15 Temmuz sonrası kırılan umutlar

Yusuf ARİFOĞLU

Meşum ve emperyalist üst aklın tekelinde gelişen ve Allah'ın izniyle akamete uğrayan 15 Temmuz darbesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Herkesin bu darbe girişimiyle ilgili bir bakışı ve düşüncesi vardır. Bazen bu yaklaşımlar, birbiriyle örtüşürken bazen ak-kara ikilemi içinde sergilendi. Diğer bazıları da bu büyük ihanetin içinden ve dökülen yüzlerce mazlumun kanı üzerinden nemalanmaya çalıştı, çalışıyor.

Peki, bu darbe girişimi iktidar, siyasiler ve halk açısından ‘Bir musibet, bin nasihatten yeğdir.'i ne kadar gerçekleştirdi? Yapılması gerekip de yapıl(a)mayanlar nelerdi?

Halk, bu musibetten hissesine düşeni büyük oranda aldı ve bunu darbe girişimin ilk anından ortaya koydu. Tekbir sesleri ve göğüslerden fışkıran iman ve şehadet arzusuyla yollara döküldü, tanklara meydan okudu, kurşunlara göğüs gerdi. Tamamen Müslüman bir kimlikle yaptığı bu devrimi ‘demokrasi' gibi yapay, batılı formatlarla ellerinden alınmaya çalışılıyor. Burada, Müslüman halkın iman coşkusu ve Allah rızası için ortaya koyduğu çabanın semeresi olan devrimini üç beş zağara yem etmemesi lazımdır.

Birer bileşen olarak Ak Parti ve Cumhurbaşkanı, darbe girişimine destek olanları derdest etme, deşifre etme, onlarla mücadele arzusu ve pratiği noktasında üzerine düşeni yapma noktasında kararlı olduğunu ortaya koydu. Bazı adımlar ve uygulamalar ise tam tersi düşmanları onlara yaklaştırmadı; ama birçok dostlarını ve ümmet maslahatı için onlara kayıtsız destek verenleri gönlü buruk ve küskün eyledi. Bilerek veya bilmeyerek gönül burukluğuna ve küskünlüğe yol açan yanlış adımların birkaçını sıralayalım:

-‘Üstü ihanet, ortası ticaret, altı ibadet' olarak nitelenen FETÖ yapısının ibadet kısmı adalet ve şefkatle kazanılması gerekirken, öfkenin hikmete galebe çalmasıyla ‘ihanet ve ticaret' kısmı büyük oranda yerini ve rahatlığını korurken ibadet kısmı ‘ihraç, tutuklamalarla düşmanlaştırıldı.

-Telefon şirketlerinin, bazı işgüzarların, duygusallığın sağlıklı düşünmeyi engellediği bazı güvenilir(!) tanıkların şahitliğiyle bu yapıyla yakından uzaktan alakası olmayan; hatta vakti zamanında bu yapı tarafından mağdur edilmiş nice insan mağdur edildi ve yükselen tüm seslere ve itirazlara rağmen hala mağdur durumdalar.

-28 Şubat sürecinin mimarlarından olan ve o dönemin tüm mağdurlarının mağduriyetinde ‘kolluktaki, savcılıktaki ve hâkimlikteki ifade ve yargılamasında' adı olan polis, savcı ve hâkimlerin tamamı FETÖ yapısının birer üyesi olarak cezaevindeler. Bu bağlamda, onların imzası ve kararı olan tüm hükümler merduttur; buna rağmen 28 Şubat soğuğunu iliklerine kadar yaşayanların hem zindan hem hicret hem de görevlerine iade edilmemeleri mağduriyeti devam ediyor ve bu konuda hiçbir adım da atılmış değildir. Yakın zamanlarda HÜDA PAR'ın iki yöneticisi ve Rehber TV Genel Yayın Yönetmeninin o dönemden kalan bir yargılamadan yeniden ceza alması; kanser hastası ve 17 yıldır cezaevinde olan Şeyhmus Alpsoy'un kelepçeli bir halde ameliyat masasına getirilmesi sadece iki belirgin örnek..

-Darbe girişiminden sonra yoğun bir şekilde ortaya çıkan milliyetçi refleksin tekli söylemlere dönüşmesi, bayrak noktasında ciddi bir fetişizmin oluşması, Kemalist ve ülkücü yapılanmaların yönetim ve yargıda prim yapması, ‘Ergenekon, Balyoz' darbe sanıklarının onlarca cinayet ve cürmüne rağmen tahliyesi ve üstüne yüklü tazminatlarla ödüllendirilmesi bu yanlış ve feci adımlardan birkaçı olarak duruyor.

-15 Temmuz'un kanlı girişiminin Müslüman halk tarafından önlendiğinin netleşmesinin ardından kovuklarından çıkarak, Darbesavarlar(!) grubuna adını yazan birçok yönetici ve il teşkilatının tepeden bakan ve minnet ettiren duruşlarına dönük hiçbir çalışmanın olmaması ve aynı kadroyla yolun aşılma ısrarı meşhur şarkının nakaratını pratik olarak değiştirdi. Artık ‘Beraber yürüdük bu yollarda' değil ‘Beraber şutladık ve adaletin iki gözünü de kapattık bu yollarda' oldu.

İlahi fermanla 'etrafı mübarek kılınan bir belde', Peygamberi pratikle 'ilk kıble nasibi bir cihet', jeopolitik bir konumla 'Ortadoğu'nun kalbi bir mekân', siyasi bir yaklaşımla 'üç büyük dinin kutsalı bir şehir' olan Kudüs/Mescid-i Aksa işgal altındayken, dünyaya fitne pompalayanların potinleri altında inlerken, 'Irak, Suriye, Mısır, Kürdistan'da var olan işgal ve kıyımların bire bir arkasında duran israil'in kibirli gölgesi Filistin'de dururken ' Hep Filistin, Biji Mescid-i Aksa?' diyeceğiz ve bu noktada gayretimizi hiç eksiltmeyeceğiz!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.