Nasıl Bir Kadın? -2

Nasıl Bir Kadın? -2

Kadın meselesi üzerinde kafa yorulmuş, çokça yazılıp-çizilmiş meselelerden bir tanesidir.

Kadın meselesi üzerinde kafa yorulmuş, çokça yazılıp-çizilmiş meselelerden bir tanesidir. Âlemlerin rabbi olan Allah’ın, kadınlara layık görüp, sınırlarını belirlediği konumu elimizden geldiğince açmaya çalışırken, bu sınırlara sadık kalmamasına neden olan, gerek kendi zaafları gerekse dışarıdan maruz kaldığı müdahalelere değinmeye çalışacağız. İlk olarak tek referansımız olan İslam’ın kadına verdiği ancak çoğu zaman gasp edildiği için geri alma mücadelesi vermek zorunda kaldığı temel haklardan bahsedip, daha sonraki mevzuları bu temel üzerine bina etmeyi uygun bulduk.

Kur’an-ı Kerim; “Allah katında en üstün olanınız, en takvalı olanınızdır.”[1] ayeti kerimesi ile bize zaten işin özünü sunmuştur. Anlaşılan odur ki, kadın veya erkek, hakikatinde cinsiyetleri sebebiyle değil, amelleri miktarınca muamele göreceklerdir. Bu hükmün varlığı Müslüman olsun olmasın herkesin malumudur; ancak Kur’an düşmanlarının bu hususu görmezden gelip, İslam’ın kadını ezdiğini iddia eden safsataları ile beraber, ne yazık ki bu hükmü yeterince özümseyememiş ya da görmek istediği gibi görüp, mezkûr safsatalara malzeme olan Müslüman erkeklerin varlığı da üzüntü vericidir. Bu beyler hem sözlü ifadeleri hem de ailevi ilişkilerinde eşlerine karşı sergiledikleri tavırlarla kendilerini göstermektedirler. Kadınlarla alakalı her konuşmada, onların ne kadar beceriksiz, akılsız olduklarını, fitne-fesat çıkarmak dışında hiçbir işe yaramadıklarını söyleyip dururlar. Onların bir konu hakkında fikirleri olamaz. Olsa bile ya saçmadır ya da dinlemeye bile değmeyecek kadar basittir. Eşleri ile yaşadıkları en ufak bir uyuşmazlığı bile hemen kaba kuvvete başvurup çözmeye çalışırlar. Çünkü nasihat ya da ikaz çok zaman alır. Ancak dayak kısa zamanda çözüme kavuşturur. Zaten genel olarak zaaflarla bezenmiş olan bu varlığa şiddet uygulayacak kuvvet kendisine verilmişken, dilediği şekilde kullanmasının ne sakıncası olabilir ki!

Bu ifadelerin yazılış nedeni kadın-erkek eşitliği savunuculuğuna soyunmak ya da boş laf kalabalığı yapmak değil, ciddi bir sorun olduğu ve olmaya devam ettiği halde, bazen hakikatten görmezden gelinen bir hak ihlalini ortaya koymaktır. Oysa her şeyde orta yolu takip etmemizi öneren İslam, bu hususta da kuralları belirlemiş ve reçeteyi önümüze koymuştur. Rabbimiz, gerekli olan iş bölümünü yapmış, taksimat sonrasında da:

“Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyin”[2] emri ile de haddimizi aşmamamız hususunda uyarıda bulunmuştur.

Şüphesiz Kur’an-ı Kerim cinsiyet ayırımına gitmeden tüm insanlığa indirilmiş Allah kelamıdır. Kur’an bize yaratılış bakımından kadınla erkek arasında bir fark olmadığını. İkisinin aynı şeyden yaratıldığını ve insanoğlunun neslinin devamının da kadın erkek vesile kılınarak sağlandığını beyan etmiştir.[3] İmani meselelerde de her iki cinsin yükümlülüğü aynıdır. Kur’an kadını bağlı olduğu erkeğin diniyle ya da inancıyla değil, bireysel olarak yürekten kabul ve dil ile ikrar ettiği imanı ile beraber değerlendirmeye tabi tutacağını beyan etmiştir. Bu kadının akıl ve izan bakımından erkekten geri olmadığını gösterir. Aksi takdirde akla ve gönle hitab eden bu mevzuda, erkeklerle aynı şekilde sorumlu tutulmazdı. Bununla beraber İslam’ın şartları olarak da bilinen asli ve fer’i hususlardan da muaf tutulmamış, Rabbinin isteklerine muhatap kabul edilme şerefinden mahrum bırakılmamış, bu pozisyona uygun düşecek donanımda yaratılmıştır. Müslüman bir kadın, öncelikle bunun bilincinde olmalı ve kendisini bağımsız bir kişilik olarak yaratan Rabbinin bu ikramına karşılık hep ön saflarda olmakla fiili hamdini yerine getirmeye çalışmalıdır. Bu konuda kadınlarımızın düştüğü ciddi bir yanılgı da, eşi, babası ya da bunlar dışındaki velisinin İmani ve ibadi durumunun onu da bağladığı zannıdır. Bu da onu atalete sevk eder. Özellikle dava eri olan eşiyle beraber etkin durumda olan hanımlar erkeğin ayağının kayması, yolda dökülmesi durumunda onunla beraber davadan kopmasının kendilerine bir sorumluluk yüklemeyeceğini zannetmeleri, Kur’an’ın kazandırmak istediği sağlam karakteri özümseyememekten kaynaklanmaktadır. Asr-ı saadete şöyle bir göz attığımız zaman birçok hanım sahabenin iman etmesinden ötürü eşinden, köle ise sahibinden gördüğü itiraz ve eziyetlere aldırış etmeden bulundukları hal üzere sebat ettiklerini görmekteyiz. Ümmü Habibe (r.anha) ve Sevde(r.anha) eşleri ile birlikte iman ettikten sonra yakınlarının eziyetlerinin artması üzerine Habeşistan’a hicret edenler arasında yerlerini almışlardır. Ancak orada Sevde (r.anha)’nin eşi Sekran ve Ümmü Habibe’nin eşi Übeydullah b. Cahş irtidat edip, Hıristiyan oldukları halde[4] bu iki mübarek hanım onlara tabi olmayı reddetmiş, Sevde (r.anha) eşinden ayrılıp Mekke’ye geri dönmüş, bu sağlam imanına karşılık Allah Resulü onu eş olarak seçmiştir. Ümmü Habibe’nin ise eşi bir süre sonra sarhoş vaziyette suda boğularak ölmüş, bunun üzerine Allah Resulü Necaşi’ye gönderdiği mektupta Ümmü Habibe ile nikâhının kıyılıp Mekke’ye gönderilmesini istemiş ve bir süre sonra bu vesileyle Mekke’ye gönderilen Ümmü Habibe’yi zevcesi olarak almakla himaye altına almıştır. Ümmü Habibe(r.anha) henüz müşrik ve İslam düşmanı olan Ebu Süfyan’ın kızıydı. Hem eşi hem de ailesi tarafından yalnız bırakılmak pahasına imanını muhafaza etmesi tüm Müslüman hanımlar tarafından örnek alınacak bir tavırdır.

Bu ve buna benzer birçok hadisede payı olan Müslüman hanımlardan da örnekler vererek onlardaki bu cesaret ve özgüvenin yine İslam’ın kadını yücelttiği makamdan kaynaklandığını buna karşılık İslam’dan önce Arap halkı ve diğer kültürlerde kadının içinde bulunduğu içler acısı durumu bir sonraki yazımızda ortaya koymaya çalışacağız inşallah.

İnzar Dergisi

İslam ve Kur'an Haberleri

[1] Hucurat: 13

[2] Nisa: 32

[3] Hucurat: 13

[4] İslam Peygamberi cilt: 1
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.