Müslüman Olarak Can Vermek

Müslüman Olarak Can Vermek

Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin

"Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin![1]

Bu ayet metninde geçen "Takva ve islam" kavramları üzerinde durmaya çalışacağız inşallah.

Allah (cc)'ın, münzel kitabında salih amel olarak niteleyip kullarına emir ferman buyurduğu şeylere sarılmak, itaat etmek ve mucibince yaşamak, menhiyatından da uzak durup sakınmak takvanın temel tanımıdır. Yani Allah (cc)'ın biz kulların hayatı için çizmiş olduğu sınırlar, başka bir ifadeyle 'Hududullah' çerçevesinde hayatımızı değerlendirmek, o sınırları koruyup muhafaza etmek ve onları çiğneyip aşmamaktır. Hayatımız boyunca, hangi şart ve zamanda olursa olsun yaşamımızı, eylem ve fiillerimizi Rabbimizin belirlediği bu sınırlar dâhilinde tutmak, bu hayata rıza göstermek ve onunla itmi'nan olmak, bu mübarek ve mukaddes hayatın dışındaki hayat şekillerini ve sistemlerini redetmektir.

Cahili sistem ve hayat tarzlarının dikte edildiği toplumlarda, Hududullah'ı muhafaza etmek ve onu layık-ı veçhiyle yaşamak gerçekten Müslümanlar için ateşten gömlek giymek mesabesindedir. Cahili toplum ve sistemlerde, sistemin dönen bütün çarkları ve mekanizmaları, tümüyle Hududullah'ın aleyhinde cereyan etmekte ve bu mukaddes sınırlar ve değerler yok edilmeye çalışılmaktadır. İslam'ın emir buyurduğu ve helal kıldığı şeyler bu tür sistemlerde yasak ve cezai müeyyide gerektirir; menhiyat ve haram olan şeyler de revaçta olup insanlar bu tür şeylere icbar edilir. Bütün dönen bu çarklar ve dolaplar atmosferinde takvayı muhafaza, takva ehli olmakta karar kılmak, sebat etmek, taviz vermemek, hem de Allah Azze ve Celle'nin şanına, azametine, uluhiyetine yakışır bir takvaya bürünmek ve hayatı bu mihver üzeri sürdürmek, gerçekten ciddi bir bedel ödemeyi gerektirir.

Allah (cc)'ın azametine layık bir takvaya sahip olmak ve bu takva halini sürdürmek için mutlaka Müslümanların birbirlerinin destek ve himmetlerine büyük çapta ihtiyaç vardır. Bir Müslüman'ın tek başına ve bir fert olarak bunu başarması pek zordur. Mutlaka Müslümanların öğütlerine, telkinatlarına yol göstericiliklerine, desteklerine ve dualarına ihtiyaç vardır. İnsi ve cinni şeytanların bütünüyle serbest olduğu, bütün imkan ve şartların emirlerine sunulduğu, bütün gaddar ve acımasızlıklarıyla Müslümanların üzerine salındığı bir ortamda ve dünyada, Müslüman'ın tek başına bunlara karşı koyması, baskı ve saldırıları def etmesi, onları etkisiz kılması ve onlara karşı güçlü bir mukavemet sergilemesi çok zordur.

Bütün bunlara karşı koymak, şeytani saldırıları bertaraf etmek ve güçlü bir direnç göstermek için mutlaka Müslümanların birbirleriyle kenetleşmeleri, saflarını sağlamlaştırıp pekiştirmeleri ve en önemlisi de Rabbül alemin ile güçlü ve sağlam bir rabıta halinde olmaları gerekir. Eğer bu güçlü setler oluşturulmazsa Allah korusun dünya hayatının zehir olmasının yanında uhrevi hayat da zarar görür. Bu tehlikelere karşı Resulümüz en güzel çareyi biz Müslümanlara sunmuş ve ısrarla buyurmuştur ki: "Cemaat olunuz, Cemaat olunuz, Cemaat olunuz." İşte Müslüman'ın şeytan ve taifesine karşı emin oluşunun yegane sigortası budur. Bu yüce İslam emanetini omuzlayan ve bu mukaddes davayı yüklenen Müslümanların ne kadar çok takva azığına ihtiyaçları vardır! Bu yolun zahmet ve meşakkatlerine sabretmek, katlanmak ve sebat etmek ancak bu takva azığı nisbetindedir. Takva azığımız çok ve güçlü olması halinde Allah'ın izni kuvvetiyle önümüze konulan barikatları rahat aşar, hile ve tuzakları etkisiz kılar, eziyet ve zahmetleri göğüsler, hiç tökezlemeden, takılmadan, tereddüt etmeden büyük bir azim ve itmi'nanla yolumuza devam eder, bu yolda büyük bereket ve kazanımlar elde ederiz. Nusret, izzet ve cennet-i illiyyinlere doğru sağlam adımlarla yürümeye devam ederiz. Neticede hem Rabbimiz bizden razı olur, hem de biz Rabbimizin büyük lütuf ve ihsanına mazhar oluruz!..

Rabbimiz:"... Allah'tan sakının, bilin ki gerçekten Allah, takva sahipleriyle beraberdir."[2] buyurmaktadır. Başka bir ayette de: "Hayır! Her kim ahdini / sözünü yerine getirir ve sakınırsa, gerçekten Allah, takva sahiplerini sever."[3]

Ayette de görüldüğü gibi Allah Sübhanehu ve Teala, takva sahibi Müslümanlarla beraberdir. Onları destekler, te'yid eder, yardım eder, koruyup muhafaza eder, sebat ettirir, düşmanlarına karşı nusretler lütfeder, düşmanlarını zir-ü zeber eder. Ve Allah (cc), takva sahibi Müslümanları sever, ki bu da ancak takva ile mümkündür.

Allah (cc)'ın desteğini ve sevgisini kazanmayan bir Müslüman'ın, İslami sorumluluğunu hakkıyla ifa etmesi ve bu işin hakkını vermesi mümkün değildir. İşte asıl sorun ve problem burada mündemiçtir. Yolda kalan, tökezleyen, yuvarlanan ve -Allah korusun- ökçeleri üzeri gerisin geriye dönen insanların derinliklerinde ve varlıklarında mutlak surette takva problemi ve illeti vardır. İnsanoğlu, sahip olduğu takva azığı kadar ancak bu yolda yürüyebilir, azığı tükenince durmaya ve eğer durduğu nokta bir yokuşsa, gerisin geriye yuvarlanmaya mahkumdur, işte bütün mesele burada düğümleniyor.

Bu tür korkunç tehlikelere maruz kalmamak için takva libasına bürünmemiz, takva olgusunu bütün zerrelerimize nakşetmemiz gerekir. Günahlardan, özellikle kebairden fersah fersah uzak durmamız, günah ve ma'siyatın her türlüsünden kendimizi muhafaza etmemiz gerekir. Bizi günahlara ve münkerata sürükleyecek ortam ve şartlardan uzak kalmamız lazım, insan olmamız hasebiyle ma'sum değiliz, her an hata ve yanlış yapma potansiyeline sahibiz, onun için ma'siyet ve hatalara karşı dikkatli ve uyanık olmamız gerekir. Hatalarımızı, yanlışlarımızı ve eksikliklerimizi fark ettiğimiz veya fark ettirildiğimiz anda, hemen vazgeçip durumumuzu ve ahvalimizi ıslah etmek durumundayız. Hata ve yanlışta ısrar etmek, Allah korusun büyük felaket ve tahribatlara kapı aralayabilir.

Bütün hedefimiz ve çabamız, ma'ruf, iyilik ve güzelliklerimizi artırmak ve bu istikamet doğrultusunda büyük bir müsabaka içinde olmamız gerekir. Gerek kavli gerekse ameli fiillerimizi kontrol altında tutmamız, Kur'an ve sünnet süzgecinden geçirmemiz ve ciddi muhasebesini yapmamız gerekir. Unutmamalıyız ki dünyaya gelişimiz ve buradaki imtihanımız bir defaya mahsustur, ikinci bir şansımız yoktur ki ikinci defada yanlışlarımızı düzeltip telafi etme yoluna gidelim. Şeytan da sürekli bizi yanlışa, eğriye ve cehenneme sevkeder, telkinatları hep bu doğrultudadır. Kötülükleri ve çirkinlikleri süslü ve cazib gösterir.

Kur'an'ı irdelediğimizde en çok karşımıza çıkan kavramlardan bir tanesi de takva kavramıdır. Rabbimiz bize takvalı olmamızı öğütlüyor. Ve takvasızlıktan nehy ediyor. Bizi sürekli uyarıp tehlikelerden sakındırıyor. Mesela Kur'an-ı mubinde şu ikaz-ı Rabbaniyle karşılaşıyoruz: "Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun!"[4] İşte böylesi bir ikaz ve uyarı! Hem kendimizi, hem ailemizi ve hem de canımız, ciğerimiz ve ruhumuz olan yavrularımızı cehennemden koruyup muhafaza etme, fermanı ilahiyle karşı karşıyayız. Öyle ise en başta çocuklarımızı ve ailemizi münkerat ortamından uzak tutmamız gerekir. Evimizi ve ailemizi münkeratlı alet ve adavatlardan temiz tutmalıyız. Evlatlarımızı Kur'an, hikmet / sünnet ve ma'ruf ortamında tutmalıyız. Dünyanın illiyyin mekanı olan cami ve mescitleri kendimiz ve onlar için mesken tutmalıyız!... "Allah takva sahiplerinin velisi / dostudur."[5]

Konunun başında zikrettiğimiz ayette geçen ikinci kavram ise İslam'dı. Hani Rabbimiz: "... Ancak     Müslümanlar olarak  can   verin!" buyurmuştu. Allah-u Teala bu ayette Kesinlikle ölmeyin!" buyuruyor. "Ölüm" fiilinin başına "Nehiy edatı" gelmiş, sonuna da "Nunu te'kidi sakile" bitişmiş. Ve "Sakın ha ölmeyin, kesinlikle ölmeyin!" buyrulmaktadır. Allah (cc), asıl konuyu bize beyan etmezden önce bizi ciddi bir şekilde uyarıyor, ondan sonra da hatırlatmasını ve emrini beyan buyuruyor: "Ancak Müslümanlar olarak can verin!"   Evet, sadece Müslümanlar olarak! Aksi takdirde, felaketin ve musibetin korkunçluğu zaten ifadeden anlaşılıyor!

İnzar Dergimizin dokuzuncu sayısının kapağında bir ateş dolusu vadinin fotoğrafı vardı. Aman ya Rabbi! Önüne çıkan kayaları ve taşları su gibi eritip bir ateş çağlayanı olarak akıyor. Bütün bu dehşetli manzarayı ortaya koyan dünya ateşidir. Oysa cehennem ateşi dünya ateşinden altmış dokuz kat daha fazla yakıcı bir özelliğe sahiptir. İşte bu korkunç ateş azabına müstahak olup oraya hapsedilmemek, yiyeceği zakkum ve içeceği de kan ve irin olan o felakete maruz kalmamak için Rabbimiz: "Müslüman olmadan sakın ha ölme! " buyuruyor. Evet, ne yapıp yapıp Müslüman olarak can vermek.!

"Hani Rabbin ona (İbrahim'e): "Müslüman ol!" buyurmuştu, o da: "Âlemlerin Rabbine teslim oldum!" demişti."[6] Allah (cc)'ın istediği İslam, işte burada zikredilen şekliyle bir İslam'dır. "Bütün varlığımla, hiçbir istisna bırakmaksızın âlemlerin Rabbine teslim oldum!" mana ve mahiyetinde bir İslam! Rabbi, onun bu ahdini test edip sadakatini ortaya çıkarmak istedi. Ateşe atılmakla denendi. Ahdinden ve İslam'ından en küçük bir taviz vermedi. Muhaceratla sınandı onu da başarıyla yerine getirdi. Eşini ve oğlunu ıssız bir çölde bırakıp tevekkülün zirvesine çıktı. Rabbi Oğlunu kurban etmesini emir buyurdu, telkinata kulak asmadan İsmail'in bıçak altına yatırdı. Böylece hayatının her anını bir imtihan alanı olarak buldu. Bütün imtihanlarında, rabbine teslimiyet gösterdi ve İslam'ına en küçük bir halel getirmedi, İbrahim'i bir tavır sergilememiz, onun sadakati gibi bir sadakat örneği göstermemiz ve her halükarda: "Âlemlerin Rabbine teslim oldum." dememiz ve ameli olarak da bu teslimiyetimizi ortaya koymamız bizden beklenendir. İşte o zaman Allah'ın izni kuvvetiyle dünyada esaretten, ahirette de cehennemden azadlığımız mümkün olabilir. İşte o zaman dünyada izzet ve nusret, ahirette de Me'va, Adn, Firdevs, illiyyin cennetlerinden nasibimiz olabilir. Böylesi bir neticeyi ümit edebiliriz!

İslam'ımızı, kavli, ameli ve akidevi olarak, İbrahim (as) ve diğer bütün enbiyanın İslam'ına benzetmek ve onlarınki gibi yapmak durumundayız, İslam'ımızı Muhammed (sav)'in İslam'ının yanına koyalım, İslam'ımıza olan teslimiyet ve bağlılığımızı, Onunkiyle kıyası kabil olmasa bile test edelim. Onun teslimiyetiyle uyuşuyorsa, bir benzerlik arz ediyorsa, durumumuz iyidir ve bu halimizi salih amellerle pekiştirip son nefesimize kadar sürdürelim. Eksiklerimiz varsa - ki mutlaka vardır- hiç vakit kaybetmeden giderip durumumuzu ıslah etmek durumundayız. Rabbimizin razı olduğu bir İslam'ı ve teslimiyeti hayatımızda pratize etmek zorundayız. İşte kurtuluş ancak bununla mümkün olabilir.

Rabbimiz! Bizleri muvaffak kıl, bizlere merhamet et!.

İnzar Dergisi

[1] AI-i imran Sûresi:102

[2] Bakara Sûresi: 194

[3] AI-i imran Sûresi: 76

[4] Tahrim Sûresi: 6

[5] Casiye Sûresi: 19

[6] Bakara Sûresi: 131
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.