Ramazan Risalesinden Dersler ve Hikmetler

Ramazan Risalesinden Dersler ve Hikmetler

Ramazan ayı, içerisinde Kur’an’ın nazil olduğu rahmet, bereket ve mağfiret ayıdır. Bin aydan daha hayırlı olan leyletü’l kadr (kadir gecesi) bu ayın içerisinde bulunmaktadır.

Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla…
Bizleri tekrardan Kur’an iklimi olan Ramazan ayına kavuşturan Rabbimize hamd olsun. Salat ve selam, iki cihan önderimiz ve serverimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya, ehl-i beytine, seçkin ashabına ve kıyamet gününe kadar yolunu sürdürecek olan İslam’ın yiğit müntesiplerinin üzerine olsun.

Ramazan ayı, içerisinde Kur’an’ın nazil olduğu rahmet, bereket ve mağfiret ayıdır. Bin aydan daha hayırlı olan leyletü’l kadr (kadir gecesi) bu ayın içerisinde bulunmaktadır. İslam’ın beş şartından birisi olan oruç, bu ayda tutulur. Resulullah (s.a.v)’in kıldığı teravih namazı ve daha sonra bizim için sünnet olan bu hayırlı amel, yine bu ayda bulunmaktadır. Sahur, Kur’an’ı Kerim mukabelesi, iftar vakti, fitre sadakası, zekat gibi birbirinden mübarek zaman dilimleri ve azimet dolu ameller, yine bu ayın mahsulüdür.

Kur’an’ı Kerim’in ifadesiyle ‘’Şehru Ramazan’’ arınmamız, tövbe ve istiğfara her zamankinden daha ziyade sarılmamız ve Rabbimiz ile aramızdaki bağımızı daha da kuvvetlendirmemiz için Rabbimiz tarafından bize sunulan en önemli fırsatlardan birisidir. Bu nimeti hakkıyla kullanamayan, bu mübarek ayda kendisini affettirmeyenler hakkında Efendimiz (s.a.v) sert bir ikazda bulunup şöyle buyurmaktadır: "Ramazan ayına girdiği hâlde günahlarını affettiremeden bu ayı tamamlayan kişinin burnu yerde sürünsün!" (Tirmizi)

*

Tövbe, af ve mağfiret kapılarının sonuna kadar açıldığı Ramazan ayı ile ilgili bize tefekkür, zikir ve fikir verecek olan Ramazan Risalesi, Üstad Bediüzzaman tarafından 1921 yılında telif edilmiştir. Üstad Nursi, 29. Mektub’un ikinci kısmında bulunan Ramazan Risalesinde manevi feyizler ile ilgili noktalara temas etmekte, oruç ibadetini bir çok açıdan değerlendirmektedir. Dokuz nükteden oluşan risaledeki ilk beş nükteyi birlikte inceleyelim:

Birinci Nükte:

Üstad Bediüzzaman, oruç ibadetinin hem Cenab’ı Hak’ın rububiyetine, hem de insanlık aleminin şahsi ve toplumsal yönüne temas eden yönünü izah etmekte ve akabinde şunları söylemektedir:
"Cenab-ı Hak, zemin yüzünü bir sofra-i nimet suretinde halk ettiği ve bütün enva-ı nimeti o sofrada مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle, kemal-i rububiyetini ve rahmaniyet ve rahîmiyetini o vaziyetle ifade ediyor. İnsanlar gaflet perdesi altında ve esbab dairesinde o vaziyetin ifade ettiği hakikati tam göremiyor, bazen unutuyor.

Ramazan-ı şerifte ise ehl-i iman birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelî’nin ziyafetine davet edilmiş bir surette akşama yakın "Buyurunuz!” emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı ubudiyetkârane göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli rahmaniyete karşı, vüs’atli ve azametli ve intizamlı bir ubudiyetle mukabele ediyorlar. Acaba böyle ulvi ubudiyete ve şeref-i keramete iştirak etmeyen insanlar, insan ismine lâyık mıdırlar?"

İkinci Nükte:

Bu nüktede Üstad, orucun insan için şükür ve hamd vesilesi olduğuna değinmektedir:

"Ramazan-ı şerifteki oruç, hakiki ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır. Çünkü sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların çoğu, hakiki açlık hissetmedikleri zaman, çok nimetlerin kıymetini derk edemiyor. Kuru bir parça ekmek, tok olan adamlara, husussan zengin olsa ondaki derece-i nimet anlaşılmıyor. Halbuki iftar vaktinde o kuru ekmek, bir mü’minin nazarında çok kıymettar bir nimet-i İlahiye olduğuna kuvve-i zaikası şehadet eder. Padişahtan tâ en fukaraya kadar herkes, ramazan-ı şerifte o nimetlerin kıymetlerini anlamakla bir şükr-ü manevîye mazhar olur. Hem gündüzdeki yemekten memnûiyeti cihetiyle “O nimetler benim mülküm değil. Ben bunların tenavülünde hür değilim, demek başkasının malıdır ve in’amıdır. Onun emrini bekliyorum.” diye nimeti nimet bilir, bir şükr-ü manevî eder."

Üçüncü Nükte:

Oruç, sadece manevi anlamda bireyin gelişimine yönelik değildir. Nitekim oruç ibadeti, toplumsal hayata olumlu anlamda çok önemli katkılar sunmaktadır. Bunu güzel bir örnekle açıklayan Üstad, şunları söylemektedir:

"İnsanlar, maişet cihetinde muhtelif bir surette halk edilmişler. Cenab-ı Hak o ihtilafa binaen, zenginleri fukaraların muavenetine davet ediyor. Halbuki zenginler, fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa nefis-perest çok zenginler bulunabilir ki açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez. Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat ise şükr-ü hakikinin bir esasıdır. Hangi fert olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir. Ona karşı şefkate mükelleftir.

Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz, yapsa da tam olamaz. Çünkü hakiki o haleti kendi nefsinde hissetmiyor."

Dördüncü Nükte:

Ramazan-ı Şerifteki oruç, kişinin nefsini terbiye etmesinde önemli bir rol oynar.

"Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telakki eder. Hattâ mevhum bir rububiyet ve keyfe-mâyeşa hareketi, fıtrî olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Hususan dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmiş ise bütün bütün gasıbane, hırsızcasına nimet-i İlahiyeyi hayvan gibi yutar.

İşte ramazan-ı şerifte en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki kendisi mâlik değil, memlûktür; hür değil, abddir. Emir olunmazsa en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye mevhum rububiyeti kırılır, ubudiyeti takınır, hakiki vazifesi olan şükre girer."

Beşinci Nükte:

Şehru Ramazan’daki oruç ibadeti, insanın iradesini zapt edip müspet anlamda yönlendirmesini kolaylaştırır. İnsanın salt heva ve hevesine göre davranamayacağını, bir amaç ve gayeye göre yaratıldığını hatırlatır.

"Nefs-i insaniye gafletle kendini unutuyor. Mahiyetindeki hadsiz aczi, nihayetsiz fakrı, gayet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zayıf ve zevale maruz ve musibetlere hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez. Âdeta polattan bir vücudu var gibi lâyemutane kendini ebedî tahayyül eder gibi dünyaya saldırır. Şedit bir hırs ve tama’ ile ve şiddetli alâka ve muhabbet ile dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini kemal-i şefkatle terbiye eden Hâlık’ını unutur. Hem netice-i hayatını ve hayat-ı uhreviyesini düşünmez, ahlâk-ı seyyie içinde yuvarlanır.

İşte ramazan-ı şerifteki oruç; en gafillere ve mütemerridlere, zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor. Midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu, ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp kemal-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlahiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü manevî eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır. Eğer gaflet kalbini bozmamış ise…"

Söz&Kalem Dergisi - Said Gündüz

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.