Merhamet ve Şiddet

Merhamet ve Şiddet

Allah−u Teala’nın insan fıtratına yerleştirdiği duygulardan ikisi merhamet ve şiddettir. Bu iki hissiyat birbirinin tersidirler.

Allah−u Teala’nın insan fıtratına yerleştirdiği duygulardan ikisi merhamet ve şiddettir. Bu iki hissiyat birbirinin tersidirler. Aynı anda bir arada bulunmaları veya insanın fıtratından silinmeleri mümkün değildir. Fıtratla ters düşen ve değiştirilmesine çalışan hep mağlubiyetle karşılaşmıştır. Fıtrat, Allah−u Teala tarafından yaratıldığı için ilk günkü gibi her şeyi ile hep aynen kalmıştır ve kıyamete kadar da öyle kalacaktır.

Evet, fıtrata yüklenen bütün duygular gibi merhamet ve şiddet duygularının da insanın fıtratından silinmesi mümkün değildir. Ancak mecraları değiştirilebilir. Mesela, Müslüman, mazlum ve müstazaflar yerine kâfir, zalim ve müstekbirlere merhamet edilip şiddetin de kâfirler, zalimler ve müstekbirler yerine Müslümanlar, mazlumlar ve mustazaflara karşı kullanılması mümkündür. Fakat böyle fıtri bir sapıklığa düşenler mevcuttur ve sapıklıkların yaygın olduğu bir dünyada huzur diye bir şey kalmadığı gibi ahirette de bu sapıklığa düşenlerin yeri cehennemdir.

Zaten dünyamızı boğan fitneler ve huzursuzluklar bu fıtrat dışı uygulamaların neticesi değil midir?

Memleketleri işgal edilen, her gün bebekleri, aciz gençleri öldürülen, evleri başlarına yıkılan, füze ve bombalarla harap edilen, binlercesi zindanlara tıkılan ve daha nice zulümlere maruz kalanlar kendi özgürlük ve yaşam hakları için bunlara karşı çıktıkları an terörist ilan ediliyor. Ama bu cinayetlere imza atan, hatta dünyanın tümünü fitne ve cinayetlerinde araç olarak kullanan İsrail Siyonist eşkıyaları meşru devlete sahip kabul ediliyor ve işledikleri cinayetler de terörizme karşı verilen meşru mücadele olarak görülüyor.

Yüzyıllarca dünyaya kan kusturan, atom bombası kullanıp binlerce insanı öldüren, direk veya dolaylı bütün İslam memleketlerini işgal eden, bölüp parçalayan ve her bir parçanın başına uşaklarından birini musallat eden, Allah’ın dinini ve hükümlerini yasaklayan, emr−i bi’l ma’ruf ve nehy−i ani’l münkeri en büyük ve affedilmez cinayet sayan, yaptıkları vahşetlere karşı baş eğmeyenleri terörist ilan edip çoluk−çocuk ayırt etmeden emsalsiz bombalarını şehir ve köylerde sivillerin başlarına boşaltan, her şeyi yıkıp yakan, sağ kalıp esir düşen savunmasız Müslümanların mallarını talan etmekle yetinmeyip böbrek, kalp, göz ve benzeri organlarını da çalan, iffetli kadınların ırzına geçen, kendi ahlaksız yayınları ile milyarlarca insanı ahlaksızlaştıran, batıl ve aldatıcı felsefeleri ile tarihte benzeri görülmeyen bir dinsizliği yaygınlaştıran, hatta yeryüzünde bütün mahlûkata zulmünü teşmil edip göklere göz diken Avrupa ve Amerika canileri bunca küfür, zulüm ve vahşetlerine rağmen meşru devlet ve yaptıkları da özgürlük mücadelesi sayılıyor. Bunca cinayetleri alkışlanıyor.

Bundan daha acı bir durum ise hadisce “Ulemau’s−Su” (kötü âlimler) diye isimlendirilen “Bel’am” misali bazı sözde âlimler de bir taraftan bu vahşi sürülerinin vahşetlerini alkışlarken diğer taraftan da hoşgörüden dem vurup cihada karşı çıkıyorlar. Cihad ile ilgili nasları tevil etmeye çalışıyorlar ki vahşetleri daha fazla sürsün ve dünyada işlediklere bunca zulüm karşılıksız ve cezasız kalsın. Hatta bununla da yetinmiyorlar, ahirette de ceza görmemeleri için onlara dua edip, “Cehennemin varlığı ve onda insanların ebediyen ceza görmesi Allah’ın merhametine uygun düşmez” diye cehennemin varlığına bile karşı çıkmaya çalışıyorlar.

Bu fıtri sapıklıklara karşı asrımızın müceddidi olan Üstad Bediüzzaman’ın birçok beyanatı mevcuttur. Bilhassa şu beyanatı bu konuyu çok güzel izah etmektedir.

“Şefkat yüzünden esasat-ı İslâmiyenin haricindeki bid'at ve dalâlet yollarına sapanları çeviren bir hakikattır.

Şefkat-i insaniye, merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduğundan, elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve Rahmetenli'l-Âlemin zâtın (a.s.m.) mertebe-i şefkatinden taşmamak gerektir. Eğer aşsa ve taşsa, o şefkat, elbette merhamet ve şefkat değildir; belki dalâlete ve ilhada sirayet eden bir maraz-ı ruhî ve bir sakam-ı kalbîdir.

Meselâ, kâfir ve münafıkların Cehennemde yanmalarını ve azap ve cihad gibi hadiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve tevile sapmak, Kur'ân'ın ve edyân-ı semâviyenin bir kısm-ı azîmini inkâr ve tekzip olduğu gibi, bir zulm-ü azîm ve gayet derecede bir merhametsizliktir.

Çünkü mâsum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârâne şefkat etmek, o biçare hayvanlara şedit bir gadr ve vahşi bir vicdansızlıktır. Ve binler Müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i imanın su-i akıbetine ve müthiş günahlara sevk eden adamlara şefkatkârâne taraftar olmak ve merhametkârâne cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana dehşetli bir merhametsizlik ve şenî bir gadirdir.

Risale-i Nur'da kat'iyetle ispat edilmiş ki, küfür ve dalâlet, kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata bir zulm-ü azîmdir ve rahmetin ref'ine ve âfâtın nüzulüne vesiledir. Hattâ deniz dibinde balıklar, cânilerden şekva ederler ki, "İstirahatimizin selbine sebep oldular" diye rivâyet-i sahiha vardır.

O halde kâfirin azap çekmesine acıyıp şefkat eden adam, şefkata lâyık hadsiz mâsumlara acımıyor ve şefkat etmeyip ve hadsiz merhametsizlik ediyor demektir. Yalnız bu var ki, müstehaklara âfât geldiği zaman mâsumlar da yanarlar; onlara acımamak olmuyor. Fakat cânilerin cezalarından zarar gören mazlumların hakkında gizli bir merhamet var.[1]

Dünyada rezalet bulundukça faziletin ona karşı cihad etmesi zaruridir. Muhakkak cihad ebedidir.

İnzar Dergisi

[1] Kastamonu Lahikası

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.