Tebliğ ve Davette Bilim Dilinin Kullanılması

Tebliğ ve Davette Bilim Dilinin Kullanılması

Sözlükte; “bir şeyi veya bir haberi ulaştırmak” anlamında kullanılan tebliğ kelimesi terim olarak; “peygamberlerin yükümlü olduğu tebliğ görevi, onların vahiy yoluyla aldıkları bilgiyi insanlara ulaştırması” demektir.

Sözlükte; “bir şeyi veya bir haberi ulaştırmak” anlamında kullanılan tebliğ kelimesi terim olarak; “peygamberlerin yükümlü olduğu tebliğ görevi, onların vahiy yoluyla aldıkları bilgiyi insanlara ulaştırması” demektir.

Davet kelimesi ise sözlükte “çağırmak, seslenmek, adlandırmak, dua veya beddua etmek, ziyafete çağırmak, propaganda yapmak” gibi anlamlara gelir. Davet kelimesi terim olarak özellikle “İslâm’a ve İslâm esaslarının uygulanmasına çağrı” anlamına gelir.

Kur’an ve sünnette tebliğ ve davetle yakın anlamlarda kullanılan inzar, tebşir, irşad, tezkir kelimelerinin sözlük anlamları itibariyle birtakım farklılıklar bulunmaktadır fakat bütün bu kavramlar aynı amaca hizmet etmektedirler. Ayet ve hadislerdeki kullanımları ve amacı itibariyle bu kavramlar değerlendirildiğinde her birinin muhatabı hem Müslümanlar hem de Müslüman olmayanlardır.

Konu ile ilgili Prof. Dr. Halit Çalış, “ tebliğ ve davet kavramları içerik itibariyle tam bir benzeşme içerisindedir. Tebliğ, peygamberlerde bulunması gereken vacip sıfatlardan birisidir ve peygamberlerin, vahiy yoluyla Allah’tan gelen ilahi hükümlerden hiçbirisini gizlemeden, eksiltmeden veya herhangi bir eklemede bulunmadan olduğu gibi aktarması demektir. Davet ise, insanları İslam dinini benimsemeye ve Müslümanları dini görevlerini yerine getirmeye çağırmaktır.” diyerek tebliğ ve davetin aslında farklı iki kavram olduğunu ama günümüzde de sık sık birbirinin yerine kullanılan iki kelime olduğuna işaret etmektedir.

Hz. Peygamber’in hayatının bir bütün halinde incelenmesi halinde onun yürüttüğü tebliğ ve davet faaliyetinin dört aşamada gerçekleştiği görülecektir. Davetçi öncelikle kendisini ruhi ve manevi yönden hazırlamalıdır (hazırlık aşaması). Ardından öncelikle yakından başlamak üzere onunla birlikte hareket edecek insanlar oluşturmalı (kadrolaşma), bu kişilerle birlikte çağrısını kitlelere ulaştırmaya çalışmalıdır (kitleleşme). Bu faaliyetin son aşaması ise davetin ilkelerini merkeze alan sosyal bir yapının oluşturulmasıdır (devletleşme).”

Davet sürecinde ilk aşamadan itibaren davetçinin belli başlı bazı vasıf ve sıfatlara haiz olması gerekmektedir. Bu vasıflardan bazıları şunlardır: Bilgi (ilim), İlmiyle Âmil Olma (Yaşantısıyla Örnek Olma), Sabır ve Azim, Yumuşak Huylu Olmak (Hilm), İnsan Kazanma Gayreti, Şefkat ve Merhamet, Afv ve Müsamaha, Ümitvar Olup Ümit Bahşetmek vb…

Davetin hazırlık aşamasında davetçi 4 hazırlık evresinden geçmektedir. Bunlar; ruhi, ilmi, bedeni ve maddi hazırlık evreleridir. Ruhi hazırlık evresinde davetçinin sağlam bir imana ve devamlı bir ibadi hayata sahip olması beklenilir. Özellikle beş vakit namaz, teheccüd, zikir ve dua, Kur’an okuma, oruç tutma, uzlete çekilme vb. ibadetler yapılarak sağlam bir imana sahip olunur. Bedeni ve maddi hazırlık evrelerinde davetçinin fizyolojik olarak güçlü bir bedene sahip olması, ekonomik olarak gerekli desteği karşılayabilecek güçte olması ve davet vasıtalarını elde etmesi gerekmektedir.

İlmi hazırlık evresine gelince öncelikle davetçi İslam’ın itikat ve amel hükümlerini öğrenmelidir. Yani Akaid, Kelam ve Fıkıh ilimlerine vakıf olmalıdır. Tefsir, hadis ve usul-yöntem ilimleri de davetçinin öğrenmesi gereken diğer İslami ilimlerdir. Davetçi yaşadığı çağın pozitif ilimlerine de malik olmalıdır. Asrın lâzım olan ilimleri ile dolu olmak davetçinin vasıflarından bir tanesidir.

Kur’an-ı Kerim’de davet dili ile ilgili olarak Yüce Allah şöyle buyurmuştur; “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla en güzel yöntemle tartış. Kuşkusuz senin rabbin, yolundan sapanların kim olduğunu en iyi bilendir; O, doğru yolda bulunanları da çok iyi bilir.” (Nahl 125).

Konu dikkate alındığında ayetteki davetin muhatap tarafı, genellikle Müslüman olmayan ve İslâm konusunda Hz. Peygamber’le tartışmaya girişenlerdir. Ancak ayette muhatap belirtilmeyip ifadenin mutlak bırakılması, burada genel olarak davet ve tartışma konusunda bir yöntem bilgisinin verildiğini açıkça göstermektedir. Başka bir ifadeyle ayet, farklı seviyelerdeki insanlara yönelik olarak özelde İslâm davetinin, genelde ilmî ve fikrî tartışmaların, eğitim ve öğretimin başlıca yöntemlerini özetlemektedir.

Fahreddin er-Razi, tefsirlerde bu ayet hakkında yeterli açıklamaya rastlamadığını ifade ettikten sonra özetle şu bilgileri vermektedir: Herhangi bir görüş ve inanca davet, sağlam delile (hüccet) dayanmalıdır. Bütün deliller genellikle üç başlık altında toplanır:

a) Tartışmasız doğru bilgi ve inanç sağlayan kesin delil. Ayetteki “hikmet”le kastedilen bu delildir, bütün bilgi derecelerinin en yükseği de budur. Bilimsel argümanlar da bu kategoride değerlendirilebilir.
b) Kesin bilgiye değil, zannî işaretlere ve ikna gücüne dayalı deliller. “Güzel öğüt”le de bu kastedilmiştir.
c) Bir gerçeği kanıtlamaktan çok, rakibi susturup tartışmadan çekilmesini sağlayan deliller. Buna da cedel denir. İslâm âlimlerinin önemli bir kısmı cedelin temelinde ne pahasına olursa olsun rakibi susturmak gibi bencil bir duygu gördükleri için bu yöntemi her zaman ahlâkî bulmamışlardır. Konumuz olan ayette tartışmanın en güzel yöntem ve üslûpla yapılması şartının getirilmesi de bu hassasiyeti yansıtmaktadır.

Hikmet, en geniş anlamıyla; kişinin bildiklerini gereğince yaşamasıdır. Hikmet ehli, nerede, ne yapacağını iyi bilen ve ona göre davranandır. İmam Şafii (rahmetullahi aleyh), hikmetin; ‘Sünnet’ olduğunu ve “sünnete göre yaşamak” olduğunu söylemektedir.

Davet dili elbette ki İslami ilimler ile olmalıdır. Ancak günümüzde zamanın çok hızlı bir şekilde değişmesi ve bununla beraber insanların düşüncelerinin ve yaşam biçimlerinin de değişmesi normaldir. Özellikle modernizm ve sekülerizm gibi izmlerin insan hayatını sarıp sarmaladığı bu dönemde insanların bilhassa gençlerin hayatı sorgulama biçimleri de değişmektedir. Gençlik her şeyi sorgulamakta “neden, nasıl, niçin, niye” soru kiplerini her zaman kullanmaktadır.

Bazı izmler vardır ki sadece bilime inanırlar ve bilim ile birlikte yol alırlar. Natüralizm, Ateizm, Deizm, Panteizm vb. izmler aynı zamanda birer oryantalist misyonerdirler. Davet alanında faaliyet yürüten insanların sahada karşı karşıya kalabilecekleri bir kitle de bunlardır. Dolayısıyla davetçi “düşmanını düşmanının silahıyla vurma” anlayışına sahip olarak bilim ve bilimsel araştırmalardan bihaber olmamalıdır.

Bir ateist veya deiste İslam anlatılırken mutlaka bilimsel verilerden istifade edilmelidir. Fizik, Kimya, Biyoloji, Tıp, Matematik, Astronomi, Arkeoloji, Tarih, Coğrafya vb. ilimler muhatabı ikna etme yolunda büyük katkı sağlamaktadırlar. Muhatap kitlenin belirlenmesi ve muhatabın ilmi ve kültürel durumuna göre İslami da’vet yapılmalıdır.

İslam geleneğinde birçok alim ve filozof ilimler tasnifi yapmıştır. El-Kindi, Farabi, İbni Sina, İbni Haldun, İbni Rüşd, İmam Gazali, Erzurumlu İsmail Hakkı gibi her birinin tasnif şekilleri farklılık göstermekle birlikte tüm alim ve filozoflar İslami İlimler yanında Mantık, Fen ve Sosyal İlimleri de zikretmişlerdir. Dolayısı ile yaşadığımız çağa seslenebilmek için İslami ilimlere vukufiyet kadar fen ve sosyal ilimlere de vakıf olmak gerekmektedir.

Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nurun on birinci Şuasının altıncı meselesinde kendisine Kastamonulu birkaç lise öğrencisinin geldiğini ve şöyle dediğini aktarır; Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. “Bize Hâlık’ımızı tanıttır, muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar.” dediler.

Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlık’ı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.

Yani dinden bihaber olarak aktarılan fen ve sosyal ilimler zaten Yüce Allah’ı tanıttırmaktadır. Dersin öğretmeni ısrarla bilimlerin işaret ve sembollerini farlı mecralara çekseler de kişi akıl ve hikmet nazarıyla yaklaşarak bilimsel verilerden ziyadesiyle istifade edebilir. Nitekim Üstat Bediüzzaman Risale-i Nur Külliyatını kaleme alırken hemen hemen tamamında bilimsel verilerden istifade ederek okuyucunun zihnine ve kalbine gelebilecek tüm şüpheleri izale etmektedir. Davetçilerin de davet yolunda Risale-i Nur metodundan istifade etmeleri kendilerini çağa ve çağların ötesine seslenir hale getirecektir.

Son olarak davetçiler “Allah’ın varlığının delilleri” üzerinden sık sık davet faaliyetleri yapmaktadır. Tüm davet tarihi boyunca bu böyle olmuştur. Allah’ın varlığını ispat etmek için birçok delil kullanılmıştır. Bunlardan bazıları hudus delili, imkân delili, devir ve teselsülün muhal olması delili, fıtrat ve vicdan delili, tarih delili, Kur’an delili, peygamberler delili, temizlik delili, yardımlaşma delili, hikmet ve gaye delili, sanat delili vb. delillerdir. Ancak bu delillerden muhatabı en çok ikna eden deliller akli ve bilimsel verilerden faydalanılarak dile getirilen delillerdir.

Nitekim Kur’an sık sık muhatabı ilme ve bilime yönlendirerek tefekkür ettirmiştir. “Kuşkusuz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde, insanlara fayda veren yüklerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökten indirerek onunla ölü haldeki toprağa can verdiği ve orada her çeşit canlının yetişmesini sağladığı yağmurda, rüzgârları ve gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirip yönlendirmesinde aklını işleten bir topluluk için elbette nice deliller vardır.”(Bakara 164). Ayrıca “En’am 95-97-103-125”, “Araf 187”, “ Yunus 5”, “Rad 4”, “Enbiya 30-33-44-104”, “Hac 5- 47”, “Mü’minun 12-14-88”, “Nur 35-43-45”, “Yasin 36-38-40-82-83” vb. ayetler örnek verilebilir.

Hüseyin Şenlik

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.