
Modern Fikirler Sarmalı, Pragmatizm 1
Dünya benim etrafımda dönüyor’’ algısı, nefs-i emmarenin telkin ettiği son derece şeytani bir vesvesedir.
Yerin ve göğün mutlak hükümdarı olan Allah’ın adıyla.
İnsanlık tarihinin son iki yüz yılını kapsayan zaman dilimi, genellikle modern dünya olarak tanımlanmaktadır. Bu süre zarfında insanlık, onlarca fikir, ideoloji, felsefi ve edebi akım, farklı ekoller ve düşünce çeşitleri ile karşılaşmaktadır. Bu akımlar, bazen marksizm ve komünizm gibi birbirine benzer, bazen de sosyalizm ve kapitalizm gibi görünürde birbirine zıt ekolleri kapsamaktadır. Bununla beraber felsefi ve düşünsel müktesebattan ayrı olarak salt yaşam biçimi diye adlandırdığımız akımlara da tanıklık edilmektedir.
Kesin olan şu ki, İlahi olgudan yoksun olan bu akımlar, algısal ve geçici olan amaçlara hizmet etmiştir. Söz konusu kliklerin kurtuluşu, kendisi gibi acz ve fakra müptela bir türden (insandan) araması, hüsranlar dizinine sebep olmuştur. Üstad Bediüzzaman’ın, Mesnev-i Nuriye isimli risalesinde vurguladığı bu hakikat, son derece yerindedir: ‘’İnsan fıtraten mükerrem (kıymetli-onurlu) olduğundan hakkı arıyor. Bazen batıl eline gelir, hak zannederek koynunda saklar. Hakikati kazarken, ihtiyarsız (iradesiz) dalalet başına düşer, hakikat zannederek kafasına giydiriyor."
Bizde bu yazı dizimizde, modern dünyada gelişen bir takım fikirler sarmalına değineceğiz.
*
Çıkar, İhtiras ve Arzular Kıskacına Hapsolmak: Pragmatizm
Pragmatizm; uygulamacılık, faydacılık veya salt çıkar odaklı düşünmek, yaşamak. ‘’Pragma’’ yani yarar sözcüğünden türeyen bu kelime, William James (1842-1910) tarafından popüler bir hale getirilmiştir. Batı menşeli bir çok fikirde olduğu gibi, ilk başlarda salt düşünsel yönü olan bu felsefi akım, hemen akabinde bir yaşam stiline dönüşmüştür. Pragmatizmde her ne olursa olsun sonuçta gözetilen şey faydadır. ‘’Zafere giden yolda her şey mubahtır’’ ilkesi, pragmatizmin düsturudur. Günümüzde ABD ve Batı uygarlığı, pragmatizm üzerine kurulu bir sistem ile var olmaktadır.
Bu sistem, egemen otoritelerin halklar üzerindeki tahakkümünü güçlendirmektedir. Politik bir eylem kılavuzu olarak geliştirilen pragmatizmde eylem, düşüncenin kendisidir. Burada şu soru akla geliyor: ‘’Hangi eylemin kime fayda sağlaması gerekiyor?’’ Pragmatizmde bunun cevabı nettir: ‘’Maddi güç kazandıran, haz ve lezzet veren, nefsi tatmin eden her eylem, güç sahiplerine fayda sağlamakta, güçlerini daha da artırmaktadır.’’
Fayda ve yarar, elbette ki tüm birey ve toplumların eylemleri sonucunda istediği bir neticedir. Dahası, herhangi bir olgudan fayda beklemek, her kesimin tabii bir hakkıdır. Fakat bu yapılırken diğer insanların haklarını ihlal etmemek, helal dairesinin dışına çıkmamak ve nefsi arzuları fikir ve düşünce olarak görmemek şartıyla yapılmalıdır. Örneğin eğer salt bir kesimin faydası uğruna başka bir grubun, millet ya da topluluğun hakkı ve hukuku çiğneniyor ise burada fayda ve yarardan değil, sömürü ve adaletsizlikten bahsedilir. Veya bir kişinin rahat ve konforu uğruna başkasının hakkına girmesi, kendi yararı için başkalarını zarara uğratması faydacılık değil, hesabı çetin olan bir kul hakkı ihlalidir.
Bu anlayışın, İnsanlık alemini tarihten bu yana çok büyük zararlara uğrattığını idrak eden Üstad Bediüzzaman, konuyu iki örnek ile tahlil etmektedir: ‘’Bütün ihtilâlât-ı beşeriyenin (İnsanlar arasındaki bozuk düzenin) mâdeni bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin (kötü ahlakın) menbaı dahi bir kelimedir. Birinci Kelime: ’Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse, bana ne.’ İkinci Kelime: ‘Sen çalış, ben yiyeyim.’’
Tüm bunlara beraber pragmatik dünya görüşünde bu gibi zararların önemi yoktur. Bu muhteris görüşe göre dünya ve insan; güçlülere, konforuna düşkün, rahatından taviz vermeyen, egemen, baskıcı, mutlakiyetçi ve arzuyu nefsaniyesini fikir zanneden insanlara hizmet etmek için vardır. Güç unsuru, adalet ve huzuru tesis etmek için değil sömürü ve baskıyı artırma aracıdır.
*
Geçici dünya hayatında her olguya menfi çıkar nazarıyla bakmak, insan için narsist kişilik bozukluğu olarak bilinmektedir. ‘’Dünya benim etrafımda dönüyor’’ algısı, nefs-i emmarenin telkin ettiği son derece şeytani bir vesvesedir. Bu durum, Mevlana’nın tabiriyle kertenkelenin çölü kumdan ibaret görmesine benzemektedir. Söz gelimi bir Müslümanın ailesini, çevresini, sosyal ortamını ve İslam ümmetini hesaba katmadan yaşaması, nefsin yerilmiş bir hastalığı olan bencillik olarak da bilinmektedir.
İslam; paylaşmayı ve sosyal adaleti esas almaktadır. Salt çıkar odaklı düşünmeyi ve başkalarını hesaba katmamayı red etmektedir. Peygamber efendimiz (s.a.v), bu durumu imani bir ilke olarak değerlendirip şöyle buyurmaktadır: “Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”(Buhari)
Hatta bireyin, başkası için kendi hakkından feragat edip fedakarlık göstermesi, İslam’da erdem ve fazilet olarak kabul edilmektedir. İslam’daki ‘isar’ bilinci ve Haşr Suresinin 9. Ayetinde yer alan, ‘’…ihtiyaç halinde olsalar bile, başkalarını kendilerini tercih ederler’’ ayeti buna örnektir.
Dahası, Müslüman için aslolan maddi/dünyevi kazanç, çıkar ya da fayda değildir. Çünkü İslam’ın dünya görüşünde esas kazanç, ahiret hayatına dair güzellikler elde etmektir. Bunun ise dünyadaki yolu adalet, ahlak ve sair imani ve İslami ilkelerdir.
Binaenaleyh İslam, galibiyet ve mağlubiyet anlayışını da yeniden şekillendirmekte ve manevi bir anlam yüklemektedir. İslam’ın bu anlayışını hakkıyla idrak eden ve pratikte uygulayan İslam şehidlerinden birisi, konumuzu çok güzel bir şekilde özetleyip şöyle ifade etmektedir: ‘’İslam’da galibiyet, Allah’u Teala’ya verilen sözdeki net bir duruştur.’’
Nokta yerine:
İçerisinde bulunduğumuz rahmet iklimi Şehr-i Ramazan; nefsimizi arındırmamız, kişiliğimizi erdem ve faziletle müstahkem bir şahsiyete dönüştürmemiz ve her türlü dünyevi ihtirastan müstağni olmamız için büyük bir nimettir. Rabbimizden bu vasıflara haiz olmamızı niyaz ederiz.
Söz&Kalem Dergisi - M. Furkan Aslan
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.