Müminlerin Özellikleri: Gaybe iman ederler, namazlarını dosdoğru kılarlar

Müminlerin Özellikleri: Gaybe iman ederler, namazlarını dosdoğru kılarlar

Onlar ki gaybe iman ederler, Onlar ki namazlarını dosdoğru kılarlar, Onlar ki, mallarını Allah yolunda infak ederler, Onlar ki emanete hıyanet etmezler, Onlar ki ahitlerini yerine getirirler

Mü’minlerin birçok güzel hasleti bulunmasına rağmen bazı özelliklerini işlemekle iktifa ettik. Her sayıda tek tek ele aldığımız bu güzel hasletleri, topluca hatırlanması babından kısa ve öz bir şekilde dile getireceğiz. Şüphesiz ki Mü’minlerin özelliklerini taşıyıp onları amellere yansıtmak, ahiret âlemine azığı dolu olarak gitmek demektir. Allah-u Teala, cümlemizi bu vasıfların hakkını eda edenlerden eylesin!

Onlar ki gaybe iman ederler… Görmedikleri halde Allah-u Teala’ya, O’nun meleklerine, ahiret hayatına, cennet ve cehennemin varlığına yakinen inanırlar. Gaybe iman, mü’minlerin ayırıcı özelliklerinden birisidir. Zira akılları gözlerine inmiş materyalistler ve batıl fikri akımlar: “Biz gözümüzle görmediğimize inanmayız” diyerek gayb âlemini inkâr etme illetine tutulmuşlardır. Bu kültürün en kaba söylemi budur. Hâlbuki bir organ olarak gözün görme alanı sınırlıdır. Bu sınırın dışında kalanları reddetmek veya görünceye kadar kabul etmemek ahmaklıktır. “Gaybı ancak Allah bilir” sırrıyla O’ndan başka gaybı kimse bilemez. Fakat O’nun izni dâhilinde bazı hikmetlere binaen Resulleri aracılığıyla kullarına müjde, uyarı ve ibret olarak bildirdiği gaybi durumlar müstesna… Cenab-ı Hakk’ın hikmet ve rahmeti gaybi durumların çoğunun gizli kalmasını iktiza eder. Çünkü şu fani dünyada insanoğlunun hoşuna gitmeyen şeyler daha çoktur. Başına gelecek menfi durumları önceden bilmesi elem verir. Bununla birlikte eğer gayb perdesi olmasaydı imtihanın bir anlamı kalmazdı. Herkes vaki olacak şeyleri bilecek ve yaşamını ona göre tanzim edecekti.

Onlar ki namazlarını dosdoğru kılarlar… Namaz ibadetlerin en üstünü ve Resulullah (sav)’in en mühim tavsiyesidir. Hz. Lokman, oğluna: “Ey oğulcuğum! Namazı dosdoğru kıl!” nasihatini yapmıştır. Hz. İsa daha beşikte iken, “(Rabbim) hayatta olduğum sürece bana namazı ve zekâtı emretti” demiştir. Namaz, Allah-u Teala’ya kulluk ilanıdır. İslam ve küfür arasında sınırdır. Allah’ın huzurunda el bağlayıp şeytanı me’yus etmektir. Namaz, insanın kalbiyle ve ruhuyla Allah’a yöneldiği bir makamdır.

Namazdaki her fiil ve zikir bir mana içerir. Kulluğun sırrına vakıf olarak namaz kılan kimse, namaz boyunca ne yaptığını, kimin huzurunda durduğunu, ne istediğini iyi bilmelidir. Zira namazda okunan ayet ve zikirlerin manalarını tefekkür etmesi huşu ile namaz kılmasına zemin hazırlar. Bu bağlamda, mü’minler Allah’ın emirlerine teslimiyetlerini sunarlar. O’nun huzurunda ta’zim ile eğilir, secdeye kapanıp kalbindeki sırrı seslendirirler. Kendilerini yaratan eşsiz Sübhan’ı yücelikle kutsarlar.

Onlar ki, mallarını Allah yolunda infak ederler… Namaz dinin direği olduğu gibi infak ve zekât da İslam’ın köprüsüdür. Zengin-fakir arasındaki uçuruma bir rabıtadır. Mü’minler, yapacakları infaktan dolayı mallarının azalacağı vehmine kapılmazlar. Bilakis, infaklarına mukabil sevaplarını kat kat umarlar. Kur’an-ı Kerim’de bütün iyi amellere karşılık olmak üzere; bir hasenenin on kat ile mükâfat göreceği zikredilmiştir. Allah-u Teala geniş lütuf sahibidir, kullarına verdiklerini kısıtlamaz. Zira infakta bereket vardır. Şeytan ise infak amelinin yapılmaması için “fakir olacaksınız” diye korkutur. Ruhlara ihtiras ve cimrilik duygularını yerleştirmeye çalışır.

Yapılan infak Allah’ın rızasını kazanmak için olmalıdır. Her yönüyle ihlâs kokmalıdır. İnfaktan dolayı minnet etme duygusu, hedeflenen bu güzel hasleti siler, infakı zehire çevirir. Yaptığı iyiliği sürekli dile getirip karşısındakini eziklik duygularına sevk etmek “infakı iptal etme” seviyesine getirir. İnfak yapılırken dikkat edilmesi gereken mühim noktalardan birisi de, sevilen şeylerden infak etmektir. “Beğenmediğiniz ve hoşlanmadığınız şeyleri infak olarak vermeyin” manasında ilahi ikazlar vardır.

Onlar ki emanete hıyanet etmezler… Emanete riayet edenler methedilmiş, emanete riayet etmeyenler ise azab ile tehdit edilmişlerdir. Mü’minler, kendilerine bırakılan emaneti korurlar. Güzel bir muhafaza ile yükümlülüklerini yerine getirirler. Emanetin kaybolması, insanlar arasında dürüstlüğün ve adaletin kalmaması, kimsenin kimseye güvenemez hale gelmesi demektir. Bu da haksızlıkların ve hilekârlıkların ziyadeleşmesiyle olur. Kul hakkına taalluk eden hususları göz ardı etmek, belki de ebedi saadeti tehlikeye atmaktır. Özellikle hıyanetin kol gezdiği asrımızda İslam dininin belirlediği çizgilere dikkat edilmezse bozuk hasaretli bir yola girmek kaçınılmazdır. İslami prensipler, zincirin halkaları gibi birbirlerine bağlıdır. Biri bozuldu mu diğer bozulmalar birbirini takip eder. Akıbet hüsrana kadar varır.

Dürüstlük ve sadakat gösterenler elbette mükâfatlarını alacaklardır. Kötü amellerden sayılan ihanet ise azap ve cezayı gerektirir. Mahşer gününde her fert kendi amelini boynunda taşıyacaktır. Sadakat gösteren sadakatiyle, ihanet eden ihanetiyle teraziye varacaktır. Dayanılmayacak azaba duçar olmamak için güzel hasletleri kuşanmak lazım.

Onlar ki ahitlerini yerine getirirler… Allah’a ve kullara verdikleri misaklarına muhalefet etmezler. Allah’a itaat uğrunda bir ahdi akdedecek olurlarsa bunu bozmazlar. En güzel bir şekilde yerine getirmeye çalışırlar. Allah’ın ahdi, hikmetle donatılmış nurani bir şerit gibidir. Ezelden ebede kadar uzanır. Allah’ın ahdini bozmamak, O’nun belirlediği çizgide emir ve yasaklarına uymakla olur. Ahdini yerine getirmemek ise, bozmak ve parçalamaktan ibarettir. Mü’minler, ahitlerini satıp dünyayı almazlar. Hidayeti bırakıp dalalete düşmezler.

Onlar ki sıla-i rahmi (akrabalık bağını) gözetirler… İman, akrabalar arasında sıla-i rahmi doğurur. Sila-i rahm ise şefkatin oluşmasına sebebiyet verir. Şefkatin oluşması da hayra vesile olur. Mü’minler, sıla-i rahmi uygulayarak bu güzel neticeleri elde ederler. İnsanoğlunun, akrabalarına karşı fıtri bir meyli vardır. Yakınlarına merhamet nazarı daha kabarıktır. Her iki âlemde de yakın akrabalarıyla birlikte güzel mekânlarda bulunmaya müştaktır. Resulullah (sav) inzar ve tebliğ işine en yakın akrabasından başlayarak daveti umuma yaymıştır… Sıla-i rahm, akraba ve mü’minler arasında şer’an emredilen irtibat hattıdır. Bir iyiliğe misli ile mukabelede bulunan kimse, gerçek manada sıla etmiş değildir. Hakiki sıla, kendisi ile münasebeti kesenleri görüp gözetmektir.

Onlar ki, kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler… Başkalarını nefsine tercih etmek -isar-, cömertliğin en yüksek ve en son derecesidir. Çünkü ihtiyacı olduğu halde cömertlik yapmak ancak isar ile olur. İslam kardeşliğinin en güzel teşekkül ettiği Ensar-Muhacir modeli, bu güzel hasleti tam manasıyla uygulamış, sonraki nesillere de örnek olmuştur. Gerek mal konusunda, gerekse de can konusunda gösterilmiş olan yüksek isar örnekleri, Allah’a ve Resulü’ne hakiki manada teslimiyet ve bağlılık ile hâsıl olmuştur. İslam ümmetinin, parlak geçmişine ulaşabilmesi için körelen bu hasleti bünyesinde canlandırması, hayatına pratize etmesi elzemdir. Aksi halde yaygın kapitalist sistemde bencillik ve cimrilik hasletleri kök salmaya devam edecek, Allah ve Resulü tarafından övülen isar cevheri de -ferdi durumlar müstesna- işlenmediğinden asıl fonksiyonunu icra edemeyecektir.

İşte bu bilinçle hareket eden mü’minler, münasebetlerini ihlâs üzerine kurarlar. Kardeşlerinin üstünlüklerini, kendilerinde tasavvur ederler. Bünyan-ı mersus misali kenetlenip birbirlerinin faziletleriyle gurur duyarlar.

Onlar ki, mallarıyla ve canlarıyla cihat ederler… Cihad, Allah’ın dini için can, mal, dil ve diğer vasıtalarla elden gelen gücü sarfetmektir. Sarf edilen gayret ve azim sadece Allah’ın dini ve rızası için olmalıdır. Başka akımlar ve ‘izmler’ adına yapılan mücadele cihat değildir.

Dünya iki kapılı bir han gibidir. İnsan ise yolcudur. Bir kapıdan girer, bir müddet kaldıktan sonra diğer kapıdan çıkar. Fani âlemden baki âleme yolculuk yapar. Doğumundan ölümüne kadar olan müddette yaptığı yolculuk imtihan ve hikmet ile doludur. Ömür kısa olmasına rağmen vazifeler çoktur. Dünyevi hayat ve dostluklar mezar kapısına kadar olduğuna göre iyilik ve kötülüklerin karşılıksız kalmayacağı güne hazırlık yapmak, Din-i Mubin için mücadele etmek kurtuluş yoludur. Her mü’min Allah’ın adını yüceltmek ve O’nun dininin hâkim olması için mücahede etmekle mükelleftir.

Mü’minler Allah yolunda, kâfirler tağut yolunda savaşırlar. Cihat sancağı kıyamete dek dalgalanmaya devam edecektir. Hak ile batılın mücadelesi de devam ettikçe işkenceler ve sürgünler sürecek, zindanlar boş kalmayacak, şehitler ve gaziler olacaktır… Bunlar dünyadaki imtihanın birer neticesidir. Ne mutlu o Allah erlerine ki ahirete karşılık dünya hayatını satın almazlar. Eziyet ve zorluklardan dolayı yere mıhlanıp kalmazlar. Onlar biliyorlar ki ahiretteki rahatlık ancak dünyadaki yorğunlukla elde edilebilir.

Samimi bir şekilde Allah’ın dinine temessük edildiği zaman “Nice az topluluk, daha fazla bir topluluğu Allah’ın izniyle yenmiştir” hakikati tezahür edecektir. Azlık ve çokluk o kadar mühim değildir. Önemli olan kalite ve sadakattir. Tarih şahittir ki, sadece Rablerine teslimiyet gösterenler kendilerinden sayıca beş kat, on kat fazla olan kâfirleri mağlup etmişlerdir. Asr-ı saadet dönemi buna en güzel bir örnek değil mi? Peki ya şimdi? Putlar modernleşmiş, fikirlere tapılır hale gelinmiş, fitne, fesat ve tuğyan başını almış gidiyor. İslam beldeleri işgal edilmiş durumda… Allah’ın nusretini kazanmanın yolu Kur’an-ı Kerim’e ve sünnete sımsıkı sarılmak ile olur.

Şeytanın hileleri ve aldatma şekilleri farklı farklıdır. Özellikle insanın bağımlı kaldığı hususlarda can alıcı noktalardan yaklaşır. Dünyayı daha sevimli göstermeye çalışır. Baba, oğul, eş, mevki, makam ve mal sevgisine aşırı bir şekilde yönlendirip kulluk vazifesini köreltmeye yeltenir. Kimisi zaafiyet gösterir, mücadelesinden vazgeçer. Kimisi de zorluklara göğüs gerip sebat gösterir. İslam dininin hâkimiyeti için ser verip serden geçer.

“Menfaatim dokunmadığı gibi zararım da olmuyor. Bu yüzden mazurum” mazeretleri makbul değildir. Tembellik gösterip neme lazım tavrına bürünmek büyük bir zarardır. Allah’a intisap edip O’na dayandıktan sonra Allah için çalışmak, Allah için yapmak, Allah için işlemek her mü’minin görevidir.

Onlar ki, işlerini istişare ile yaparlar… Sosyal hayatta, insanların birbirleriyle istişaresi ve ortak hareket etme duyguları her zaman mevcuttur. Haliyle istişare mekanizması, daima müracaat edilen bir kaide haline gelmiştir. Sadece Müslümanlar değil, diğer tüm topluluklar da birbirleriyle müşavere etmek ihtiyacını hissederler. Kimisi danışman, kimisi de müşavir adı altında işlev görür. Değişik isimler altında istişare mekanizmasını icra ederler.

İstişarede bereket vardır. İhlâs ve samimiyet dâhilinde yapıldığı zaman semeresi ziyadeleşir. Beş kişinin yaptığı icraat, bazen elli kişinin yaptığı icraata mukabil gelir. Bu, tesanüdden hâsıl olan bir neticedir. Asrımızda çoğalan batıl ve dinsiz akımlara mukavemet etmek için cemaatleşmek elzemdir. Ferdin, dış etkilere karşı dayanma gücü zayıftır. Hem cemaatin şahs-ı manevisine oranla pek sönük kalır.

Müslümanlar ne zaman dine yönelmişlerse, ona sıkıca tutunmuşlarsa ilerleme noktasında zirveye ulaşmışlar. Hatta en parlak dönemlerini yaşamışlardır. Ne vakit zaaf göstermişlerse, ferdiyetçiliğe kaçıp istişare ve dayanışma ruhunu kaybetmişlerse sefalete düşmüşlerdir.

Mü’minler birbirlerinin velileridir, meselelerini kendi aralarında istişare ederler. Gerek devlet, gerek cemaat, gerek en küçük birim planında, mü’minlerin işlerini omuzuna alan kimse kaba ve katı olmamak zorundadır. Rahmet kanatlarını açıp şefkatle yaklaşmalıdır.

İstişareyi, her alanın ehil olanlarıyla yapmak gerekir. Lalettayin şekilde istişarede bulunmak yarardan ziyade zarar verir. Hasta olan bir kimseyi doktor yerine mühendise götürmek ne kadar doğru olur?! Bu tür dengelere dikkat edip İslami ölçüler dâhilinde tezyinde bulunmak kârlı bir netice verir.

Son olarak “Yaşasın sıdk! Ölsün yeis! Muhabbet devam etsin! Şura kuvvet bulsun! Bütün lanet ve nefret, iki cihan serveri sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya dil uzatanların üzerine olsun. Selam ve selamet onun yolunu takip edenlerin üzerine olsun.” Âmin!

İnzar Dergisi

İslam Kuran Haberleri

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.