çığlıkla

Şahid ol dedim

Ve şahid olan her şeye

Şahid olun dedim

Bunu duyan analar

Harabe hanelerinde dövündüler

Yasa düşüp ağıt yaktılar

Parmaklarını

Büyük bir imanla toplayıp

Göğün en tepesine uzattılar

Kendi dillerinde bir öfke ve kasem sarındılar

Anadolu’nun

Ve Mezopotamya’nın

Cihad tüten dağlarında

 

 

Sonra kalınan yerden

Zikre devam diye

Bir tesbih kopardım dalından

Kokusu kendir

Danesi efruz olan

Adı zakir

Adı abid

Adı cahid olan bir tesbih

Tırnaklarımla topladım sonra

Bende kalan bütün anılarını

Hepsini

Zerre zerre…

Beykoz sırtlarından

Ta Toroslara kadar

Zozanlara

Botanlara kadar

“Ey heviyé miné bist sali”

Dediğin yiğitlerle beraber

 

 

Onları

Sana göndereyim diye

Gözyaşlarımla yıkayıp

Kayıtlara geçirdim

Diyarbakır’a

Van’a

Mardin’e / yani

Yurdumun her bucağına uzandım

Yıldız yıldız

Saçına sardım gecenin

Kendi ellerimle

Ve elleri

Ellerim olan ellerle

Efendim / geride

Nasipten mahrum

Ruhlar kaldı şimdi

İşte ben

En mahşeri meydanlarda

Saçlarımı çarmıh yapıp

Gözlerimle astım onları

Küllerini

Ebedi kalmak üzere

Korkunç çukurlara

Çılgın cehennemlere

Savurdum.

Mehmet Said Karacadağ

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler