Ramazan Ayı ve İrade Eğitimi

Ramazan Ayı ve İrade Eğitimi

Şu apaçık bir gerçektir ki, insan yakınlaşamadığını tanıyamaz, tanımadığını da sevemez.

Ramazan geliyor işte geldi kaç kere

Bir eczanın ahengi doluyor kalplere

Ruhtan noksan nefsime bir mazeret

Sızıya göre ilaç verdi Allah ganimet

Başka bir aydır Ramazan, bir başka-laşma ayıdır. Monotonluğun, alışmışlığın, konfor alanının terk edilip, hem ruhun hem bedenin başkalaştığı bir aydır.
Belki göreceğimiz son Ramazandır bilinci ile hareket etmek gerekiyor. Öyle ki insanın etiyle ve kemiğiyle nefret ettiği bir çağdayız. Bir yandan altın kaplamalı etlerin yendiği, diğer taraftan bebeklerin katlinin normalleştiği bir zaman dilimindeyiz. İnsanın insanlıktan vazgeçmeye gönüllü olduğu, “aklın” yitirilip “algının” (propagandanın) tahakkümüne kendimizi kaptırdığımız şu dönemde bir Ramazan daha göreceğiz belki de. Bütün bu hengamede “Yeter bu kadar ey insan, dur!” diye sesleniyor on bir ayın sultanı. Rabbimizden niyazımız insan olmayı tekrar hatırlamaktır bu Ramazan’da. Tekrar Allah’ı hatırlamak ve yakınlaşmak olmalıdır dileğimiz. Sadece şahısları değil, şehirleri, ülkeleri ve hatta dünyayı ayrı bir rahmet rüzgârı sarar Ramazan’da. Rahmet, genelde tüm insanlığın ve özelde ise İslam Alemi’nin ve daha özelde Filistin’in üzerine olacaktır inşallah.

Ramazan’ın insan üzerindeki tartışılmaz en büyük etkisi, kişinin bütün gün içerisinde anbean ibadet ediyor bilincinde olmasıdır. Oruçlu olduğumuzun bilincinde olmak, sürekli bir ibadet halinde olduğumuzu, sürekli ibadet halinde olduğumuzu bilmekte Allah’a daha yakın olduğumuz/olmamız fırsatını bize sunmaktadır. Gelin bu ayda hem duyguları hem düşünceleri hem de amelleri düzenleyip insan olmanın doruklarını tecrübe edelim.

Korku ve umut arasında ince bir ip üzerinde duran insanın kendine dönmesi ancak Rabbine dönmesiyle mümkündür. Ramazan ayı belki de O’na daha fazla yaklaşalım, belki de O’nu daha fazla sevelim ve hatta belki de O’nun bizi daha fazla sevmesi için Allah’ın bize bahşettiği bir lütuftur. Çünkü Şems-i Tebrizi ancak Allah bizi sevmeye başlarsa O’nu sevebildiğimizi söylemektedir. O sevmeden sevemiyor, O istemeden daha fazla yakınlaşamıyoruz. Ramazan bunu gerçekleştirmek için müthiş bir vesile.

Yüce Allah öylesine bir merhametle sarıyor ki yarattığı eşref-i mahlukat ve ahsen-i takvim olan insanı, hayret etmemek elde değil! Hem O bizi sevmeden O’nu sevemiyoruz hem de O bizi daha çok sevsin diye ve böylece biz de O’nu çok sevelim diye Ramazan gibi bir vesile bahşediyor.

Şu apaçık bir gerçektir ki, insan yakınlaşamadığını tanıyamaz, tanımadığını da sevemez. Allah'ı sevmenin ve bu sevginin kalbine hâkim olduğu bir hayat ancak Allah'a yakınlaşmak ve yakınlaştıkça O'nu tanımak ve tanıdıkça O'nu daha çok sevmekle mümkün olmaktadır. O’na yakınlaşmanın önündeki en büyük engel ise “Büyük Cihad” diye bilinen insanın yine kendi nefsidir. Aynen korku ve umut arasında olan insan gibi, irademiz de nefis ve Allah arasında durmaktadır. Ve önce nefsinden uzaklaşması gerekir insanın Allah'a yakınlaşabilmesi için. Hangi tarafa meyledeceği ise amellerimize, amellerimizin sıhhati ise duygu ve düşünce durumumuza bağlıdır. Bunun için nefsi kudurtan, azdıran şeylerden uzak durmak birinci esas olmak zorundadır.

Velhasıl nefsi kudurtan şeyleri incelediğimizde "eşya" kavramı karşımıza çıkıyor. Yani eşyaya gereğinden fazla yakınlaşmak, insan nefsini kudurtan en büyük unsurdur. Efendimiz (sav) ve büyük Sahabeler ve evliyaların eşya ile arasına mesafe koymasının nedenini buradan anlayabiliriz. Demek ki birinci almamız gereken önlem "eşya" ile araya mesafe koymaktır.

Normal aylardan farklı olarak Ramazan bu durumu bizim lehimize ve nefsimizin aleyhine çevirerek bizi “eşyadan arınma” sürecine mazhar kılmaktadır. Bunu daha çok organlarımıza çeki düzen vererek gerçekleştirmektedir. Çünkü organlar (örneğin duyu organları vb.) ne kadar nefis için çalışırsa o kadar eşyaya yaklaşır insan. Yaklaştığı ölçüde ise eşya karşısındaki nefis adeta bir kızgın tava gibi kızarır ve irade ise bu kızgın tavaya düşüp eriyen bir yağ parçası gibi dağılıp gider. Sonucunda ise nefse meyleden irade, eşyanın tahakkümüne girerek Allah’tan uzaklaşır. Böylece O’na daha çok yakınlaşıp sevme fırsatını yitirir insan.

Buradan hareketle organları nefis için kullanmamak ve bu durumdan kaçınmak gerektiğini anlarız. Oruçlu kişi anbean ibadet bilincinde olduğu müddetçe sürekli bir iç denetim mekanizması sayesinde bu durumdan kaçınabilmektedir. Çünkü Oruç yalnızca mideye değil, bütün organlarımıza tutturduğumuz eşsiz bir ibadet biçimidir. Mideden gıda, ağızdan yanlış söz, akıldan sapkın düşünceler ve kalpten yanıltıcı hisleri keseriz. Ayrıca bazı şeyleri azaltırken birtakım şeyleri de artırırız. Zikirle yoğrulan kalp, şükürle doğrulan akıl, sabırla doyan ruh ve beden ile bu ibadetin bilincini yükselterek bir iç denetim mekanizmasını elde ederiz.

Sonuç olarak, Ramazan ayı Allah’a daha fazla yakınlaşıp O’nu daha fazla sevme vesilesidir. Bu da ancak irademizi eşyanın tahakkümüne giren nefse kaptırmayarak mümkün olur. Bu yüzden iradeyi kuvvetlendirecek en büyük unsur Oruç ibadetinin kendisidir. Bütün organlarımızla nefis için çalışmaktan kaçınacak, “zikir-şükür-sabır” üçlüsü ile irademizi güçlendirecek ve böylece eşya ile aramıza mesafe koyarak Allah’a yakınlaşmış olacağız. O’na daha çok yakınlaştıkça daha çok seveceğiz. Temennimiz odur ki Ramazan’ın bize sunduğu bu reçeteyi diğer tüm aylarda da uygulayarak Allah’ı sevmenin hâkim olduğu bir hayat anlayışını elde edebilelim.

Rabbimiz bizlere Ramazan ayı vesilesiyle irademizi hayırlı ve güzel işlere yöneltmeyi nasip eylesin.
Söz&Kalem Dergisi - Ferhat Aydın

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.