O da Son Bir Kez Ciğerparesini Görmek İstemişti

Mehmet Zeki ERGİN

Cezaevlerindeki sevk furyasının üzerinden bir yıldan fazla bir zaman geçti. Yürürlüğü üç kere ertelenen tutuklu yargılanma sürelerini düzenleyen kanunun ertelenmemesi sonucu Hizbullah Ana Davasından yargılananların da içinde bulunduğu birçok önemli şahıs tahliye olmuştu.


Tahliyelerin önüne geçemeyen ve daha sonra tahliye olanları bulamayan devlet veya hükümet takdirin hıncını geride kalan tutuklu ve ailelerinden çıkarmak istercesine her birini ülkenin en ücra yerlerine sürmüştü. Sanki birileri önlerine Türkiye haritasını koymuş ve tutuklu ve mahkûmların ailelerinin bulunduğu Doğu ve Güneydoğu’dan Türkiye’nin neresine ulaşım imkânı yok veya çok kısıtlı diye bölgeler seçilmiş ve ipi koparılıp taşa vurulan tespih taneleri gibi mahkûmların her biri ülkenin en akla gelmedik yerlerine sürülmüştü.

Siyerden okumuşsunuzdur. Hani Ebu Cehil ne zaman ‘Darü’n-Nedve’de Müslümanlar ve Resulullah üzerine bir toplantı düzenlese hiç kimsenin tanımadığı ve ‘Necidli ihtiyar’ diye tabir edilen davetsiz bir misafir toplantılara iştirak ederdi. Acaba mahkûmların sevkleriyle ilgili hükümetin toplantılarına bu ‘Necidli ihtiyar’ mı katılıyordu da bu olmadık yerler akıllarına geliyordu, diye düşünmemek elde değildi.

Her ne hikmetse o güne kadar söz konusu mahkûmların ailelerinden ölen ve mağduriyetler yaşayanları pek fazla duymuyorduk. Ama acaba takdiri ilahi acıyı katmerleştirerek bu zulme imza atanların ilahi intikamı hak etmelerini istiyordu da mı her nedense vefat haberleri, kanser ve ölümcül hastalıklara yakalanma haberleri artarda gelmeye başladı.

İlk önce Rana teyzenin feryatları yankılandı. Çok şey istediği yoktu. Başbakanın bazı özellere çıkardığı özel kanunların içine kendilerinin dâhil edilmesini ve son bir kez, yirmi yıldır doyamadığı İhsanı’nı görmek istiyordu. Eğer mümkün değilse daha önce yıllarca tutulduğu cezaevine geri getirilip görüştürme imkânının verilmesini istiyordu. Tüm yetkililere seslendi, sesini duyurmak istedik, onun adına onunla beraber adeta yetkililere yalvardık, ama yüreğin feryadını ancak yürek duyabilirdi. Taşlaşmış bir yürek sahibinin kulakları duymuş, duymamış ne fayda. O en doğal, en tabii dilek bazılarına kımıldatılamaz bir dağ oluverdi. Rana Teyze, yüreğindeki hasret acısıyla Rabbi’nin huzuruna gitti. Artık büyüklük gösterip hakkını orada helal eder mi, yoksa bir elinde zehirli diğer elinde kanlı iki bezle mahşer meydanına akan Hz. Fatıma gibi; “Rabbim! Bugün intikam günü” diye ciğerparelerine kıyanlardan davacı olacağı gibi davacı mı olacak, onu ancak Allah bilir.

Ve bugün de Şerife teyze… Güro Âdem’in annesi… Tıpkı Rana Teyze gibi kaç aydır yüreğinin acısını dillendiriyordu. Dünyadan göçeceğini biliyordu adeta… Son bir kez ciğerparesini koklamak, öpmek dünya gözü ile görmek istiyordu. Ama ne fayda… Anaların tüm feryatları sert kayaları döven dalgalar gibi umutsuzca mahzenlerine geri dönüyordu.

Onun yetkililerden son bir isteği vardı. En doğal en tabii ve şu an yasalaşmış olan hakkını… Herkese bila hudut dağıtılan bir hakkı istiyordu onlardan. Ama ne çare… Bu feryatları göğüs kafesinde bir yürek taşıyanlar duyabilirdi.
Elhasılı…

Şerife Teyze de ömrünün ahirinde son bir dilekte bulunmuştu

Ona da bu dileği çok gördüler…

Artık o çetin günde Allahu Teâlâ’nın huzurunda Mahkeme-i Kübra’da yetkililer Şerife Teyze ile hesaplarını görecekler…
 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.