Minhac'ul Kur'ân -1

Minhac'ul Kur'ân -1

Allahu Tebareke ve Teala’nın izni ve tevfikiyle bundan böyle “Minhac’ul Kur’ân” (Kur’an’ın açık yolu) başlığı altında bir tefsir sohbetini sizinle paylaşmak niyetindeyiz.

Allahu Tebareke ve Teala’nın izni ve tevfikiyle bundan böyle “Minhac’ul Kur’ân” (Kur’an’ın açık yolu) başlığı altında bir tefsir sohbetini sizinle paylaşmak niyetindeyiz. Dünya hayatımıza, özellikle de günlük, pratik meselelerimize ışık tutacak ve yeni neslimizin sorunlarına cevap olacak şekilde sünnet ve büyük müfessirlerimizin tefsirlerinin cevherlerini size aktarmaya çalışacağız.

Allahu Tebareke ve Teala, bu önemli hedefte bizi doğru olandan ayırmasın ve yardımıyla sarf edeceğimiz her kelimede, ihlâs ve hikmeti nasip etsin. Kardeşlerimizden de dua talep etmekteyiz. Allahu Tebareke ve Teala hepimizin yar ve yardımcısı olsun.

Dünya hayatı bir okyanus, insanın hayatı ise okyanusta fırtına ve dalgalara yakalanmış bir gemi gibidir. Bu geminin Sahil-i Selamete çıkması için ne kadar tecrübeli ve usta bir kaptana ihtiyacı varsa, insanın bu dünyada ondan daha ziyade, sayılmayacak niteliklere sahip kamil bir rehbere ve mürşide ihtiyacı vardır.

Çünkü geminin batmasıyla gemidekilerin dünya hayatları mahvolur. İnsanın rehbersizlikten İslam dışı bir yola sapması ile hem dünyadaki geçici hayatı, hem de ahiretteki ebedi hayatı mahvolur. Çünkü dünyada da gerçek mutluluk İslam’a göre yaşamaktadır. Ahirette cehennem gibi korkunç bir cezaevinden kurtulup cennet gibi bir mükâfat diyarında ebediyen yaşamak da onunla kazanılır. İnsan bu iki zıt kutupların arasında tercih etmek zorundadır.

İnsan, her şeyden daha önemli olan bu durumu düşündüğünde Allahu Tebareke ve Teala’nın insanlara tek mutluluk çaresi olan İslamiyet’ten sapmamaları için peygamber ve elçilerini onlara rehber olarak gönderip onlara Allah’tan aldıkları vahiyle önderlik ve rehberlik etmelerinin ne kadar önemli ve insanlara verilenin ne kadar büyük bir nimet ve ihsan olduğu anlaşılıyor.

Dünya ve ahiret Allah’a ait olduğundan ve her iki memleketin sahibi ve yaratıcısı O olduğundan ve O’nun rızası dışında hiç kimsenin rızası hiçbir işe yaramadığından sadece O’nun emirlerine, talimatlarına ve irşadatına kulak verilmelidir; öğrenilmelidir ve herkes hayatını ona göre şekillendirmelidir. Yoksa havanda su dövmek gibi abesle iştigal olur.

Önceki peygamberler zamanında onların vasıtasıyla insanlara gönderilen kitaplar önemliydi ve rehber seçilmeliydi. Ancak Allah’u Teala’nın son peygamberini yani Hz. Muhammed aleyhisselatu vesselamı gönderdikten sonra, artık onun vasıtasıyla gönderilen ve kıyamete kadar bütün insanlar için tek düstur, kaynak ve hayat programı seçilen, birçok yönüyle mucize olan Kur’an-ı Kerim önemlidir, rehber edinilmelidir. Bütün emek ona ve onun anlaşılmasına yardımcı olan ilimlere tahsis edilmelidir. Yoksa hayat gemimiz kaptansız kalır, okyanusun şiddetli dalga ve fırtınalarına dayanamaz ve batar, ebedi hüsrana maruz kalırız ve hiçbir pişmanlık artık fayda vermez.

İşte Kur’an-ı Kerim’in eşsiz rehber olduğu, had ve hesaba gelmeyen söz konusu önemi için elimizden geldiği kadar ondan istifade etmeye çalışacağız. Onun yerini tutacak hiçbir eser yoktur ve bütün ilmi eserler onun şerhi-tefsiri ve hizmetçileridir. Çünkü o, Allah’u Teala’nın en son mesajıdır.

Bu yazımızı onun tarifine (tanımına) ayıracağız. Çünkü insan neye el atarsa her şeyden evvel onun tanımı gelir. Sonra da gereken bazı bilgileri aktarmaya çalışacağız ve ondan sonra da tefsire geçeceğiz inşaallah.

Birçok İslam âlimi, özellikle de usul âlimleri Kur’an’a çok güzel tarifler (tanımlar) getirmişlerdir (Allah’u Teala hepsinden de razı olsun). Bu konuda Üstad Bediüzzaman’ın tarifini nakledeceğiz.

“Kur’an nedir? Tarifi nasıldır?

El-Cevap: Kur’an, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi…”

Yani içinde yaşadığımız kainat; varlık alemi hal diliyle muazzam bir kitap gibi had ve hesaba gelmeyen manaları ifade ediyor. Tabi malumdur, çoğu insanlar varlıkların dilinden anlayamıyorlar. İşte Kur’an-ı Kerim varlıkların kendi dilleriyle ifade ettikleri manalarına tercümanlık ediyor. Ve bu Kur’an-ı Kerim ezel vasfına sahip olan Allah-u Teala’ya aittir.

“Ve âyât-i tekviniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi…”

Yani Allah-u Teala’dan başka mucid olmadığı bir hakikattır. Bütün varlıklar kendi dilleriyle bu hakikati haykırmaktadırlar. Ancak onların dillerinden herkes anlamadığı için Kur’an-ı Kerim onları anladığımız bir dille tercüme ediyor. Tabi varlıklar ebediyen bu hakikati haykırdıkları için Kur’an-ı Kerim de ebediyen bu haykırmaları tercüme ediyor.

“Ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri...”

Yani kâinat kitabı iki bölümden ibarettir. Bir bölümü görünen yazı ile yazılmıştır, bir bölümü de görünmeyen yazı ile yazılmıştır. Mesela melekler, cinler veya ahiret âlemi gibi varlıklar, şimdilik göremediğimiz bir çeşit yazıyla yazılmış kâinat kitabının bazı sahifeleridirler. İnsan, hayvan, bitki, su, dağ, yıldız vs varlıklarda görebildiğimiz bir çeşit yazıyla yazılmış kâinat kitabının diğer sahifeleridir. İşte Kur’an-ı Kerim bu kâinat kitabının her iki bölümünü de tefsir ediyor, açıklıyor, şifrelerini çözüyor ve meçhuliyetini kaldırıyor.

“Ve zeminde ve gökte gizli esma-i İlahiyenin manevî hazinelerinin keşşafı…”

Yani zemin, gök ve içindekilerle beraber Allah-u Teala’nın birçok ismine ayinedarlık ve haznedarlık ediyorlar. Ancak ülfet ve cehalet perdeleri birçok gözden bunları gizlemiştir. Bu aynaların gösterdikleri isimleri göremiyorlar, hatta bunların birer ayna olduğunu da fark edemiyorlar. İşte Kur’an-ı Kerim bu perdeleri kaldırıp görünmeyen isimleri kör gözlere gösteriyor.

İnzar Dergisi

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.